Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 HAZÎRAN 2005 / SAYI 1005 . O N Haber Merkezi Koordinatörü ÇİĞDEM ANAT lyiler tuzaklara oyun zannederek düşerler Ada Su O 01 bakırkfty gdkdll gözen berlllz el etller kenl engllsh medlkasev bogartçi Inglllzce engllsh lasl karya el suadlye . ", engllsh acadetfy promelhe • şamplyon Inglllzee the engllsh centre verdll deulcom el tsksloı bir haber merkezini yönetiyor. Fırsat buldukça yazıyor, o kadar yoğun bir iş temposu var ki yazdıklarını on yıl sonra kolaj yapıp kitap haline getirebiliyor. Hiçbir şeyin, hikâyelerinin bile sonuyla ilgilenmiyor, çünkü son zaten bitiş anlamına geliyor. Çiğdem Anat, yıllarını televizyon haberciliğine vermiş, başanlı bir isim. Bunun yanı sıra, "Aklım Nereye Gidiyor Ellerim Nereye" ve "Hayat Geçiyor Sen Neredesin" adlı iki kitabında okuruyla buluştu. Anat hep soruyor. Televizyon ekranında da, kitaplarının adında da, satırlarında da... Sorgulamanın yorgunluğunu za engllsh home be»t unullsh (0322) 459 67 3 a (0242) 247 A 7 55 üyesi indFrlmfî dîl öğrenebiJeceğin kursfâr (0212)66165 61 (0212 570 18 49 (0212)543 67 87 (0212)293 74 00 (0212)282 90 64 (0216)347 27 91 (0216) 330 46*08 (0212)217 4124 karacan prastlge «nglısh (0312) 417 12 12 <0224)225 64 (0222)231 18 00 (0222) 220 12 13 (0222)23135 96 manla nasıl törpülediğini konuştuk: tlk kitapla başlamak istiyorum. Sarsıcı bir kitap ve fazlasıyla sorgulayıcı. Siz bu duyguları anlatacak kelimeleri bulurken sarsıldınız mı? Hissettikleriniz, gördükleriniz, yaşadıklannız sarsıcıysa ve siz sarsıntryı susarak durdurmak yerine, yazarak bağırmayı seçiyorsanız, etkilendiğiniz kadar etkilemek istıyorsanız, uygun kelimeleri de buluyorsunuz. Bir gazetecisiniz, elbette sorgulayıcısınızdır, ama bu bir sorun aslında. Yani sorgulayıcı insanın sorunları hiçbir zaman gündelik değildir ya, bu yorucu olsa gerek? Yorula yorula sanki yorulmazsınız gibi geliyor. Soru sormak, cevaplarla yetinmeyince sormaya devam etmek, sunulanı kabul etmemek demek. Sorarak bakmak ve konuşmak, sürekli düşünmek demek. Kafalar yıllar içinde yaşlanıyor, razı oluyor, kanıksıyor, fark etmeden boyun eğiyor belki, ama düşünmeyı erken öğrenmişseniz düşünmek durdurulamıyor. Düşünmek, sormak yoruyor tabii. Ama yorulmadan hayatta kalma şansınız yok. Zamanla bu sorgulamalar biraz törpüleniyor mu, sanki ikinci kitapta eskisi kadar acımasızca eleştirmiyorsunuz; yani o da sarsıcı, ama ilki kadar her kelimede değil gibi... Zamanla sorgulamalar biraz törpüleniyor, doğru. Çünkü büyüyorsunuz, daha çok bilmiş, öğrenmiş oluyorsunuz. Değıştiremeyeceklennizı anlayacak kadar akıllı hale geliyorsunuz. Değiştirebilecekleriniz için cesaretinizi kaybetmeden uğraşabilmeyi ovunç kaynağı sayıyorsunuz. îkinci kitapta da eleştiri dozu ağırdı, ama eleştirilerin beslendiği zemin ve koşullar, cleştirılen kişüerin savunma mekanizmaları da ortaya konııyordu. Yani sızi eleştıriyorum, ama halinizı de anhyorum deniyordu. Öflce dozu azalmış, hoşgörü dozu artmış, ama kırgınlık, kırıklık dozu artmış, büyümüş tondaydı eleştiriler. îlk kitapta şöyle bir söz var: "Oyunlara kanmak çocukluk alışkanlığımız. Oyunların masumiyeti kalmadı şimdi". Bunu biraz açalım: Çocukluk oyunlarımızla büyüklük oyunlarımızı ayıran çizginin adı masumiyet mi? Evet ma&umiyet Çocukların oyuncak tabancayı çekip, etrafı taramaları üzerine attıkları kahkahalar sevimli görülür. Büyüklerin parmaklarıyla tabanca taklidi yapmaları ise psikopatlık diye algılanır ki gerçek payı da vardır. Kötülüklerle kuşatılarak büyüyen ve sonunda kotü adam olan amcaların oyunları tuzaktır. lyi insanlar tuzaklara oyun zannederek düşerler. Düşülen tuzak sayısı çoğaldıkça ıyiler de kötüye donüşürler. Sizi ekranda gördüğümde hep mücadele etmek ve bunun için kalmaya niyetli biri izlenim edinmiştim. Kitaplarınızı okuduğumdaysa gitmek durumunu hep ister gibisiniz. Gitmek mi, kalmak mı? Hep mücadeleederek kalmanın, kaybeden olmjyı kabul etmeyerek çabalamanın doğruluğuna inanırım. Fakat ne pahasına olursa olsun ayakta durmak yanhştır. Sizi kucaklayanlar öldürülürse ya siz katillerı öldürmelisiniz ya da ölmelisıniz. Ölmek; gitmek, uzaklaşmak, terk etmek de olabilir. Sevdiklerim ve ben çok yara aldık, kimi zaman gitmek istiyoruz. Bir kadeh rakı ıçtığımizde ağlıyoruz. Yine ilk kitapta "Kavga etmeyi öğrendim, horozdan daha âlâ" diyorsunuz. Size kavga etmeyi ne öğretti ve siz en çok ne için kavga edersiniz? Insan en çok doğru bildiklerini savunmak için kavga eder. Sonra sevdiklerini korumak için. Sonra kendini parçalatmamak için. Ben de bunlar ıçın kavga ediyorum. Bize kavga etmeyi 19701990 yılları arasındaki 20 yıl öğretti. İYİ HABERCİ OLMAK İSTEDİM... İkinci kitap; kahramanlarınız, ateşböceği, riizgâr sesi, boğa gücii ve ana kraliçe... Kim bunlar? tkinci kitabımdaki kahramanları büyük şehırde oturan, eğitimli, meslek sahibi herkes tanır. Işyerimizde, evimizde ve sokaklarda onlar var. Biz de o kahramanlardan biri ya da birkaçıyız. Beni tanıyanlar kitaptaki Ateş Böceği'nin ben olduğunu duşündüler. Ateş Böceği'nin bazı karakteristik özelliklerine sahibim belki, ama hiçbir zaman Ateş Böceği kadar naif, kırılgan hatta teslimiyetçı olmadım. Kitapları yazarken, gözlem gözünüzü neye çeviriyorsunuz, iş hayatına mı, sokağa mı? Yazan kişiyi her şey besler. Bir mimik, bir tavır, bir hal, eda bile büyük çağrışımlara yol açabilir. Farklı çevrelerde bulunup, farklı hayat biçimleri denediyseniz, koşullarınız değişkense çağrışımlarınız çoğahr. Zihni köreltmeyip, hep uyanık tutabilirseniz beslenmeniz kesintiye uğramaz. îşyerleri, sokaklar, evler, şehirler, atmosfer hep size çalışır. Ateş Böceği'ni neden öldürdünüz? Ateş Böceği tutkusunun peşinden giderek, değişimi kabullenmek istemeyerek, müzmin acılar çekerek daha ne kadar yaşayabilirdi ki, yaşasaydı kendini kaybedecekti, yani yine ölecekti. Kitapların şöyle bir tarafı var: Okurken, sonunu merak etmiyorsunuz aslında. Yani her bir cümle o kadar yoğun birşeyleri anlatıyor ve okuyanı kendi hayatında arayışa sürüklüyor ki, bir sona ihtiyaç duymuyor. Bu bilinçli bir tarz mı, yoksa... Hayatta hiçbir şeyin sonuyla ilgilenmedim Son, zaten bitmek manasına geliyor. Bitışın, sonun üzerine ne kadar konuşabilir ya da tartışabılirsıniz ki? Son bulanı değiştiremezsiniz ki. Başlangıçtan itibaren sona giden yoldadır bütün faaliyet. Kahın da, sefası da yoldadır. Yolları döşemeli ipekten, çiçekten, böcekten, acıdan, ncşeden... Son olarak kariyerden bahsetmek istiyorum. Onemli bir yerde, etkin bir haber merkezinin başındasınız. Bu planladığınız bir kariyer miydi? Hayır değildi. Ben sadece çok iyi bir haberci olmak istedım, bunun için çok çalıştım. Öğrenci kimliğımden uzaklaşmadım, yaratıcılığımı besledım. Kendimi vazgeçilmez hiç görmedim. Dolayısıyla kendimi çoğu gibi kaybetmedim. • indirimli kursu O)JSs üyeol,nnutJuot