02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 10 TEMMUZ 2005 / SAYI 1007 Adalet budur... Magna Carta ilk insan hakları belgesi, ABD Anayasası bir ilk değilmiş. Ölüm cezası ve işkence bundan 3500 yıl önce yasaklanmış meğer. Bu bilgileri Hitit hukuku üzerine yazılmış bir tezden öğreniyoruz. Erdal •^^ı Doğan'ın çalışması, m ^ ^k \\ Hititler'de mülkiyetin olmadığını, doğanın korundugunu da gösterıyor. ir hukuk sistemi düşünün ki, ölüm cezası yok, hapishane var, ama neredeyse hiç kullanılmıyor. İşkence yasak, sabıka kaydı tutulmuyor. Kadınlarla erkekler handiyse eşit, evlilik öncesi cinscl ilişki suç ya da yüz kızartıcı bir durum oluşturmuyor. Kimsenin mülkiyetinde olmayan doğa korunuyor, failler meçhul kalmıyor... Bugünün diliyle, "modern" bu hükümlerin tarihi 3500 yıl geriye gidiyor ve tam da bu topraklarda kurulmuş bir uygarlığa, Hititlere ait. tşte bu hukuk sistemi, bugün "uygarlığın beşiği" sayılan Kıta Avrupa'sının hukuk sisteminin tcmelini oluşturan Roma Hukuku'nun neredeyse tam tersi özelliğc sahip. Avukat Erdal Doğan, Istanbul Bilgi Üniversitesi'nde İnsan Hakları Hukuku alanında yaptığı yüksek lisansını, "Hitit Hukuku ve Modern Hukuk Eleştirisi" konulu teziyle tamamladı. Hukuk aJanında bir ilk olan bu tez, herkesi "çağdaş", "modern", "ilerici" gibikavramlar üzerine bir kez daha düşünmeye çağınyor. 1 t işte s \. 1. X , jfc Hitit hukukunda neler var? ilk insan hakları bildirgesinin Magna Carta olmadığını ve bugün içın bilinen ilk anayasanın Hititlere ait olduğunu görüyoruz. 3500 yıl önce Hitit Kralı Telepinu yayımladığı bir fermanla kendi yetküerini sınırlandırıyor; yetkiyi kötüye kullanma hallerini sayıp bu du rumlarda iktidardan uzaklaştırılabileceğini söylüyor. Yaşlılardan oluşan Panku adında bir meclis var ve kötü uygulama halinde dönemin en ağır cezalarından olan sürgün cezası verebiliyor. Zaten insanlar arasında çatışma çıkarsa bu yönetimin yetersizliğine bağlanıyor, kral önce kendini sorumlu tutuyor. Kötii yönetim örnekleri neler? Entrika, iktidara ulaşmak için kan davası, yetkilerini kötüye kullanma sayılabilir. Yönetim ve yargılamaya ilişkin talimatnameler de var. Dönemin en büyük imparatorluğu ve egemenliği altmdaki halkların yargılama sistemlerine çok karışmıyor. Hatta otonom verdiği durumlar var. Devletler hukukunda da başka bir anlayışları var. Nasıl bir yaklaşım bu? Hitiderin Kadeş'ten önce komşu devletlerle hatta on lar istemeden yaptığı saldırmazlık anlaşmalan var. Egemenliği altındaki devletlerle de kardeşlik anlaşması yapıyorlar. Bu bambaşka bir imparatorluk anlayışı. Roma'dan çok farklı. Kültürünü dayatmıyor, tek tipleştirme yaklaşımı yok. Üstelik egemenliği altındaki halkların tanrılarını da kendi tanrıları yapıyorlar. Burada yine modern ya da çağdaş yaklaşım olarak sunulan merhamet, hoşgörü kavramlarından uzak bir yaşama biçimi var. Hoşgörü değil, onun gibi hissetmc ve benimseme... Bu nedenle "Bin Tanrılı Halk" diye anılıyor. Dikkatimi çeken kurallardan biri "Basit bir davayı zorlaştırmayın. Karmaştk bir davayı basitmiş gibi görmeyin" oldu. Evet bu çok önemli, çünkü adil yargılamaya büyük önem veriyorlar. Bugün dava öncesi hazırlık yeterince yapılmadığı için, reddedilmesi gereken bir davayla ilgili belge toplama aşaması yargılamanın içinde yapılıyor. Burada asıl korkulan müfettiş tabii. Bir de hazırlık soruşturması yeterli olmadığı için ceza davalarında deliller yargılamada toplanıyor ve tabii uzun tutukluluklar oluyor. Hitit talimatnamelerinin birinde "Ekmek ve bira uğruna karar verme" sözüyle en basit riişveti geri çevirin deniyor. Su kamışları, otlaklar, göletlerdeki kuşların korunmasının nedeni ne? Mülkiyet altında olmayan ya da herkesin olan diyelim, doğa da korunuyor. Doğayla barışık ve mülkiyetçi olmayan bir hukuk sistemi bu. Çok istisnai durumlarda ölüm cezası var ve uygulaması neredeyse yok. Imparatorun da af yetkisi var ayrıca. Bu da bize ölüm cezasının 3500 yıl önce nasıl kaldırılabildiğini gösterıyor. Oysa biz bugün buna gelişme, ilerleme, hak ve özgürlük alanında adım atma diyoruz! Cezalandırma sistemi nasıl? Cezalar tazminat hukuku içcrisinde ve çoğunlukla para cezası veriliyor. Üstelik o da kişinin maddi durumu göz önüne alınarak belirleniyor. Ceza sistemi de kişiyi toplumdan dışlamak üzerine kurulu değil anladığım kadarıyla. Tazminatlarda sürekli "Şu kadar öde ve suçu evinden uzaklaştır" sözü tekrar ediliyor. Kayıt tutma, sabıkalama yok. Oysa bugün artık fişlemeden söz ediyoruz. Faili meçhul bırakmak da yok sanırım... Evet, eğer birinin tarlasında kimin öldürdüğü belli olmayan bir ceset bulunursa belli bir alan içerisindeki tüm tarla sahipleri o ölümden sorumlu tutuluyor. Böyle olunca failler de bir şekilde ortaya çıkıyor. Işkence, vahşice cezalandırma kesinlikle yasak. Evlilikle ilgili de ayrıntılı diizenlemeler var. Bu durumda Hitit hukukunun bilinen ilk medeni yasayı içerdiği söylenebilir tni? Söylenebilir tabii. Çok farklı durumlar göz önüne alınarak düzenlemeler yapılmış. Evli bir kadın babasının evinde yaşamayı sürdürebiliyor örneğin. EvÜlik öncesi cinsel ilişki yüz kızartıcı bir durum oluşturmuyor. Eşcinsel ilişki yasaklanmamış. Kadın da nişanı bozabiliyor, boşanabiliyor ve maddi durumuna göre çocuğu alabiliyor. Zorla evlendirme yok. Özgür kadın bir köleyle evlenebiliyor. Bir de edinilmiş mallara ortak katılım denilebilecek bir sistemleri var ki Türkiye'de kadın hareketinin gündemindeki konulardan biri hâlâ bu!» PAZARIN PENCERESİNDEN Avrupaca ve kökeni Selçuk Erez S ir William Jones (17461794) ilk kez Latince, Yunanca, Sanskritçe ve Farsça'nın aynı kökenden gelebileceğini ileri sürmüştür. Bugün Avrupa'da kullanılan dillerin çoğunun içinde yer aldığı diller grubuna HintAvrupa dilleri denmektedir. Uzun süredir bu dillerin kökeninin nereden kaynaklandığı araştırılmaktadır: Dil araştırıcıları ve arkeologlar, HintAvrupa dillerinin kaynağı dili konuşanlan şöyle tanımlamaktaydı: Bunlar, yarı göçebe insanlardı; davar ve koyun beslerlerdi. Atı (ekwos) ehlileştirmiş, inek ("geviş" kelimesini andıran gwous olarak anılırdı) ekonomilerinde, dinlerinde ve mitolojilerinde önemli bir yer tutardı. Zenginük, sahip olunan hayvan sayısı (pekus denirdi ve latincedeki "pecunia" yani "değer" kelimesinin bu kökten ürediği ileri sürülür) ile ölçülürdü. 1902'de G. Kossina, anavatanın Almanya'nın kuzeyi olduğunu ileri sürnıüş, 1915'te G. Childe, kaynağın, Karadeniz'in kuzeyindeki steplerde aramak gerektiğini söylemişti. Başlangıcı IÖ 4000 yılına taşıyan bu görüş, son zamanlara kadar ağır basmıştı. Bu gorüşü göre Avrupaca'nın öncülü dil, at sırtında savaşçılarla dalga dalga dağılmış, bu dili konuşanlar, zamanın yumuşak başlı Avrupalılarını ait edip dillerini egemen kılmışlardı. Ancak, Cambridge Üniversitesi Arkeoloji hocalarından Colin Renfrew, 1989'da B Özgür Erbaş Herkes yüziinü Batı'ya dönmüşken Hitit hukuku çalışmanızın nedeni ne? Temel sorunlardan biri insanlık tarihinin bize bugüne kadar anlatıldığı gibi düz bir çizgi halinde ilerleyip ilerlememesi aslında. Beni rahatsız eden bir fikirdi bu. Marksist öğreti de insanlık tarihini böyle anlattı. Böyle bakınca haklar ve hukuk alanındaki her gelişme bir önceki döneme göre ileri bir adım olmalı, ama Sümer ve Asur'da kadınlar bir araya gelip bar işletiyorlar örneğin. 4000 yıl önce rahatlıkla yapılabilen bir şey bugün bu kadar zorsa burada bir sorun var demektir... Tarih bize yanlış ve eksik öğretildi düşüncesinden çıkışla tez konumu belirledim. Hitit hukukundan çıkışla modern hukuk ve modernite eleştirisi yaptım. Okunan az sayıda Hitit tableti, hukuk sistemine ışık tuttu... (Fotoğraflar YKY'den çıkan Boğazköy'den Karatepe'yeHititbilim ve Hitit Dünyasının Keşfi'nden alınmıştır) OSMAN BAHADIR [email protected] &D yıl önce Bu hususta Türk memleketlerinin hiç birinde şimdiye kadar bir adım atılmamıştı. Bu büyük noksan Türkçülüğün yeni ve ümitli kâbesi olan Ankara'da telafi ediliyor. Türk istiklalinin kutsal beşiği olan Ankara her türlü gösterişten uzak olarak parlak Türk medeniyetini yaratacak olan esasları birer birer kurarak muazzam yolunda devam ediyor. Ankara Hukuk Mektebi'nde "Türk Hukuku Tarihi" kürsüsünün kurulması ile ilmi hayatımızın zenginleşeceği ve ileride idari ve devlet teşkilatımızın da müstafid (yararlı) olacağı şüphesizdir. Bu mühim ve fevkalade zor ' vazifeyi deruhte etmiş (yüklenmiş) olan müderris Sadri Maksudi Bey'e muvaffakiyetler temenni ederiz. Sadi Bey, Kazan Türklerindendir. Paris Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş ve Moskova llfı Darülfünunu'nda Rusça imtihanlannı geçerek Rusya'da dava vekilliğinde bulunmuştur. 1907 senesinde Çar Rusya'sında Kazan Türkleri tarafından Duma'ya mebus seçilmiş ve orada Rusya'daki Müslümanların milli, medeni haklarının müdafaasına çalışmış ve Rus inkılabından sonra Volga Türkleri Millet Meclisi'ne reis seçilmişti. 1919'dan 1923 senesine kadar Paris, Londra, Berlin kütüphanelerinde Türkiyat hakkındaki incelemelerini tamamlamaya ve olgunlaştırmaya çalışmış ve son iki sene Sorbonne'da Türk akvamı (kavimleri) tarihi eğitimini üstlenmişti. Birkaç ay önce Maarif Vekaleti tarafından Telif ve Tercüme Heyeti azalığına davet edilmiş olan Sadri Bey'e daha sonra Adliye Vekaleti tarafından Ankara Hukuk Mektebi'nde Türk Hukuku Tarihi müderrisliği de verilmiş ve Sadri Maksudi Bey pek şerefli vazifesine başlamıştır. 25 Kasım 1925 Türk Hukuk Tarihi nkara Hukuk Mektebi'nde Sadri Maksudi Bey tarafından Türk Hukuk Tarihi tedrisine (öğretimine) başlanmıştır. Bu münasebetle Başvekil Ismet Paşa hazretlerinin fahri müderrisliğini kabul ettikleri bu yeni ilim ile müderrisi hakkında şu izahatı vermeyı lüzumlu sayıyoruz; Türk hukuk tarihi, kelimenin bütün manasıyla yeni bir ilimdir. Türk tarihi, Türk harsı birçok bakımlardan yabancı ve Türk alimleri tarafından incelenmekte ise de Türk hukuku maalesel şimdiye kadar tarihimizin, ananemizin mufassal (ayrıntılı) safhalarından tahlil edilerek açıklıkla meydana konulmamıştı. Bu esasların bütünü ve bunlara dayalı prensiplerin konulnıasıyladır kı, Türk hukuku sağlam bir mecraya dökülecektir. A yayımlanmış olan "Archeology and Language" adlı eserinde, HintAvrupa dillerinin kökeninin Anadolu'da olduğunu ileri sürmüştür. New Scientist'teki bir yazısında Prof. Barry Cunliffe'in, "uzun yıllar boyunca en önemli arkeoloji kitaplarından biri" olarak anımsanacağını söylediği bu eserde Prof. Colin Renfrew, son arkeolojik bulgulara, dillerin tarih boyunca birbirleriyle olan ilişkilerine (Buna Glottokronoloji deniyor), ayrıca eski yerleşmelerde bulunan hububatın zamanla nerelerden gelip nerelere dağıldığını (Buna da Paleoetnobotani deniyor) inceleyenlerin bulduklarına dayanarak kökenin Anadolu olduğunu ileri sürmüştür. Ekrem AkurgaFa göre, IÖ 80005000 yıllarında gerçekleşen Yeni Taş Çağı'nın yeryüzündeki en önemli dört yerleşme merkezi Anadolu'da, Çayönü, Hacılar, Çatalhöyük ve Köşkhöyük'te bulunuyor. Buralardan kaynaklı bir çok kültür ve ekonomi ürününün doğuya ve batıya gittiğinin belirtileri sayısızdır: Mesela, Hacılar ve Çatalhöyük'te bulunmuş olan Tanrı Ana, zamanla Hititlerden Romalıların sonuna kadar rastlanan Kibele adlı tanrıçanın ilk şeklidir. Renfrew, Anadolulu çiftçilerin kılıç ve kalkanla değil, sosyalticari ilişkilerle yavaş yavaş yayıldıklarına, kültürlerini Avrupa'ya aktardıklarına inanmaktadır. Kuzeye ve doğuya yayılma da benzerdir. Bu teorinin bilinmesinde yarar vardır: Bir kere, bunu kavradıklarında, AB insanlarının, dillerinin doğduğu topraklara, bu dilleri konuşanlarm biyolojik ve kültürel mirasçılarına daha sıcak bakmaları akla yatkındır. Ayrıca bu dilin kaynağını oluşturan Anadolu merkezlerine koruyucu, geliştirici yatırımların yapılmasının önemi de kavranılmış olur. Çatalhöyük gibi kültür odaklarının kazılarını yapanlara büyük çapta yardımın, Boğazkale'deki Yazılıkaya gibi Hitit merkezlerinin değişen ve olumsuzlaşan doğa şartlarına karşı yeterince korunmasının ^ gerektiği de anlaşılır. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle