Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 ŞUBAT 2005 / SAYI 986 Türün devamı ya da nörobiyolojik süreç ŞEBNEM KORUR FİNCANCI Adlı Tıp Profesörü Öncelikle sizin için aşkın ne olduğunu sormak istiyorum. Aşkı bugüne dek okuduklarımızdan, öğrendiklerimizden soyutlayarak, tek başına "ben" olarak tanımlamak çok zor geldi. Aşk en indirgenmiş hali ile doğanın gereksinimlerine uygun geçici bir bağımlılıktır, diyebilirim. Bir insana bağımlı olmaktan söz etmiyorum. Öyle görünse de gerç^k bağımlılığın, o insanla açığa çıkan kimyasal maddelere bağımlılık olduğunu söyleyebiliriz belki. Aşk ve aşkla birlikte ortaya çıkan değişimlerin nörobiyolojik bir süreç olduğunu belirten araştırmalar var. Canlılarda türün sürdürülebilmesinde etkili olan bu nörobiyolojik mekanizma, dolaşımın ve solunumun hızlanması, kan şekerinin yükselmesi, dokuların beslenmesinde artış ve dolayısıyla bir kendini iyi hissetme hali ile birlikte. Sonuç ise kendisini iyi hissettiren bu kimyasal maddelere ve bu maddelerin açığa çıkmasında rol oynayana bağımlılık hali. Çoğunlukla geçicidir. Yeni doğan canlının korunması için gerekli süre ile uygunluk gösterir. Aşkın "anatomisini" çizmeye kalkarsak, beyin ile kalp nasıl fonksiyonlara sahip? Kalp açığa çıkan kimyasalların sonuçlarından yalnızca birini yansıtıyor. Beyinde başlayan nörobiyolojik süreç, açığa çıkan maddelerle kalp ve damarları da etkileyerek dolaşımı hızlandmyor. Solunum da hızlandığı için dokulara daha çok oksijen gidiyor. Şeker üretimi artıyor. Dokular iyi besleniyor, çalışırken ürettikleri artıklar o dokulardan daha çabuk temizleniyor. Daha hareketli oluyoruz ve daha geç yoruluyoruz. Şeker ve oksijenle beslenen beynimiz bizi daha duyarlı kılıyor. Süreç beyinde başlıyor ve tüm organlarımızı tek tek etkiliyor diyebiliriz sanırım. Bu kimyasal değişim tüm dış dünyayla ilişkimizde de etkili oluyor.Truman Capote'un "Çimen Türküsü"nde "aşk bir aşk zinciridir" dediği gibi. Bir adli tıp uzmanı olarak, aşk nedeniyle işlenen cinayetlerin diğerlerinden farkı olduğunu düşünüyor musunuz? Daha incelikli ya da vahşice yöntemler olarak bir ayırım yapılabilir mi? Türün devamlılığı için canlıların evrimsel çizgisinde bir gereklilik olarak ortaya çıktığı söylenen bu nörobiyolojik sürecin etkisinı düşünecek olursak, bu kimyasallar türün korunması için de bazı mekanizmaları harekete geçiriyor. Daha hareketli olan canlı, daha saldırgan ya da daha kolay kaçabılir olma özelliği taşıyor. Tehlikelerden korunmak için ortaya çıkan bu davranış biçimi, terk edilme, bir başka ilişki gibi durumları türün sürdürülmesine tehdit olarak algılayıp tehdidi yok etme davranışına yönelebiliyor. Canlı organizmanın bu doğal yanıtı evrimin başındaki saflığında değildır elbette. Nörobiyolojik sürece sosyokülturel etkenler dahil oluyordur. Vahşi veya incelikli yontemleri de özellikle sosyokülturel etkenler daha fazla belirliyor olsa gerek. Cinsel amaçlı şiddet eylemlerinde bıçağın 5060 kez saplandığını görmüşüzdür. Olağanüstü bir hareketlilik ve enerji barındırıyor bu davranış. Ilişkinin niteliği, ilişkide yaşanan şiddet, iktidar biçimi ve yoğunluğu vahşi olup olmamasını belirliyor olabilir. Bir fen bilimci ve hekim olarak, aşkın "beyin kimyasındaki bir tür bozukluk olduğu" tanımına katılıyor musunuz? Bozukluk olarak görmüyorum. Canlı türlerin sürdürülebilmesi için doğanın gereksiniminin karşılanması diyebilirim. Ancak burada geçici olmayan bir bağımlılık devreye giriyor belki. Sizın bozukluk olarak dile getirdiğiniz, o salgılanan maddelere sürekli gereksinim duyma hali olabilir. Bu soru üzerine aklıma ilk gelen Cogito'nun "aşk" sayısı ve o sayıda Enis Batur'un çok severek okuduğum "aşk üzerine marazi bir deneme daha" başlıklı yazısı. Ashnda bu hastalıklı olma halini, sanırım sürekli iyilik halini olanaklı kılan o kimyasallara bağımlılık olarak da okuyabiliriz. Doğanın gereksinimini karşılamaktan çıkıp, kendi başına bir amaç olabilir. Bu amaç için değişik araçlar ve gittikçe o araçların amaca dönüşümünden söz edilebilir. Üstbenin de katkısıyla bilim, sanat, insanlık, dünya gibi araçların amaca dönüşmesi de, hepimizin yararına olabilir. Çok biyolojik oldu galiba, buna da mesleki kirlenme diyorlar, değil mi? Aşk, bir taktik meselesi NURGÜL YEŞİLÇAY Oyuncu Aşk biter mi, bitti denilir mi? Hiçbir zaman bitmeyecek en yüce duygulardan biri. Çağlar boyunca oyunlara, resimlere, romanlara konu olmuş bir duygu. Aşka dair bu tür sözler hep söylenır, ama bunun nedeni biraz da insanların kendi yaşadıklarını toplumsallaştırmayı sevmesi. Mesela ben şu anda aşk yaşıyorum ve her kes bana öyleymiş gibi gelıyor. Diğer yandan insanların oburlaştığını düşünüyorum. Şimdi ınsanlara hiçbir şey yetmiyor ve aşkın içinde de başka şey ler arıyorlar. Bunun da etkisi olabilir Siz nasıl dolduruyorsunuz aşkın içini? Insanın aklına bir sürü şey geliyor, ama dönüp söylediklerıne baktığında bütün o sözler anlamsızlaşıyor. Ancak yaşadığında anlıyorsun ne olduğunu. En çok söz aşk üzerine söyleniyor, ama tarif edilemiyor. Bir şair "Aşk için söylenen her neyse, her neyse!" demiş. Bence de... Asmalı Konak'taki aşka herkes inandı, bu nasıl sağlandı sizce? Bence senaryo çok önemliydi. O zamana kadar aşkı hep tek düze, kavgasız, cici bici bir şey gibi sundular. Orada ise şiddeti, kavgası, gürültüsü, sevgisiyle sunulan gerçek bir aşk vardı. Aragon da zaten "Mutlu aşk yoktur" demez mi? Aşk, şiddeti ne kadar yüksekse o kadar aşk oluyor. Dolayısıyla hasar da bırakır mı? O kadar yoğun yaşarsan bırakır ta bii. En azından bir süre aşık olmak istemezsin. Eğreti Gelin'de de aşk var mıydı? Daha doğrusu aşk, kişi, koşul, mekân tanır mı? Eğreti Gelin'de imkânsız, olmaması gereken bir aşk vardı, ama vardı. Aşk, sınıf farkı, yaş farkı dinlemez. Zaten yan yana gelemeyecek iki insanı bir araya getirendir kimi zaman. îki insan âşıksa altında bir mantık aramak, kurcalamak saçma. Cinnet, aşk gibi durumların açıklaması, mantığı yok bence. Ama illa bir hesap vardır herhalde? Aşkına göre değişir. Sonuçta aşk da bir oyun ve taktik meselesi. Bence iki taraf da tüm komplekslerinden arınabildiğinde daha güzel bir hale gelir. 1 süsleme sanatı, bir kaza: AŞK Ben romanlarımda yaşadım ŞEBNEM İŞİGÜZEL Yazar H Birlikte bir şey ler yapmak O R U Ç ARUOBA ŞairFelse/eci Aşkı nasıl tanımlarsınız? Öncelikle aşkla sevgiyi ayırt etmeli. Aşk, insanın eünde olmayan, başına gelen bir şeydir. Sevgi ise bilinçli bir eylemdir. O yüzden aşkın çok önemli olduğunu düşünmüyorum. tkisinin arasında bir geçiş, bir köprii var mı? Âşık olduğunuz insanı sevebilirsiniz, ama sevmeyebilirsiniz de. Âşık olursunuz ama, Goethe'nin kahramanlanndan birinin söylediği gibi, "Ben seni seviyorsam, bundan sana ne"... İnsanların aşkı arayış hallerini nasıl değerlendiriyorsunuz ? Artık sevgi kavramını kullanacağım. Belki benim ihtiyarlamamdan dolayıdır, ama bana öyle geliyor ki, sevginin en önemli yanlarından biri bugünlerde pek iyi işlemiyor. Bu da birlikte bir şey yapmak. Sevgi iki kişinin birlikte bir şeyler yapması, birlikte bir amaca doğru yürümektir... Bu birliktelik eksildikçe ki sanıyorum sevgi de zayıflıyor... Bu eksilmenin sorumlusu kim? Bence baş sorumlusu evlilik kurumu. Aşk evlilik içinde çürüyor mu? Çürümüyor, tavsıyor. Çünkü artık birlikte bir şeyler yapmamaya başhyorsun. Bir yerde oturan bir kadınla erkek aralarında konuşmuyorlarsa bilin ki onlar evlidir... Hangi ihtiyaçtan bir insan diğerine gidiyor, seviyor, önceliği neye veriyorsunuz? En iyimser söyleyebileceğim, kendini bir başkasında bütünleme ihtiyacı. Efsanedeki gibi, insanın diğer yarısını araması... •Sıralamanızda başka neler var? Cinsel dürtüler, toplumsal statü, alışkanlıklar, tesadüfler... Evlilik kurumu evet, başka sorumlular da aradığımızda neler çıkıyor karşımıza? İnsanların bütün yaşamlarını doldurabilecek birtakım yönelimleri yok artık. Bütün yaşamınıza yetmeyecek biçimde gerçekleştirmek istediğiniz bir şeyler varsa, öteki yarınızı bulduğunuzda daha güçlü bir şey yaşanabilir. Şimdı daha gelişigüzel bir biçimde yaşanıyor, akşam tanışıyorsunuz, on gün sonra hadi eyvallah... Önünde sonunda insanın kendisi ile ilgili tasanmı bu... Son 2030 yılda tasarımlarda ne değişti de, insan bu kadar yalnızlaştı, yabancılaştı? Kapitalizm, insanla bu kadar çok mu oynadı? Oynamadı, ama belki de içi boşaltıldı. Bunun öteki taraftan göstergesi ise sadece Türkiye'de değil, dünyada bir akım var; insanlar, özellikle gençler, birtakım dinsel yaşama biçimlerine tutunmaya çalışıyorlar. Çünkü öbür tarafta her şeyin içi boşaldı, bir tek para kaldı. Kapitalizmin "Ben hayatımda ne elde etmek istiyorum" sorusuna verebileceği tek cevap para. Dine sığınamayan aşkı mı kullanıyor? Öyle söylenemez herhalde, ama... Sevgi, dostluk gibi değerlerde yaşama anlam verebilecek şeyler var... Bu süreç nereye akacak? Bu süre uzun sürmez, çünkü tek organı, mesela bacağı çalışan bir insana benziyor. O sadece tek bacağının üzerinde zıplar... Bu iş yürümez, insan mutlaka yanına bir şeyler koyacak, bir şeyler arayacak, bulmaya çalışacak. Şiir ya da edebiyatın diğer alanları umut ya da yaraları sarmak için bir çıkış olabilir mi? Zaten çıkış oradan olabilir. Anlamın yaratıldığı yer şiirdir. İnsanlar büyük ideallerini her zaman şiirden öğrenmişlerdir. Inşallah iyi şairler çıkar da bize öğretirler yaşamın anlamını... I nsanın ileride kendisine gülmesi ya da acıması için esaslı bir aşk hikayesi olmalı.Aşk kendisini kapatanlar ve düzenin adamı olmayanlar için en saf haliyle her zaman var. Büyülü Dağ'da Hans Costroph'un hali gibi, Ahmet Haşim'in "Ateşten bir nehir akıyordu/Ruhumla o ruhun arasından," dediği andaki gibi. Flaubert'in uğruna Emma'yı geberttiği zamandaki gibi var. Cemaat adamı olmayanlar için aşk hep anlatıldığı gibi. Diğerleri internet başında bile âşık olabiliyorlar, ellerini görmeden, seslerini duymadan. Sonra da sevgililer gününde bir kırmızı gül bekliyorlar. Almazlarsa küsüyorlar. Insanlar kendilerini oyalayamıyorlar, avutamıyorlar. Evlerinde oturamayanlar, yalnız kalamayanlar var. O zaman bir umut âşık olmayı, ötekini bekliyor. Öteki olmazsa hayat mümkün değil gibi görünüyor. Bütün bunların sonucunda aşkı bulduğunda sahteleştiriyor. Piyasa işi aşklar, beklentiler, ucuz aşk temsilleri bunun neticesinde oluyor. Romanlarım için kapanıp yazıyorum ve biraz burnumu dışarı uzattığımda insanların birbirlerine ispatlanamayacak, bir başkasına söyleyemeyeceğiniz kötülükler yaptıklarını görüyorum. Bu korunaklı ve kapalı halimden dolayı bendeki bütün duygular, yargılar ve dostluk hukuku insan içine kanştığım çok eski günlerde kalmış gibi görünüyor. Kendimi modası geçmiş elbiselerle ortalıkta dolaşan tiplere benzettiğim de olur. Aşk halim, aşk ile ilgili düşüncelerim ve yaklaşımım da böyle. Kafadan yirmi yıl geride. Bugün için benim aşk halim çok saf kalır. Türkan Şoray'ın çok sevdiğim bir sözü var, "Ben filmlerimde yaşadım." Ben de kendim için bunu söyleyebüirim, "Ben romanlarımda yaşıyorum." Çöplük'te iki kahramanıma verdiğim aşk hikâyelerini yazdığım dönem âşık olmuş gibiydim. O aşklar sanki bana aittiler. merak ettiğiniz andır. Âşıklara bu önemli günde tavsiyem bu anı ellerinden geldiğince uzun tutmalandır. Işim hikâye etmek, kurmak olduğu için aşkta da bunu yapmayı severim. Hislerime güvenirim, hislerimle hareket ederim ama yaklaşmam, pervane olmam zordur. Yanmaktan korkarım. Daha doğrusu korkardım. Artık aşkın, Kaldı ki Yüdız Ue ^ ^ ^ H ^^ ^ yazma halimin, romanlanmın kocası yürürlerken ^^^^^^Kf^^k^ ^ ^ yerini alması çok zor. Bu kocasının ters bir ^ ^ ^ ^ ^ ^ P ^ ^ ^ l^ ^ ^ L sebeple de aşk karşısında cevabı karşısında, ^ ^ ^ ^ ^ ^ B ^ ^ ^ H^ ^ ^ B boynum kıldan ince değil. "Aşk sıkıntı ^ ^ H P ^ ^ ^ ^ ^ |^ ^ ^ ^ ^ Aşk bence kimyasal bir yaratır," derim. .^Mî ^ ^ B^ ^ ^ V şeydir. Kalabalıklar arasından Buna katılınm. ^^B^. ^I ^ ^ ^ B birisini seçmek gibi. Vesikalı Leyla'nın fVİN', ~"~ ^ ^ ^ R ^BV Yarim'de Sabiha'nın dumanlar geçmiş hikâyesini 1 v y •f' arasından elinde sigarası ise eski kocasından ^. . J^^^^ göründüğü bir an vardır. M JB^^^^^^t Aşk işte o'dur. dinleriz. O bir ^j^fc^*^ A an aşkın verdiği ^ ^ ^ ^ ^ BbJg^^^^^^^k mutluluk duygularıyla ^B|^^^^^| donanmış gibiydim. ^^^^^^^^H Aşkın en güzel evresi ^^^^^^^^^J bana kalırsa ona ^^^^^^^^^M uçmaya ^^^^^^^^^H niyetlendiğiniz, ^^^^^^^^^H onun uzaklığını ^^^^^^^^^^H paragrafı yazdığım ^KKSF 1 ^k I H ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ Birbirinizi bulursunuz. kestirmeye çalıştığınız, ^^^^^^^^^^^^t ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ H onu ^^^^^^^^^^^^^H ^ ^ ^ ^ ^ ^ . A ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ * / s