Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 22 MAYIS 2005 / SAYI 1000 Gecikmiş bir öykü... Televizyon dizisi "Seni Çok Ozledim"in teması, adına uygun: Özlemek. Öykü, şiddet, sorumluluk ya da haksızlık sonucu yerlerinden yurtlanndan edilen insanları anlatıyor. Arka planda ise yakın tarihin olayları var... Berat Günçıkan T elevizyon dizisi "Seni Çok Özledim"i izlerken yakın tarihi, anımsıyorsunuz... Failimeçhul cinayetler, geride kalanların savrulan hayatları, polismafya ilişkisi... Dizinin senaryo yazarı Süheyla Acar, yönetmeni Nihat Durak. "Dostluk Hüznü Paylaşmaktır" ve "Yağmurun Yedi Yüzü" kitaplarının, "Bütün Kapılar Kapalıydı" filminin senaryo yazarı da olan Acar'la "Seni Çok ÖzledirrT'i konuştuk: îsminden yola çıkarak değerlendirirsek dizinin ana teması özlem mi? Evet, çür.kü bu, herkesin yerinden, yurdundan olduğu bir hikâye. Leyla Köln'den, çocuklar ve Berfin ise Urfa'dan kalkıp Istanbul'a geldiler. Bu yüzden "Seni Çok Özledim", dizi boyunca, herkesin herkese çok sık söyleyeceği bir söz olarak kalacak. Leyla ve Şirin, ikiz kardeşlere bu masal kahramanlarının isimlerini verirken ne düşündünüz? Hikâyenin biraz da bir Doğu masalının içine girmesini, zeminin bir parçasının da bu olmasını istedik. Çünkü 20 yıl yurtdışında yaşamış Leyla'nın, Şirin'in çocuklarıyla ve diğerleriyle bir çatışma yaşamaması mümkün değildi. Onu, ait olduğu kente, Istanbul'a, buradaki yaşamına ve kurduğu yeni aileye, biraz da adını aldığı Doğu masallan yaklaştıracak. Bir yanda masal, bir yanda şiddet... Biz, Doğu'sundan Batı'sına, insanların mağdur olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Batı'da, büyük ekonomik krizler, Doğu'da terör yüzünden hayatlar dağılıp yeniden kuruluyor. Insanlar yerlerinden, yurtlarından ediliyor. "Seni Çok Özledim"de de hikâye bu. Hayata, bir kez daha, yeniden başlayanların öyküsü bu. Sonuçta televizyona, yani popiiler bir alana iş yapıyorsunuz, mafya devlet ilişkisini anlatırken dilinizi tuttuğunuz yerler oldu mu? Hayır. Ben, Bilgi Üniversitesi'nde senaryo dersleri veriyorum, orada söylediğim bir şey var: Doğru dili yakaladığınızda her hikâye herkese anlatılır. Hikâye dediğimiz şey aslında hayatın içinde karşılığı olan durumlardır. Ben de televizyon dizisi yazarken o doğru dili bulmaya çalıştım. Büyük kalabalıklara bir şey anlattığımın bilincinde olarak doğru dil nedir, insanlara bu hikâye nasıl anlatılır kaygısı taşıdım. Bir derdim de, "Haksızlığa karşı mücadele edildiğinde, kazanıldığı da olabiliyor"u anlatmaktı. Yani kahramanlarınız kazanacak... Evlerinde oturmuş diziyi seyredenlere bu ülkede kazananlar da oluyor diye düşündürtmek bence çok önemli. Bu açıdan, gerçekçi, ama umutlu bir öykü anlatıyoruz. "Seni Çok Özledim"de başrolleri ZuhalOlcayve Ege Aydan paylaşıyorlar. DÜNYANIN DOĞUSU... Ateş, derin devlete ne kadar ulaşabilecek, anne ve babasının katillerinin ne kadar iizerine gidebilecek, gerçeklerin üzerini ne kadar açabilecek? Ben, bir hayli açacak diye düşünüyorum. Ama tabii ki ekip olarak, bütün bu ilişkilerin çok karmaşık olduğunun farkındayız. Bu, Susurluk'ta ortaya çıkmıştı. O gün, bugündür ortada hâlâ tarif edilemeyen bir bütün var. O bütünü bir ucundan yakalamak önemli geliyor bana. Yoksa bir diziyle dünyayı değiştirmeyeceğimizin farkındayız. 20 yd Batılı düşünceye alışmış Leyla ne olacak, Doğulu yanıyla yüzleşip barışacak mı? Bu dizinin bir sözü var, "Dünyanın Doğusu îstanbul'dan başlar". Benim çok inandığım bir cümle bu. Leyla, Köln'den îstanbul'a geldiğinde, aslında dünyanın Doğu'suna ait olduğunu yıllar sonra yeniden hatırlayacak. Bence Îstanbul'dan Çin'e kadar uzanan, dolayısıylaUrfa'yla tstanbul'u, sandığımızdan çok daha fazla birbirine yaklaştıran ortak bir zemin var. Biz hep beraber dünyanın Doğusunda duruyoruz. Böyle algüadığınız zaman, Urfa'daki insanın Istanbul'a ya da buradaki insanın Urfa'ya nasıl baktığı meselesi, çok tali, çok yerel kalıyor. Bu yüzden hikâyenin içinde adı Doğu olan bir adarn var. O, dünyanın Doğu'sunun Îstanbul'dan başladığını kavramış bir Istanbullu adam. Artık bütün dünya açlık ya da savaş yüzünden bir yerden diğerine akıyor. Bu kadar büyük bir parçalanma ve yeniden toparlanma içinde, DoğuBatı çelişkisi çatışmaları anlatmak için yetersiz kalmıyor mu? Öyle gibi görünüyor, ama değil. Bugün, ezenezilen ilişkisinin yeni tarifi kendisini DoğuBatı çelişkisinde buldu. 94 yılında sınema okumaya Amerika'ya gitmiştim. Yıllarca kendini ateist olarak tarif etmiş, ömrünü Istanbul'da geçirmiş, Batılı bir eğitimle yetişmiş bir kadındım ama New York'da yaşarken fark ettim ki, ben aslında dünyanın Doğu'suna aitim, kendimi nasıl tarif edersem edeyim, Müslüman bir kültürün insanı olarak algıla nıyorum. Yaşamı boyunca enternasyonalizme inanmış biri olarak bugün geldiğimiz noktanın bana acı verdiğini söylemeliyim, ama gerçek bu. Hepimiz, bugün adına "Büyük Ortadoğu Projesi" denilen, aslında ezen ülkelerin dünyayı gönüllerince yeniden paylaşma projelerinin birer nesnesi değil miyiz?.. "Seni Çok Özledim", o büyük projelerin mağduru olan tek tek insanların öyküsü. O insanlar burada acılarını kendi başlarına yaşıyorlar. Bir dünya insanı olmak durumu şu anda bana ideal gibi geliyor, orası varılacak bir yer, ama henüz orada değiliz. Bu yüzden şimdilik kendimi Doğu hikâyeleri anlatmak ihtiyacı içinde hissediyorum. Bütün bu karmaşa ve iç içe geçmişlik arasında, her şeye rağmen dünyanın Doğu'suna ait öyküler... SAHİCİ HİKÂYELERZAMANI... Bu hikâyeleri anlatmakta geç kalmadık mı? Çok geç kaldık. Belki daha erken ve cesur davransaydık, bugün ulaşmak istediklerimizi bir ideal olarak tanımlamayacaktık. Oraya daha yakın duracaktık. Ama bütün bunlar bireylerin iradesinde değil; birey olarak seni kuşatan koşullar var ve istesen de istemesen de onun içinde, çoğu kez sürecin, birçok şeyin far kında olan ama hiçbir şeyi değiştirmeye gücü yetmeyen bir nesnesi olarak yaşıyorsun. Sonra, işte bu ve buna benzer öyküler çıkıyor ortaya!,. Doğu'ya Batı'dan bakarken, tıpkı bir Fransızın ya da Amerikalının Türkiye'ye bakışı gibi, oryantalizme düşülüyor... Evet, onlar Istanbullu'nun kendi Doğu'sunu, Istanbul da Avrupa'ntn kendisini yanlış yorumladığmı düşünüyor!.. Diyarbakır'da senaryo atölyeleri yaparken şuna inandım: Bugün bu işi yapanların iyi niyetle yola çıktıklarını biliyorum, ama buna rağmen Doğulu bir çocuğababasına seslenirken "Babooo" dedirtebiliyorlar. Bunlar yeterince düşünülmediği için yapılan yanhşkklar, çünkü televizyonun her eve girdiği bir dünyada yerel aksanların da kaçınılmaz olarak törpülendiğini ve artık gençlerin böyle konuşmadıklarını biliyoruz. Bu, bilene batıyor, ama diğerlerine, bilmedikleri için batmıyor. Batılı insanın anlattığı Doğu hikâyelerinin ayrıntılarında buna benzer bir dizi aksaklıklar, yanlış anlamalar, yorumlamalar var ne yazık ki. istanbuJ'daki insanda oryanfaüzmden çok bir cehalet var gibi geliyor bana. Zamanla, ayrıntılarda da aksamayan, daha sahici hikâyeler anlatacağız diye düşünüyorum. • ı Bir kadın 20 erkekle yatarsa! Şükran Yücel ranlı yönetmen Mania Akbari, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'ndeydi. FIPRESCI ödülü için yarışan "20 Parmak" filmini yöneten ve başrolünde oynayan Akbari, Abbas Kiarostami'nin "On" adlı filminin de başoyuncusuydu. Kadınerkek ilişkilerini, sorunlarını yansıtan "20 Parmak", İran'da tabu olarak görülen cinsellik ve kürtaj gibi konuları cesarede irdeliyor. •İran'da kadın olmak nasd? Bugün Iran kadınları önemMania Akbari, Iranlı bir yönetmen. Son filmi "20 Parmak" Ankara'da, Uçan Süpürge Festlvall'nde gösterildi. İran'da yaygın olan, "bir kadın parmaklannın sayısı kadar erkekle yatarsa fahise olur"sözünden yola çıkmif Akbari. Fllm, tabu olarak görülen cinsellik ve kürtaj gibi konuları cesaretle İrdeliyor... İ li bir bilince ulaştılar. 1yi bir anne ve eş olmak gibi geleneksel rollerin dışında da yapabilecekleri şeyler olduğunun farkına vardılar. Kendi kimlikleri konusunda bağımsızlığa ulaştılar. Kendini yeterli hisseden kadın her yerde özgür olabilir, diye düşünüyorum. | Kadınlar üzerinde özel baskılar var mı? Bazı yasal kısıdamalar var ama yapılan mücadeleler sonucu bunlar değişiyor. Kadınlar boşanma hakkına sahip değildiler, ama şimdi sahipler. Bir kazada kadın ölürse verilecek diyet bir erkeğinkinin yarısı kadardı. Bu da değişti. Bazen sorunun kadının kendisinden kaynaklandığını düşünüyorum. Kimse künseye varlık hakkı tanımaz. Ancak kendisi isterse bunu alabilir. 30 YILIM ÖDÜLLENDİRİLDİ... Filminiz tran'da yasaklandı... Önce izin verilmişti, ama sonra yurtiçinde gösterilmesi yasaklandı. Ne oldu bilmiyorum. İran'da çok belli sansür kuralları yok. Bazen bazı filmlere izin veriliyor, şaşınyoruz nasıl izin verilmiş diye. Bazen bazı filmlere izin verilmiyor, biz gene nasıl verilmemiş diye şaşınyoruz. Filminizde cinsellikle ilgili tabuların tartışılmasıyla ilgili olabilir mi? Halkın bunu seyretmeye hazır olmadığını, uygun karşılanmayacağını düşünmüş olabilirler. Çünkü sanat eserleri, özellikle sinema filmleri kendi zamanlarının yirmi otuz yıl önünde olabilirler, ama Kültür Bakanlığı'nın yetkilileri bu filmi gördüklerinde çok beğendiler. Sansürlenmesine neyin sebep olduğunu bilmiyorum. tran'da çok çeşitli insanlar var. Devletin çeşidi kademelerinde farklı düşüncede insanlar görev yapıyorlar. Bir kısmı insanlarm psikolojik arayışlarmı konu almasını doğal karşılıyor, diğerleri geleneklerin egemen olmasını istiyor. Filminizde kadın daha cesurca modernfikirleridile getirirken, erkek geleneksel bakış açısını temsil ediyor gibi. Iran'daki durumu yansıtıyor mu bu? Ben daha çok kadınla erkek arasındaki psikolojik ilişkileri irdelemek istedim. Sahip olma isteği, sevdiğini sahiplenme ve onun üzerinde egemenlik kurma isteği dünyanın her yerinde var olan bir şey. Erkekler, gelenek adı altında hep bu oyunu oynuyorlar. Ben olmazsam, yalnız kalırsan kötü yola düşersin diye bir korku aşılıyorlar. Benim filmimde de kadınla erkek arasındaki bu tür oyunlar yer alıyor. Erkek, gelenekleri kullanarak kadını korkutmaya çalışıyor, kadın da buna karşı direniyor, çünkü oyunun farkında. Filmde Abbas Kiarostami'nin etkisini görüyoruz. Ben "On" filminin başoyuncusu olarak Kiarostami'nin düşüncesine yakın hissediyorum kendimi. Geçmişim ve hayatım bu filme yansıyor. Bu film benim için terapi gibiydi. Venedik'te ödül aldı ğımda bu filmin adına değil, otuz ydım için mutlu oldum. Çünkü derinlikli ve cesur yaşamak zor bir şey. tran sinemasını nasıl tanımlarsınız? Iran sineması görünüşte fakir, ama içerik olarak zengin. Bu nedenle dünyayı etkiledi. Hem sade hem de etkileyici olmak çok zor bir şey. Gizlilik ve görünmezlik altında derinliği olması önemli. Çünkü içinde bir sır barındırıyor. Batı'yı hayran bıraktıran da bu sırrın kendisi. Iran gizemli ve sihirli bir ülke. Halkı ve düşünce ehli olan insanları da gizemli ve sihirli varhklar. Tıpkı Kiarostami gibi. •Bundan sonraki filminizin İran'da gösterilmesi için bir otosansür uygulayacak mısınız? Asla böyle bir şey yapmayacağım; çünkü ben kendi kendimi sınırlandırırsam o benim filmim olmaz. Insan korktuğu zaman yaratıcı gücünü ortaya çıkaramaz. Ben filmimi yaparım, eğer gösterirlerse teşekkür ederim.0