02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 TEMMUZ 2005 / SAYI 1007 Biz, aşa imzası olanlar PKK'den silahları bırakmasını, hükümetten demokratik hayata geçilebilmesi için yasal düzenlemelerin yapılmasını istediler. 150 imzayla başladılar, 500'e ulaştılar. Istanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Gençay Gürsoy, barışa acilen ihtiyacımız olduğunu vurguluyor. Berat Günçıkan larak engellendi. Bu çağrınıza neden olan öngörünüzü doğruluyor, ama aynı zamanda uıııul kırıcı değil mi? Biz bu çağrıyı yaparken çok zor, çok engebeli ve çağrıyı yapanları da zora sokabilecek bir yolaçıktığımızı biliyorduk. Bu şiddet ortamının devamından çıkarı olanların her türlü provokasyona ha/.ır olduklarının da elbet farkındaydık. Ama bu tırmanışın oluruna bırakılmayacağını, hangi tarartan olursa olsun her ölünün halklar arasında iflah olmaz yeni kin ve intikam tohumlan ektiğini, bunlarm ilanihaye yeşermeden kalamayacağım, günün birinde toplumumuzu sonu belirsiz kitlesel çılgınlıklara sürükleyebileceğini görenlerin, olup bitenleri sadece uzaktan seyretmekle yetinemcyeceğini düşünüyorduk. Şimdi de, en azından çağrıya ım/a koyanlardan çoğunun böyle düşündüğünü biliyorum. Bu son olaylara, uzak tan kumandalı bombalarla vagonları havaya uçurarak 6 demiryolu görevlisinin öldürülmesine karşın, biz yine de bu olup bitenleri uzaktan seyredemeycceğimizi, barışa son bir şans tanıınak adına, kan akıtanlara dur demcyc devam etmek gercktiğini düşünüyoruz. O nce 150 kişiydiler, sonra çoğaldılar. Şimdi imza sayısı beş yüze yaklaşıyor. Aralarında sanatçılar, sendikacılar, işadamları ve öğretim üyeleri de var. "Biz" diyorlar özetle "Artık insanlarırnız ölmesin. Banş içinde adil bir yaşam sü relim. PKK'nin silahlı eylemlerine derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz. Hükümetin kalıcı barışın sağlanması vc herkesin demokratik hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmelerini de taJep ediyoruz". Elbette bu metne karşı sesler, gecikmeden yükseldi. Bunlar savaştan beslenenlerin, büyüklü küçüklü iktidarlannı savaşla destekleyenlerin sesleriydi. Barışı bir suça çevirmek için tetikteydiler... Konuştular, yazdılar, anlattılar... Oysa metin açıktı, ortadaydı... Istanbul Tabipler Odası Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy da imzacılar arasında. Gürsoy'la, neden böyle bir çağrıya ihtiyaç duyduklarını, tepkileri ve barışın aciliyetini konuştuk. Hangi olaylar sizin de içinde olduğunuz 150 aydını bu metni yazmaya ve imzaya yöneltti? 150 imzalı banş çağrısı, kanlı eylemlerin adım adım tırmanarak yerel ve düşük yoğunluklu niteliğini aşma ve yaygınlaşma olasdığından duyduğumuz endişenin ürünüydü. Son gelişmeler, özellikle Bingöl'de 6 demiryolu görevlisinin ölümüne yol açan saldırı ve onu izleyen tepki eylemleri bu endişeleri duymakta ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlıyor. Banş çağrınızı destekleyen, banş umudıınu doğuran yaklaşımlar var... Evet, PKK'nin "silahlı eylemlere der hal ve önkoşulsuz son vermesi" çağrımıza aynen katıldıklarını dile getircn değişik kesimlcre mensup çok sayıda Kürt ve Türk aydınının açıklamaları barışa doğru küçük de olsa bir adını yaklaşma umudu doğurdu. Çağrımıza net bir yanıt niteliği taşımasa da, silahlı eylemcileri temsil edenlerden gelen "barışa dönük iyi niyetli çabaları boşa düşürmek istemeyiz" yolundaki ifadeler bu umudu bir ölçüde güçlendirdi. ŞAHİNLERİ ÜRKÜTMELİYİZ... Çatışmaların tırmannıası Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin sarsıldığı, hükümetin ABD'ye daha bir yakınlaştığı döneme denk geliyor. Bu siyasi tutarsızlık, büyük bir kesimi aldırışsızlığa iterken, barışı isteyenlerin hedefı ne olmalı? Çatışmaları kanıksayanlar, bunca yıl sürdü de ne oldıı diyenlcrin olduğunu biliyorum. Yıllardır devam cden gerilim ortamı, biriken bunca kin ve intikam duygusu halklar arasındaki tarihi kardeşliğı kerııire kemire zayıilatıvor. Son olayj lar artık böyle bir güvencemizin kalmadığına dair ürkülücü göstergelerdir. Bu tırmanış surerse, ister istemez her iki tarafın şahinleri sahneye çıkacak vekısır döngü daha da hızlanacaktır. AB ile cntegrasyon süreci ve tlı^ etkcnler bugüne kadar bu tırmanışın hızını bir ölçüde azalttı. Ama artık bu f'rcnin de tutmadı ğını görüyoru/. Hükıimel çözünui ABD ve AB'ye ihale etmiş bckliyor. Oysa artık askerler bile, askeri çözümün yeterli olmadığını açık açık sövlüvorlar. Türkiye kendi iç dınamilderivle bu çıkmazın yolunu açabilir. Bunun en büyiik güvencesi her şeye rağmen geniş halk kitlelerinin barıştan yana olmasıdır. Bu sesi yükseltnıek ülkeyi baştan başa saran haykırışlarla savaş yanldarını, provakatörleri, şahin leri ürkütmek ve sindirmek /orundavız.0 ÖNCE SİLAHLAR SUSMALI... tki tarafa da seslenen bir çağrı, iki taraftan da tepki toplayabilir... Sizler de eleştirildiniz... Kimi çevreler girişimimizi "PKK'ye malzeme sağladılar", kimileri de "devlet yanlısı" diye eleştirdiler. Oysa biz "PKK'nin silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini" isterken hükümetin de "kalıcı barışın sağlanması ve herkesin demokratik toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçeklcştirmesini" talep ediyorduk. Bu aşamada ilk adımı kim atacak tartışmasına girmek, gerçekleştirilebilir çözüm yollarını baştan tıkamak anlamına gelirdi. Önce silahların susması, ölümlerin durması ve operasyonların gereksiz hale gelmesi gerekiyordu. Sonuçta hepimizi korkutan 30 binin üzerinde insanın yaşamını yitirdiği savaşın yeniden alevlendirilmesi... Konu rakamlarla anlatılmaya çalışıldığında hep bir çelişki ortaya çıkıyor, kim bu 30 bin kişi? Kim daha çok ölii verdi ya da acı çekti? Sizin bu sorulara yanıtınız ne? Barışı savunan biri yaşananlara nereden bakmalı? Biz PKK'yi silahlı eylemlere iten etkenleri görmezlikten gelmiyoruz. 1980'li yıllarda Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları, köy yakmalan, pislik yedirmeleri unutmuş değiliz. Ama PKK'nin sivil halka sal dırılarını, çocuk, kadın, yaşlı, öğretmen kıyımlarını da unutmuş değiliz. Geçmi şin acı tortusu bütün ağırlığıyla her iki halkın belleğinden silinmiş değil. 30 binin üstünde insanın öldüğü bu gerilim ortamında yaşarken, biriken kinler, öfkeler buram buram tüterken, mayın pat latıp bomba atarak kentlere, kasabalara, köylere yeni cenazeler gönderilirken, devletten "önce sen operasyonları durdur" talebinde bulunmak en hafif ifadesiyle ya gerçeği görmekteki vahim bir zaafın işaretidir, ya da düpedüz barıştan yana olmamanın örtülmüş itirafıdır. Siz banş çağrısı yaparken, olaylar tırmandı. Bir yandan BingöTde tren yoluna bomba konuldu, diğer yandan Diyarbakır'da cenaze törenleri şiddet kullanı tstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, "Biz bu çağrıyı yaparken çok zor, çok engebeli ve çağrıyı yapanları zora sokabilecek bir y O | a çıktığıınızı biliyorduk" diyor... Fotoğraf: Serkan Yıldız Ölü ozanlar kentinde... Özgür Erbaş S ıvas ve Türkiye'nin geri kalanı için 2 Temmuz, farklı uzak tarihleri ifade ediyor. Sadece 12 yıl geçmemiş aradan Sıvas'ta. Sanki efsaneleşmiş, çok gerilerde kalmış 2 Temmuz. Zaten başka türlü açıklanamaz, ağıt yakarak, yakılrryş insanları anmaya gelenlere, Sıvaslıların evlerinin camlarından ya da kaldırım kenarından o kadar ürkek ve yabancı bakmaları. Çoğunluğu Avrupa'nın farklı kentlerinden gelen bir grup insan bu yıl, Sıvas'ta andılar yaktlan ir.sanları. Onlar hatırlattıkça öfkeleniyor Sıvaslılar, yüzlerinden belli. Bu olayla anılmak istemiyorlar, "Başkalarıydı bunu yapanlar, dışardan geldiler" demeyi sürdürüyorlar. Anmaya gelenler Madınıak Oteli müze olsun istiyorlar. Dünyanın diğer katliam yaşanmış kentlerindc, hatta 5 kişinin yakıldığı Almanya'nın Solingen kentinde olduğu gibi. Bu katliam anıtlannın anlamı tüm dünyada "Bu acılar bir daha yaşanmasın. Burası, bizi bİ2e hatırlatsın. Hatırlansın ki bir daha olmasın" anlamına geliyor. Oysa Madımak Oteli'nin alt katındaki Niyazi Bey lskender'in sahibi Niyazi Manav, "Bu şehirde Alevi Sünni ayrımı istemiyoruz. Bu olay artık unutulsun istiyoruz" diyor. Anmaya gelenlerse, "Burası kebapçı olmaya devam ettikçe, bizim acımızla dalga geçiliyor" diyorlar. Niyazi Manav bir basın açıklaması yaparak, "Dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Içişleri Bakanı ve Sıvas Valisi'nden hesap sorulursa ben de üzerime düşeni yaparım" diyor. Yani, ancak bu takdirde kapatacak kebapçıyı. Sıvas'ta konuşmak istediğimiz insanlar adlarını vermek istemiyorlar. Ricasını kabul edip konuştuğumuz otel yakınlarmdaki bir büfe sahibi" Buranın müze olmasını ister misiniz" sorusunu, "Neden istemeyeyim, turistler gelir" diye yanıdıyor ve ekliyor, "bir cahilliktir oldu, ama olmasa iyiydi. Yaşlıların yobazlığıydı. Şimdi gençler iyi geçiniyor birbiriyle..." Dışarıdaki anmaya dönüyoruz. Kalabalığın arasına usulca karışan, bıyıklannın uçlarını aşağı doğru uzatmasından "ideolojisini" anladığımız bir "genç" homurdanarak duruyor. Derken bir polis gelip "Ne işin var senin burada" deyip onu kalabalığın arasından çıkanyor. Başka gençler dükkânlarının, evlerinin camlarından bakıyorlar. Olan bitene bakıyorlar, sadece bakıyorlar. Tıplu 12 yıl önceki gençler gibi. Zaten anmaya gelenlerin sayısı da yakmaya gelenler kadar değil... Grup sloganlar atarak dağılıyor. Bu yılın anması da böylcce bitmiş oluyor. Ardından Madımak'ta yakılanlardan Hasret Gültekin'in Han Köyü'ndeki mezanna gidiyor dostları. Çiçek bırakıyorlar mezarına, hasret kaldıklan arkadaşlarını anıyorlar. Hasret Gültekin'in mezarının üzerinde sadece doğum yılı yazıyor: 1971. COGİ BABA KİM? Anmaların ertesi günü, Sıvas'ın Imranlı ilçesinin yeni adıyla Yünören, eski adıyla Cogi köyündcyiz. Kızılırmak kenarma kurulu köy kendi karnavalını kutluyor, "Cogi Baba 4. Geleneksel Kültür Festivali". Cogi Baba'ya atfedilen soğuk suyun ve türbenin etrafı duvarlarla çevrilmiş. İnsanlar sudan bir yudum içmek, türbenin taşlarını öpmek için birbiriyle yarışıyor. Biz de soruyoruz, "Cogi Baba kim?" Insanların gözünden alev çıkıyor sanki, "Ne demek Cogi Baba kim! Cogi Baba işte!" Dışarıdan geldiğimizi, kendisini tanımadığımızı, tanımak istediğimizi söylüyoruz. Kafalarını sallayarak uzaklaşanların dışında ak sakallı biri gözümüze ilişiyor. Yanına yaklaşıp sorumuzu tekrar ediyoruz, yanıtı net: "Ne fark eder? Ha Pir Sultan aşkına, ha Hacı Bektaş, ha Cogi Baba. Bunlar vesiledir, dua Allah'a edilir" Mustafa Çelik'in bu yanıtı da kafamızdaki soru işaretini silmeye yetmiyor. Türbeyi kaldırmak için gelenlerin kazmasmm ters dönüp kendilerine saplanması, soğuk suyu içen ağır hastaların bir anda şifa bulması, yıkılan türbenin ertesi sabah bir an 2 Temmuz anmasıyla Cogl Baba Festivali aynı tarihlere denk düşüyor. Sivas'ta yas var, Madımak Oteli müze olsun isteniyor. Cogi Baba Festivali'nde ise şarkılara adaklar eşlik ediyor. Peki Cogi Baba kim? da başka yerde ortaya çıkması, Cogi Baba'nın aslen tranlı olduğu... Bu bir efsane, ama herkesin efsanesi bir başka... Nihayet konuya ilişkin araştırmalar yapmış Rıfat Işık'a ulaşıyoruz. Işık'ın ilk sözü, "Şu anda bilinen, biri Şarkışla'da, diğeri Kuruçay'da 2 Cogi Baba türbesi daha var" oluyor. Peki Cogi Baba kim? Işık devam ediyor: "Hacı Bektaş ve Ahmet Yesevi tarafından, 'Horasan Erenleri' adıyla, Anadolu'yu Müslümanlaştırmak için gönderilen, iyi kılıç kullanan, filozof, yargıç, tabip olan kişilere böl gcdeki Ermeni ve Rumlar (logi Baba dcmi>(ler. Hatta Battal Gazi'ye de Cogi Baba denil diği sanılıyor. 1500 ile 1515 vılları arasında ki vergi kayıtlarına göre Kenıah Sancağı'nın Erzincan ilçesine bağlı (Jogı Köyü, 7 haneli ve 3 bin akçe vergi veren bir yerleşim. Bir de zaviyesi var. lşte biz bunun Cogi Baba olduğunu düşünüyoruz." Cogi Baba'nın kim olduğu bclli değil. Ama insanlar inanıyor. Kimi o inançla dünyayı daha güzel kılmaya çabalıyor, kimileri d* 12 yıl önce olduğu gibi insanları vakıyor. • "
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle