02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 MAYIS 2005 / SAYI 1000 Bu sergi 'İhlal'i anlatıyor Arzu Başaran sergisinin adını "Ihlal" koymuş. Yaşadıklan şiddetle gazetelerin üçüncü sayfasına haber olan çocukları desenle anlatıyor. Izleyiciyi yaşadığı ya da tanık olduğu, sonra da unuttuğu şiddetle yüz yüze bırakıyor... Berat Günçıkan nların yeri gazetelerin üçüncü sayfası. Öyküleri magazin haberleriyle köşe yazarları arasında sıkışmış, bu üçüncü hamur kâğıtlarda saklı. Cinayet, hırsızlık, taciz, intihar... Kurban ya da suçlu, nasıl gösterilirlerse gösterilsinler, bir mağduriyeti anlatıyorlar ve bu mağduriyeti fark eden okur için bile, bakılan, okunulan, derin bir iç geçirilen, hışımla baş sallanan, bir öteki sayfaya geçilince de unutulan birer nesneden ıbaretler. Ya vesikalık, ya da gazetenin foto muhabirinin elinden çıkmış fotoğraflarında, sansürlenmiş yüzleriyle, kendilerine rağmen birer "kahraman"laroysa... Şiddetin, "ihlal"in ve belleğe ihanetin kahramanlan... Arzu Başaran, "Îhlal" adını verdiği sergisinde uğradıkları şiddetin nedenini bile bilmeyen, kendilerini savunma silahlannı henüz kuşanmarruş bu çocukları ve ergenleri unutulmanın ağırlığından kurtarıyor. Sadece onları değil, dünyayla bir alıp veremediği olan, unutmanın sıkıntısını yaşayan yetişkinleri de... Başaran'ın bir önceki sergisi de bellek üzerine kuruluydu. Önce kendinden başlamış, sonra diğer insanların yüzlerinde belleğin izini sürmüştü. Bu sergisinde de bellek var, ama esas olan çocuk ve ergenlerden yana durup, yetişkınlere şiddetin merkezini göstermek... Evet, savaşlar, çatışmalar, bombalamalar, işgaller bir yüzyıldır başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere sivilleri hedef alıyor, ama günlük yaşamdaki şiddet tek bir mevziden değil. Evde, okulda, sokakta, işyerinde, karakolda... Bu şiddetin kamuya aktarıldığı yerler ise gazetelerin üçüncü sayfaları. Arzu Başaran da üç yıldır, gazetelerden kestiği haberler ve haber fotoğraflarından oluşan bir arşiv kurmuş kendisine. Dikkat en kirlenmemiş, dahası sözü olmayan çocuk ve ergenle desen birbirıne uyar ve birbirine yakışır. Bu yüzden derdimi böyle anlatmayı uygun gördüm. Sizin söylediğiniz, benim düşündüğüm değil, ama aynı yere denk geliyor." Neden desen, sorusuna teknolojinin olanaklarıyla yapılan tüm işler kolayca tüketilmesine dikkat çekerek yanıt veriyor Başaran. "Teknolojik ve bu, aşırı bencil dünyada, o çok basit, herkesin elinin altında olan malzemeyi özellikle tercih ettim" diyor "Çünkü, hiçbir süsü yok ve güç gösterisi taşımıyor". BU ÇOCUKLAR KİM? Bu cümlelerde topyekun bir reddediş yok, "bundan sonraki bir işte, yine bir tema ya da kavramsal çalışabilir ve teknolojik yardım alabilirim" diye ekliyor. Başaran "lhlal"i üç bölüm halinde özetliyor; vesikalıklar, foto muhabirinin çektiği fotoğraflar ve kendisinde saklı tuttuğu, ama içine kendi çocukluğunu da kattığı, kurguladığı öyküler... Foto muhabirinin çektiği yüzü sansürlenerek yayımlanan fotoğrafları çalışırken sansürü kaldırmış sanatçı, bedeni görmeyi yeğlemiş ve onu kalın, kırmızı çizgilerle çerçevelemiş. " Anonim fotoğrafçının ve foto muhabirinin çocukları dondurdukları an" diyor Başaran "Bu serginin başladığı an"... Peki bu çocuklar kim, öyküleri ne? Bu" sorunun yanıtı sanatçıda saklı. "Sergiye hazırlanırken o öyküleri unutmayı yeğledim. Çünkü onlardan etkilenmemek mümkün değil, ama eğer hem biçim hem de içeriği doğru bir soru sorabileceksem, duygularımı aklımın gerısıne çekmek gerekiyordu. Üçüncü bölümde kendi belleğim, gördüklerım var. Bir cerrah gibi çalıştım bu bölümde. Üstü örtülmüş bir çocuğu (öyküsü her neyse) belki bıraz saldırganca, kırmızı rengi biraz abartarak, biraz gözünün içine sokmak isteyerek çizdim. îzleyici burada ters giden bir şeyler olduğunu kavrıyor ve bir kapı aralanıyor. O kapıyı her izleyici kendisi izin verdiği kadarıyla açacak. Bu bir karşılaşma, bundan sonrasında benim yönlendireceğim bir şey yok" demekle yetiniyor. İzleyici denk düşsün düşmesin, çoktan çöpe atılmış gazeteden bir haberi anımsıyor gördükleriyle... Bir vesikahğı bir çocukluk arkadaşına benzetıyor ya da kendi çocukluğundan anlar geliyor gözunün önüne. Başaran serginin amacına ulaştığını düşünüyor, bellek dünü, bııgünü ta^ rıyor, anımsıyor, görüyor ve anlıyor... Bakma sırası onca şiddetin içindeki bir kareye, masumiyetin ilanına yani, horoz şekerine gelince, izleyenle ressam aynı yerde buluşuyor: Canım acıyor... • O çektiği noktalardan biri, şiddet haberlerinin magazin haberlerinın hemen arkasından gelmesi. Popu reddetmiyor Başaran, üstelik reddetmeyi "elitist" bir tavır olarak tanımlıyor. Itirazı popun kurduğu hegamonyaya. Unutmanın bu yüzden daha kolaylaştığını ve çabuklaştığını düşünüyor. Pop kültürün hegamonyasını, savaşlardan, küreselleşmeden, iktidar ilişkilerinden bağımsız değerlendirmiyor. Bu serginin hikâyesi de işte bu, iktidar dişkilerınin nasıl kurulduğu ve kimlerin canının yandığı... Çocuklar ve ergenleri seçmesinin nedeni ise şiddetin onlara daha kolay uygulanabilirliği ve henüz söz İF v. i 1* A i V ı /• •"* ^ , \ V i 1 İ i ( i \ lerini kuramamış olmaları... Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da sorunu gördüğü şiddeti aktarırken elbetteki temel kaygısı, bunu sanata nasıl dönüştürebileceği, resmin diliyle nasıl anlatabileceği.. Başaran'ın seçimi desen. Bu seçim, insanın "saf" hali çocuklukla, resmin "saf" hali deseni buluşturma isteği mi, sorusunu şöyle yanıdıyor: "Bu kadar hesaplı yapmadım, ama desen, yani çizgi, resmin en saf hali. Bir kerede yapılan, üstü kapatılmayan, bir yazarın küçük notları gibi bir şey. Burada yetenekten çok kişinin nerede durduğuyla ilgili bir tercih var. Çünkü olduysa sergilersiniz, olmadıysa yırtıp atarsınız. îkisinin arasında bir şey yoktur. Bu anlamda şiddetin kullanıldığı en yalın, en sade, Arzu Başaran'ın sergisi 31 Mayıs'a kadar Galeri Apel'de görülebilir... Sorusu olan resimler... Elif Su C insiyetleri ve kimlikleri kadar kendileri de belirsiz figürler. Onlar Fatmagül Karadeniz'in ilk sergisinin kahramanları... Teması hayata karşı kişisel sorumluluklarını almaktan kaçınıp kendisine ikonlar yaratan bireylere "neden" diye sordurmak ve içseslerine kulak vermeleri için kışkırtmak... Karadeniz, 5 Haziran'a kadar Çağla Caba Fatmagül Karadeniz İlk klsisel sargfsl "Sorularla"da Izleyiciyi sorulanyla tanıştırıyor. Neden Ikon yaratıyoruz, neden İç seslmlze kulak vermlyoruz? oğlu Art Galleriy'de sergilenecek resimlerine dair sorulanmızı yanıtladı: Resimlerinizdeki, cinsiyetsiz, belli belirsiz figürler kimi anlatıyor? Bütün insanları, diyebiliriz. Aşk, tutku, nefret, intikam... Bu duygular, bütün büyük dinlerin üzerinde fikir yürüttüğü, yasaklar koyduğu ya da ödüllendirdiği duygular ve her zaman ve her coğrafyadaki insana aitler... Ya bugünün insanı?.. Bu çağın ınsanını diğerlerinden ayıran, çok daha bilinçli olması gerekliliği. Çünkü bugün tuzaklar çok daha fazla ve bizim onlara karşı uyanık olma terbiyesinden geçmiş olmamız lazım. Bunu da insanın kendi sesinin içini dinlemesiyle ilişkilendiriyorsunuz... Herkesin kendi içinden çıkan bir ses var. Bir tutkusu, bir heyecanı, söylemek istediği bir şey var. Şehirde yaşayan insan çevresindeki çok fazla şeye kulak kabartırken onu kaybediyor. Onu duymayı unutuyor ya da ona kulak vermeyi beceremiyor... Sizin insanlannız, bunu kavrayabilenler mi, kavramak için uğraşanlar mi? Galiba kavramak ıçın uğraşanlar. Ama bazıları kalabalıklar içerisinde, bazıları çok tek başına... Resminizi bir kavramın ya da ekoliin içinde değerlendiriyor musunuz? Hayır, birilerı sokar herhalde. Eski resimlerim ekspresyonistti, ama bunlar nedir, bilmiyorum. Şimdi, tamamlanmış resimlerinizin karşı sına geçtiğinizde ne düşünüyorsunuz? Kendimi pek istikrarlı bulmazdım, şimdi istikrarlı olduğumu görüyorum. Temanın, kafamı kurcalayan soruların, birbirleriyle alakalı ve tutarlı olduğunu görüyorum. Demek ki sergiye hazırlanırken aşağı yukarı aynı düşüncelerle, aynı sorularla boğuşmuşum. Belli belirsiz cevaplarım da var elbette ve bu çok hoşuma gidiyor. Çünkü ben bunu böyle olsun diye yapmadım. SIRADA ŞİMDİ NE VAR? Tuvallerinizde bir teknik arayışının izleri de görülüyor... Arayış bazen yeni bir malzeme kullanımı, renk, bazen de yeni bir bakış açısı getiriyor. Yeni bir işin eşiğinde "biliyorum çok yakınımdasın, seni bulacağım" gibi aranmalar başlıyor. O zaman malzeme odasına gidiyorum, elimin altında ne var bakıyorum, bazen bir tel, bazen peçete tuvalde yerini buluyor. Bir ara kurşunla da çalışmıştım. Bir tekniğin hakkını verip ondan iyi bir ürün çıkardmız mı, "tamam, şimdi sırada ne var" diye, arsızca bir yolculuk başlıyor. Resimlerinizdeki renkler temaya rağmen başka bir şeyler de söylemek istiyormuş gibi görünüyor... Belki. Çünkü çok yandaş renkleri sanki birbirine kontrastmış gibi kullanmayı denedim. Nasıl beyazları, açık renkleri böyle kullanmak mümkünse, bu koyular ıçın de mümkün Birçok usta renkleri istediği şekilde kullanıp tü ketmiş, başka sonuçlara da varmıştır. Ama herkesin kendi yolculuğu farklı, ben de kendi arayışlarımı yapmak istedim. Tuvalin üstüne astar boyayı atarken bazen fırça öyle bir dönüyor ki, orada yakaladığınız bir şey size başka bir resimde kullanabileceğıniz bir malzeme haline geliyor. Yeni malzemelerle, boyalarla tanışınca ben de çok heyecanlanıyorum. Renklerinizde neler var? Ara renkleri bulmayı, keşfetmeyi, kendi morumu, mavimi, kırmızımı, kahvemi yarat mayı çok seviyorum. Tuvalde sizin sorularınız var, ama resmi bitirdiğinizde tuval size bir şeyler sormuyor mu? Haklısınız, hep ben soruyorum evet, ama bazen de bitmiş bir resim bana soruyor: "Tamam, beni bıtirdin, benden çıkardığın sonuçlar bunlar, peki şimdi bununla nereye varacaksın?" Bu da çok önemli bir malzeme. Böylece bir sonraki resmi algılıyorsun, şekillendıriyorsun... 0
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle