16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZARIN PENCERESİNDEN 26 HAZÎRAN 2005 / SAYI 1005 Kaçıp gitmek Selçuk Erez ernando Pessoa (doğ.1888) ömrünün uzun bir bölümünü Lizbon'da geçirmiş. Çok yazmış ama yaşadığı süre pek bilinmemiş. 1935'te öldükten sonra 25.000 şiir, mektup vc güncesi bulunmuş. Bunların bir bölümü, "Book of Disquiet" başlığıyla 1991'de Maria J. de Lancastre tarafından yayımlanmış (Serpent's tail. Londra .s.10 ) Pessoa, bir yerinde şunları söylemiş: "Kaçmak isterdim, tüm bildiklerimden, bana ait olandan, sevdiğimden. Ulaşılması güç Hint adalarına ya da tüm adalann güneyinin çok ötesinde yer alan topraklara değil ama burda olmamak gibi olumlu bir niteliği olan bir köye, bir çöle gitmek isterdim. Her gün gördüklerime rastlamamak istiyorum. Yaşam boyu sürdürdüğüm özelliklere ara vermek istiyorum.. .Deniz kenarında bir kulübe, hatta kaba hatlı bir dağda bir mağara yeterdi. Maalesef, bu özlem, tek başına bunlara kavuşabilmeme yetmeyecektir." Pessoa, sürekli yaşadığı kentten kaçmak istiyor; yaşamı, içini açmadığından istiyor bunu. Peki, köyde doğmuş ve büyümüşler, bir kente göçmek ve orada sürdürmek zorunda kalınca yaşamlarını, ne hissedcrler? Bunlardan biri, Libya lideri Kaddafi, (Cehenneme Kaçış başlığıyla çevrilmiş kitabında) şöyle diyor: "Kent, sosyal ilişkilerin mezarlığıdır... Buraya gelenler onun dalgaları üstünde bir sokaktan, bir semtten başkasına, bir işten diğerine, bir dosttan başka bir dosta kulaç atmak zorunda kalırlar. Kentin yapısı gereği,ordaki yaşam bencilliği ve çıkarcılığı doyurmaya yönelir." Umut şiddeti çözer mi? ilar, ağlayamıyordu bile, ta ki, bir polise kendisine saldırıda bulunulduğunu anlatıncaya kadar... Görevli, saldırganın evine nasıl girdiğini soruyor, "Benim evimde yaşiyor" derken duraksıyordu: "O, kocam". Vücudunda büyük yara olup olmadığını soruyordugörevli, "Hayır",eşyalarımıparçaladı "Evet... Her şeyimi parçaladı"... "Gözlerimi de Al" (Te Doy Mis Ojos) isimli Ispanyol yapımı filmde 9 yıllık evüliğini böyle özetliyordu Pilar (Laia Marul). Şiddetin yoğun olarak yaşandığı ailenin içine giren ve bütün hatlarıyla, aile içi şiddeti gözler önüne seren filmde, şiddet sahneleri çok fazla yer almamış, ancak gerginliği bütün hatlarıyla hissedebiliyorsunuz. Film hakkında çok şey duydunuz, ben, filmin bugüne kadar uluslararası 22 festivalden 48 ödülle döndüğünden, ülkesi tspanya'da bir milyondan fazla seyirciye ulaştığından ve şu ana kadar gösterim haklarının 25 ülkeye satıldığından başka bir şey anlat mayacağım. Benim hikâyemin kahramanı, 30 yaşında, 18 yaşından bu yana yaşamını kendi kazanan, üniversite eğitimi almış, şu an çok iyi bir şirkette çalışan ve adını Sevgi olarak değiştirBir kadının şiddete diğim bir kadın. Şule Köktürk P F neden katlandığının yanıtıydı "Gözlerimi lkinde kollanndan tutup sarsmıştı Sev gi'yi ve Sevgi daha önce hiçbir gözde de Al" isimli film, böyle bir nefret görmemişti. Kaçmak istedi, kaçamadı, daha kötüsünü ya"her evlillkte olur" pacağından korktu, sevgilisi kolunu hızla tudiyen akıl hocaları, tarken... "Gitme" dedi adam. Bu sözcük birbirlerine ihtiyacı olan sevgililerin sarf ettik yaşanmış bir aşk ve lerinden biriydi. Olabilir miydi, az önce gözumut. Bizim lerinde bu korkunç ifadeyi gördüğü adam şimdi sevgili rolüne geri dönüyordu. Özür öykümüzün dilemeye başlamıştı bile, kendini kontrol kahramanı da "Bir edemediğini söylüyor, affetmesini istiyordu. Bir daha yapmayacaktı, hem ne vardı ki sadaha olmayacak" dece kollanndan tutup sarsmıştı. Ya gözleumuduyla 10 yıllık rindeki o ifade? Üniversiteden mezun olma sına da şurada bırkaç ay kalmıştı, adam ise bir beraberliği aynı fakülteden geçen sene mezun olmuştu sürdürdü, Evlilik planları yapmaya başlamışlardı bile... Birkaç gün, o güne dek olmadığı kadar sürdürüyor... dalgın dolaştı Sevgi, sonra sevgilisinin ısrarlarına dayanamayarak tekrar görüştü onunla, affetmişti artık, bir daha olmayacaktı, bir daha olmayacaktı... Mezun oldular ve evlilik hazırlıklarına başladılar, aileler tanıştırıldı, nişan sözü alındı. Bu arada yine tartışıyorlar, yine küçük çapta şiddet olayları yaşanıyordu, ama bunları büyütmemeliydi! Yaşadıklarını paylaştığı kişiler de "Her çift arasında olur böyle şeyler" deyip duruyorlardı. Bir gün sevgilisi işyerinde ziyaretine geldi. Sevgi'nin üzerindeki kıyafete baktığında, gözlerinde yine aynı ifade belirdi. Yine kaçmak istedi ama yapamadı, çevresınde iş arkadaşları vardı ve o müstakbel nişanlısından kaçıyordu, olacak iş değildi. Eşyalarını toplayıp ayrıldı hemen biirodan. Şaıtlar oluşmuştu, aynı şeyin tekrarlanacağı sinyalini almıştı, olursa bari burada olmasın diyerek attı kendini sokağa ve o gün her şey yine parçalandı. Bu kez kaçtı Sevgi, • çok uzağa gidemedi belki, ama kaçtı. Yaklaşık 4 ay görüşmediler. Sevgilisi ise bu arada sorunlarını psikiyatrik yardım alarak çözmeye çalıştı. Sürekli gelen telefonlar ve özürler nedeniyle görüşmeye karar verdi Sevgi, oysa araya bir başka aşk öyküsü girmişti. Görüştü ve karşısındaki insanın kendisine ne kadar ihtiyacı olduğunu anladı, onu bazen çocuğu gibi görürdü, yine o duygu uyandı içinde, yine ona yardım etmek istedi. Görüşmeye devam ettiler, psikiyatrik yardım alırken Sevgi onun yanında oldu ve bir süre sonra ondan başkasının "güven" vermediğine inandırdı kendisini. Evlilik hazırlıkları kaldığı yerden devam etti. Evlendiler, ama evlilik, yaşananlann sıklığını arttırdı. Erich Fromm'un bir bölümünü bu tür ilişkilere ayırdığı "Özgürlükten Kaçış" adlı kitabında anlattığı, korkularla yaşayan çağdaş insan oluşmuştu. Otorite şiddetle boyun eğdirmiş, kanadarı kırılmış, artık gidemez hale gelmişti Sevgi. Ozgürlüğüne sahip çıkamıyordu, ruhsal açıdan bir robottu artık. Yaşama karşı tam bir açlık içinde olmasına karşın ondan uzak duruyor, kaçıyordu. Çünkü davranışları ve kararları kendisine ait değildi. Artık bu girdabın dışına çıkamıyordu. "Neden onunla hâlâ birliktesin" diye sorulduğunda, "Onu çok seviyorum, onun da be ni öperken hâlâ titrediğini hissediyorum..." diyordu, "Olay olduktan ve o özür diledikten sonra ktsa bir süre içinde unutuyorum her şeyi. Ne zaman hatırlıyorum, tekrarlanınca..." Çocukları yoktu, "Yapmak istemedim" diyordu, "Çocuğumun yaşama bu şekilde başlamasını istemiyordum"... Kendini mağdur olarak görmüyordu. Öyleydi de. Ne kocası tam bir canavardı, ne kendisi tam bir mağdur. Bu onun seçimiydi ve getirdiklerine katlanabilirdi. Bu yüzdcn insanların ona acımasını istemiyordu. Aslında perdelediği güçsüz olduğunun görülmesiydi. Gerekçesi hep aynıydı, "Şiddet uygulamadığı zamanlarda onu seviyorum". Bugün de kocasıyla birlikte Sevgi. 10 yıllık beraberliği bir kenara atamadı. Uzun süredir evde şiddetin yaşanmadığını söylüyor. Bir daha olmayacak umuduyla ilişkisini sürdürüyor. P ilar, evden korku filmi sahnelerini andıran görüntülerle kaçmasına karşın dönmüştü kocasına, ancak parçalanan yaşama devam edilerneyeceğini anlayınca, son kez gitti. Yaşanmış bir aşk insan hayatında 10 yıl kayba yol açmamalıydı. Ya akıl hocaları, yaşama kadanılması gereken bir olay gibi bakanlar, bu kaybı ödeyebilir mi? • Öyleyse ne yapmalı? Kaddafi, "Kaç!" diyor: "Kaç, kentten, pislikten, zehirden, sıkıntıdan kaç... Bu solucanımsı yaşamdan sıyrıl ve köyüne git!" Bulunduğumuz yerden kaçıp gitmek isteği sadece değeri sonradan anlaşılmış Portekizli yazarlarla, değeri sonradan tartışılacak devlet büyüklerine özgü bir şey midir? Tümümüzde zaman zaman belirmez mi bu dürtü? Tatillerin kısalığından bahsaçmaz, tatillerin sürekliliğini için için dilemez miyiz? Dileriz! Bunu çok kez birbirimize yalm ve görkemsiz, bazen de dilimiz çözülür, şarkıyla, ya da Neruda gibi şiirle söylemez miyiz? Neruda, D. Behramoğlu'nun çevirisiyle dilimize aktarılan şiirinde "Nasıl bıkmayız gündüz sehirlere dökülen o ince külden?.. ttiç değilse haftada bir'iki günden, masada kalmış kirli tabaklar gibi hep aynı olan isimleriyle ve kalkmaktan?" dememiş mi? Değişen, değiştiği için bizi tehdit eden nesneye kızmak mı, yerinde oturup kadere küsmek mi, eskiye ağıt yazıp ağlamak mı bizi düze çıkarır, yoksa değişmenin yani kaosun, karmaşanın asıl kural olduğunu bilip kendimize buna göre bir yol çizmek mi? Bir ucu ısıtılan, diğer ucu buzla soğutulan dıkdörtgen bir su kabına yerleştireceğiniz amip denen tek hücreli canhlar bile gider kabın ısıdan ve buzdan en uzak noktasında, yani kabın tam ortasında durup korumaya çalışırlar varlıklarını. Kişisel yaşamda amiplerden öğrendiğimizi yapmak, "Ah ben ne şanssızım, belalar hep beni bulur!" demek ve de bataklığa dönüşen ortamda oturmayı sürdürüp sivrisineklere alışmağa çalışmak yerine öteye göç etmek akla yatkındır! Peki, bataklık, tüm yurdu kaplamaktaysa? Bernard Shaw'un dediğine kulak vermeli: "Akıllı kişi, kendini dünyaya uyarlar; akıllı olmayanlarsa dünyayı kendilerine uyarlamağa çabalarlar. Dolayısıyla bütün gelişmeler, akıllı olmayanlara bağlıdır!" O zaman atılacak ilk adım, Neruda'nın o şiirinde iyi tanımlanmıştır: "Bir başıma bıkmak istemıyorum, sizin de bıkmanızı istiyorum!" Ne yapıp yapın, tcpkinizi çevrenize, toplumunuza yayın ki o bataklık kurusun, o makus talih değişsin! 0 rkadaşım Penny ile ilk tanıştığımda henüz 10 yaşındaydım. Toplum kurallarına kolay kolay boyun eğmeyen, kendinden emin biriydi. Yıllar sonra o da benden ilk görüşte etkilendiğini söylemişti. îkimizin de hafif isyancı, sanatsal duyarlığı ağır basan bir yönü vardı. Genç kızlığa adım attığımızda aramızdaki bağ daha da güçlendi. Aynı tür kitaplardan, aynı tür müzikten hoşlanıyor, benzer biçimlerde giyinip kuşanıyor ve aynı gruptan insanlarla takılıyorduk. O yıllar kişiliğimizin biçimlenmesinde en etkili dönemdi. Penny ile yaklaşık 20 yıldır tanışıyoruz. Seçtiğimiz meslekler de birbirleriyle ilintili. Ben gazeteciyim, o ise sanat dergileri yayımlıyor. Otuzlu yaşlarımızı devirmekte olduğumuz şimdilerde birbirimize yine eskisi gibi bağlıyız. îspanyollar "Arkadaşsız bir yaşam, tek başına ölmek gibi bir şeydir," derler. Son dönemlerde yapılan araştırmalar çoğumuzun belli bir zaman diliminde ortalama 30 kadar arkadaşı olduğunu, bunlardan altısını kendimize daha yakın hissettiğimizi ortaya koyuyor. Bu durum her iki cins için de geçerli olmakla birlikte, erkeklerde yakın dost sayısının kadınlardan bir eksik olduğu belirtiliyor. Iki yıl önce bir ilişki uğruna îrlanda'nın kırsal kesimine taşınmak zorunda kaldım. Her yönüyle sorunlu bir ilişkiydi. Kırsal yaşama zamanla ayak uydurabileceğimi ve yaşadığım ilişkinin desteğiyle vazgeçmek zorunda Arkadaşlık 5f ' % aşktan da üstün A olduğum şeylerin yarattığı boşluğu kapatacağımı, her şeyin üstesinden geleceğimi sanıyordum. Sekiz ay içinde bir aşk ilişkisinde dostların yani başınızda olmasının önemini ve yaşamın yalnızca sevgiliden ibaret olmadığını anladım. Eski halimi özlüyor, Penny ile dostluğumuzun artık eskisi gibi olmayacağından korkuyordum. Işte o zaman dönmeye karar verdim. 400 ARKADAŞ, 40 DOST Ruhbilimcilere göre başımdan geçenler hiç de sıra dışı bir şey değildi. Uzmanlar yaşam boyu süren dostlukların kişinin kendi kimliğini kavramasına yardımcı olduğuna, böylesi eşsiz bir duyguya ne ana babayla, ne kardeşlerle, ne de sevgililerle yaşanan ilişkilerde tanık olunduğuna dikkat çekerek, "tnsanlar kendi ruh ikizlerini ararlar ve bulduklarında da onlara yaşamları boyunca bağlı kalırlar," diyorlar. Yine araştırmalar gösteriyor ki, insanlar yaşamlan boyunca 400 kadar arkadaş ediniyorlar, ancak bunların yalnızca yüzde 10'u kalıcı dostluklar olabiliyor. îşler kötüye gittiğindc, ya da ters bir davranışta bulunduğunda hemen hemen herkes o kişiye sırt çevirirken gerçek dostlar desteklerini bir an olsun esirgemiyorlar. Dostluk denen şey de zaten bundan ibarettir. Gerçek dost sizi her koşulda, sizi "siz olduğunuz" için seven, nelere gülüp nelere sinirlendiğinizi bilen kişidir. Kalıcı dostluklar statü, para, şan şöhret gözetmeyen dostluklardır. Gerçek dostlar insanı kötü Araştırmalar gösteriyor ki, yaşamımız boyunca 400 kadar arkadaş ediniyoruz, ama bunların ancak yüzde 10'u kalıcı dost olarak kalıyor. Peki dost dediğimiz, kim? Sizi her koşulda, "siz olduğunuz" için seven, nelere gülüp, nelere sinirlendiğinizi bilen kişi... Ayrıca kalıcı dostluklar ne statü tanıyor, ne şan şöhret, ne de para... günlerinde, ya da işlerinin tepetaklak gittiği dönemlerde yalnız bırakmazlar. Alain de Botton'un "Statü Endişesi" adlı kitabında belirttiği gibi, "Randevu defterinizi temizlemenin en iyi yolu tanıdıklarınızdan kimlerin hasta yatağınızdayken sizi ziyaret edebileceğini merak etmenizdir." Yazar bu gibi durumların insanlara arkadaşlıklarını yeniden değerlendirmelerine olanak tanıdığına ve zamana en çok direnip ayakta kalabilen ilişkilere yoğunlaşmaları için haklı bir gerekçe yarattığına dikkat çekiyor. Birçok kişi için arkadaşlık yaşamın en kalıcı, en sarsılmaz ilişkis'ı. Insanlar evlenip çoluk çocuğa karışmayı erteledikleri ya da böylesi bir şeye hiç bulaşmadıkları sürece bağımsız erişkinler olrnayı sürdürürler. Arkadaşlık aşktan daha üstün ve daha kalıcı bir duygudur. Boşanmaların doruğa tırmandığı ve aşk ılişkilerinin sürekli tökezlediği günümüzde, insanlar acılannı hafifletecek bir dostun sıcaklığına eskisinden de çok gereksinim duyuyorlar. • The Observer'dan çeviren: RİTA URGAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle