22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 19 ŞUBAT 2006 / SAYI 1039 Tanımadığım bir şaire ağıt Ataol Behramoğlu O cak ayının yağmurlu, karanlık bir sabahında internet postasına göz gezdirirken, çerçöp (bulk) bölümündeki bir ileti dikkatimi çekti. Bir cenaze töreni haberiydi bu... Mike Austin’in cenaze töreninin 24 Ocak 2006’da yapılacağı bildiriliyordu... Kimdi bu Mike Austin? İletiyi gönderen isim de tanıdık değildi... Karanlık, yağmurlu kış sabahının havasındaki kederi daha da ağırlaştıran “münasebetsiz” iletiyi silmek üzereyken vazgeçip haber ayrıntısına doğru ilerledim... Mike Austin’in, Viyana’da yaşayan, “Cherokee” kökenli ABD’li bir ozan olduğunu öğrendim böylece... “Cherokee” sözcüğünü de ilk kez duyuyordum doğrusu. Günümüzde özellikle Oklahoma ve Kuzey Carolina’da yaşayan Kuzey Amerikalı bir “yerli” topluluğunun adıymış... Nitekim haber ayrıntısındaki biyografide, Austin’in ABD ve Oklahoma yurttaşı olduğu bildiriliyordu. Oklahoma’yı sık sık ziyaret etmekle birlikte 1990’da Viyana’ya yerleşen Mike Austin, dünyanın her yerinde azınlıkların ve tehdit altındaki etnisite topluluklarının haklarını savunan uluslararası derneğin (“AKIN”) Avusturya grubunun etkin eylemcisi, “Viyanaİngiliz Dilli Şairler Derneği”nin de (“labyrinth”) üyesi imiş. Bunları okuduğumda, iletiyi gönderen Peter Waugh’ı da anımsadım. Mike Austin gibi Viyana’da yaşayan bu İngiliz şairle geçen yaz Struga’da ayak üstü tanışmıştık... Peter, büyük olasılıkla, internet sitesindeki bütün adreslerin arasında benim adresime de Mike Austin’in ölüm ve cenaze töreni haberini göndermişti... Gizem çözülmüş, fakat keder azalmadığı gibi somut bilgiye Mike Austin dönüşerek daha gerçek olmuştu... Hızla ilerleyen bir böbrekakciğer kanseri nedeniyle, tanı koyuluşundan birkaç ay sonra, 53 yaşında yaşama veda eden Mike Austin’in, 24 Ocak 2006 Salı günü saat 13.30’da, herhalde İstanbul’dakinden daha az kederli olmayacak bir Viyana gündüzünde, “wiener zentralfriedhof” (Viyana Merkez Mezarlığı) “3. giriş kapısı, 3. salon”daki cenaze törenini gözümde canlandırmaya çalıştım... Sonra internette, hümanist, savaş karşıtı, azınlıkların ve tehdit altındaki etnisitelerin savunucusu, “Kızılderili” kökenli ABD’li şairin, yaşama bağlılığının doğallığını yansıtan bir fotoğrafına ve internet için kendisinin seçtiği şiirlerine ulaşmak güç olmadı... Adını böylece (büyük olasılıkla rastlantısal) bir internet iletisi yoluyla ilk kez duyduğum Mike Austin’in Viyana’da 24 Ocak’taki uğurlanış töreninde, ona sevgileri internetteki duyurunun her satırında duyumsanan arkadaşlarının arasında bulunamazdım... Fakat şimdi, yaşamdan böylesine apansız ayrılan bu kardeş şaire; genellikle kısa, özlü, renk ve canlılık dolu şiirlerinden birinin (“Mavi Şarkı”nın) Türkçe çevirisiyle, şiirin evrensel kardeşlik selamını gönderiyorum... Bir saksofon ezgisi akıyor tembel bir yaz ırmağı gibi bir flüt şarkısına dönüşüyor dışarıdaki gök gürültüsünün üzerinde ….. görüntünü duyumsuyorum şimşekte göndermesi gibi ağaçkakanın rüzgâra mesajını ….. yumuşacık sürüklenerek bir sevgi denizinin üstünde... ataolb@cumhuriyet.com.tr İnci Gürel, okul arkadaşlarıyla (soldan üçüncü) 273 NO’LU ÖĞRENCİ İNCİ GÜREL Notre Dame De Sion, 150. yılını kutladı. Binlerce mezun kadının anılarında keder de var neşe de. İnci Gürel de o mezunlardan biri. 193644 yılları arasında otre Dame De Sion “N.D.S. Fransız Kız Lisesi”. Üstünde bu yazının bulunduğu kapı ana giriştir; 1936’da babamla bu kapıdan içeri girip “Parloir”da (dışarıdan gelenlerle görüşme salonu) okula yazıldım. 19361944 arası, sekiz yıllık öğrenim bana, yaşlılık yıllarımda “Canım Dostum” Fransızcayı en üst düzeyde kazandırdı. Okul ElmadağHarbiye’de. Geçen ay 150’nci yılı kutlandı. Anılara dönünce, Notre Dame de Sion’un yalnız Fransız kız lisesi olmadığını, bir dönemin simgesi niteliğini taşıdığını anlıyorum; sevinçle okula dönüş günleri, yoğun çalışmalara tanık karlı kışlar, kucağımızdaki pisiler Sarman, Tekir, Arap, Pamuk... Bizim de çiçek açtığımız, doğaya koşmak için çırpındığımız baharlar, başarıyla taçlanan yazın ilk günleriydi... Umut yıllarıydı, ufuklar sınırsızdı, yelken açacağımız denizler bizi bekliyordu. N.D.S.’nin en dikkate değer üstünlüğü salt öğrenimi hedeflemeyişiydi: Her gün kara tahtaya yazılan bir atasözüne eşit, bizleri geleceğe hazırlayan, yanlışlardan koruma amacını güden, kendimize güvenerek ve ahlaksal doğrulardan ödün vermeden zorluklarla savaşma öğütleriydi. Bir tartışmada düşünmeden konuşmamayı, bir suçlama karşısında önce susmayı sonra ortalık yatışınca kendimi savunmayı, kendimi temize çıkarmayı öğrendim; bu davranış evlilik yaşamımda çok yararlı oldu, evliliğimi kurtardı diyebilirim; bu doğruları öğretenlere saygım ve sevgim sonsuzdur. Her gün “note de conduite” (davranış N Fransız Kız Lisesi’nin sıralarında oturmuş, ödüllendirilmiş, cezalandırılmış. Gürel, bugünkü yaşam bilgisi için de minnettar olduğu okulunu yazdı. paten yapar gibi kaymaya kalkıştım, o yörenin denetimiyle görevli Mere Ludovic (ince, uzun, saçı beyaz, yüzü beyaz, ister iskelet deyin ister hortlak) hemen odasından dışarı fırladı, ellerini çırptı. Eve dönüşlerde paltolarımızı alıp giydikten sonra sıra olurduk, ötekileri beklerdik, konuşmak yasaktı; ben de dudaklarımı oynatmadan bir iki şey fısıldadım arkadaşıma; o sıra altıncı sınıftaydım; hemen Mere Marioara yanımda bitti: “Vous aussi İnci”, dedi “Sen de mi İnci”! Türkçe konuşmak yasaktı, yakalanan öğrencinin eline anahtar tutuşturulurdu, ta ki o da Türkçe konuşanı yakalayıp ona vererek kurtuluncaya kadar. Her sınıfın “barette” adı verilen bir fiyongu vardı, üniformanın sağ köşesine göğsün üstüne takılırdı, her sınıfın ayrı rengi vardı: Hazırlık turuncu beyaz karışımıydı, 6’ncı sınıf yeşil, 8’inki kiremit, 9 mor, 10 kiremit ve krem, 11 mor ve beyaz, 12 salt mor... mişim, davranış notu 10’dan 8’e düştü; ben ağlayınca ertesi gün 2’ye indi. İlk ay içinde çok uzun bir şiir verilmişti, ezberleyememiştim; 12 zilinin çalmasına 34 dakika kalmıştı, sör beni kaldırdı, bilemedim. O akşamüstü 16.30’da dinlenme molasında, herkes oynarken, elime şiiri tutuşturdu; çok aşağılanmıştım. Üç gün okula gitmedim, çok yaralanmıştım. Son derece otoriter olan babam hiç sesini çıkarmadı, üçüncü günün sonunda konuştu: “O öğretmenin (Mere Emmanuelle) densizliği yüzünden bu iyi okulda okumaktan vazgeçme” dedi. Hak verdim; sınıfa döndüğüm gün, “O nedenle gelmedin değil mi?” dedi, kafasına dank etmişti. O yıl sınıf birincisi oldum, kırmızı krepon kâğıdından yapılmış güllerden oluşan birincilik (couronne’u) tacı başıma yerleşti. Benim okuduğum yıllarda öğretmenler yaşlarına göre “soeur” (sör) ya da “mere” (mer) diye sıralanan rahibelerdi. Türkçe öğretmenlerimiz de vardı: Yazın, Yusuf Ziya Ortaç, Ercüment Ekrem Talu, coğrafya Macit Bey (öğrenciye çok sıcaktı, 10’uncu sınıfta kiloluydum, beni uyarmıştı)... Türk müdürler de vardı sayıp sevdiğimiz: Hatice Hanım, Keyise Hanım... Sıkı bir disipline karşın kimi yaramazlıklarımız da vardı: Örneğin, felsefe öğretmenimizin telepatiyi anlattığı dersten sonra fizik ve biyoloji öğretmenimiz Mösyö Consoli üzerinde bir deney yapıldı. Dersten önce tüm sınıf karar verdik, telepatiyle Mösyö Consoli’nin kulaklarını kızartacaktık; saatler ilerledikçe gerçekten kulakları kıpkırmızı oldu; yine bir başka gün herkes saçlarını iki örgüye dönüştürdü, sonunda katıla katıla güldü. Yaşlı cosmografi öğretmenimiz Mösyö Hovagimyan da kurbanlardandı: Bir kez zelzele olmuş gibi arka duvardaki tablo çarpıtıldı, adamcağız lambalara baktı, sallanmıyorlardı, 1 Nisan’da da duvara akrep yapıştırıldı. Galatasaray Lisesi’nde, biri 9. sınıfta yabancı okullar kapatılacak söylentisiyle, diğeri 12. sınıfta, “olgunluk diploması” nedeniyle iki kez sınav vermek bizim için bir serüvendi. Sırf erkeklerin okuduğu okula gitmek, özellikle hiç flört etmemiş ve de etmeyecek olan bende kalp çarpıntılarına neden oldu, sonra yatıştım. Büyük Salon’da gösteriler de yapılırdı; çeşitli sınıflardan seçilmiş sesi güzel öğrencilere bir tribün ayrılmıştı, soprano, mezzosoprano, bas... Ses seçiminde birinci hazırlıkta sör bana “primadonna” demişti. Lise bittikten sonra tüm sınıf arkadaşlarımın konservatuvara gitmem için beni desteklemelerine karşın “Ninni söyle yeter” demişti babam. Diyeceğim o ki, Notre Dame de Sion’da en mutlu gençlik yıllarımı yaşadım... CASUSLUK TEKLİFİ Aynı renkte “cordeliere” (kordöliyer) denilen örgülü bir kemeri belimize takardık. Yaramazlık yapıldığında fiyonk sökülürdü, üstelik, madalyaların verildiği yine büyük salonda ve Notre Mere tarafından bir subayın ordudan çıkarılmasına eş bir törenle. Azgınlık, aslında afacanlık demeli, biraz daha abartılı olursa kordöliyer de giderdi, üniforma şapşal bir görünüme dönüşürdü. Okula girerken sıkı bir denetimden geçerdik: Özellikle çoraplar üstünde durulurdu, bacaklarımıza ışık tutulur, ince, teni gösteren çorap giyenler evlerine geri yollanırdı. Saçlarımıza file takmak zorunluydu, sokakta da armalı okul şapkamızı giymek de. Ben kurallara hep uyduğumdan, onuncu sınıf öğretmenim (Mere Carmela) bana casusluk önermişti, sokakta şapkasız gördüklerimi jurnalleyecektim; “Ben arkadaşlarımı ele vermem” diye kabul etmemiştim. Ders sırası kollarımızı sırtımızda çapraz kavuştururduk, kürsü üstündeki herhangi bir şeyle oynamayalım diye. Lacivert, eteği plili üniformamı, işlemeli beyaz yakamı sevmiştim; sınıfa girince bir de şayak parlak kumaştan önlük giyerdik. Hazırlık sınıfında kaligrafiye, güzel yazıya çok önem verilirdi; ben derste defterin üstüne çok eğil notu) bizlerden sorulurdu: Kopya çekmiş miydik, etütte arkadaşımızla konuşmuş muyduk, davranış notu 10 üzerindendi; vicdan sahibi olmayı ve yaşamım boyunca kendimle hesaplaşmamı sağladı ve olayları karşımdakinin açısından da ele almak bilincini verdi. Çalışkanlık ve usluluk ödülleri, madalyaları vardı: Çalışkanlık gümüş, usluluk altın rengiydi; benim gibi deyim uygunsa “ineklerinki” başparmak, notları daha az, ama kırığı olmayanlarınki serçe parmağı kalınlığındaydı. Uslulukta; kraliçenin, “sir”lük (sör) unvanı verişine eşit bir tören gerçekleşirdi, bir tek omuza dokunulan kılıç eksik olurdu; madalya göğüse takılırdı, ödüllendirilen ayağa kalkar birkaç adım geri gider, sonra bir diz bükülür, eller kavuşturulur, reverans işlemi tamamlanırdı. Bu üne kavuşmak pek de kolay değildi; gençliğe özgü coşkudan yoksun olmak gerekliydi; örneğin, bir kez cilalı koridorda CUMHURİYET 10 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle