22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 KASIM 2005 / SAYI 1025 BİR 'SİYAH' EFSANE Onur Salman C assius Marcellus Clay. Namı diğer Muhammed Ali Clay. Boks tarihini, en büyük eldiveni. Geçen yüzyıhn en iyi ikinci sporcusu. Ringde dans eden boksör sona çok yaklaştı. Kızı Leyla'nın söyledikleri umudun tamamen tükenmek üzere olduğunu belgeliyor: "Bedeni içinde hapsedilmiş gibi. Düşünebiliyor, söylemek istediği şeyler var, ancak bazen bu sözleri söyleyebilmek için dudaklarını bile kıpırdatamıyor"... Belki siz bu dergiye elinize aldığınız Pazar sabahında Ali'yle birlikte boks sporunun en önemli yapıtaşı tarihe karışacak. Ancak ringdeki unutulmaz danslan, kazanma azmi ve dünyanın her yerinde haksızlığa, ırkçılığa karşı durduğu siyasi refleksleri asla unutulmayacak. Muhammed Ali, henüz 12 yaşındayken bisikletini çaldırdığında çalanı, her kim olursa olsun pataklamak için Joe Martın'in de cesaretiyle taktı eldivenlerini. 1954 senesinde Louisville'de doğan efsane eldiven, antrenmanlara başladıktan birkaç hafta sonra çıktığı ilk müsabakada ilk galibiyetini ve ilk para ödülü olan 89 pound'u kazandı. Daha sonraki 21 sene ringlerden hiç inmedi. Ali'nin içinde boksa karşı büyük bir şehvet vardı ve bu şehvet sayesinde diğer genç boksörler arasından sıyrılmıştı. Daha ilk maçından sonra aklına dünya ağırsıklet boks şampiyonu olmayı koymuştu. Amatör olarak yaptığı 167 maçın 161'ni, profesyonel kariyerinde yaptığı 61 maçın 56'sını 37'si nakavtla kazandı. Ali kafasında kurduğu hedefi ne kadar ıstediğini kanıtlarcasına 1960'da, Roma'da yapılan Olimpiyat Oyunları'nda hafif sıklet dalında altın madalyayı kazandı. Ama bu başarısı, Louisville yani aşağılanmış, ayrı tutulmuş Güney'den olduğu için yerel bir restoranın kendisine servis yap mayı reddetmesini engelleyemedi. Genç Ali, bu olaydan sonra ırkçılığa karşı büyük bir savaş başlattı. Irkçılığı protesto etmek için olimpiyadarda kazandığı altın madalyayı bir nehre attı. Yıllar sonra Ali'nin savaşı anlaşıldı ve kendisine 1996 yılında nehre attığı altın madalyanın yerine geçecek bir madalya verildi. KELEBEK GİBİ UÇARIM Antrenörü Angelo Dundee yönetiminde dünya ağır sıklet ligi denemelerinde yıldızı parladı. Bu müsabakalarda alışılmışın dışındaki boks stiliyle "kafa avcısı" lakabını kazandı. Bu ilginç stili içinde ilk antrenörünün kendisine öğrettiği ve güçlü ayakları sayesinde kolayca uyguladığı dansı da boks literatürüne soktu. Rakipleri karşısında ringde dansıyla adeta süzülüyordu. Muhammed Ali sadece dansı değil Ali Shuffle adını verdiği ayak oyunlarını ve konuşmayı da boksun içine soktu. Ali maç sırasında hıç susmazdı. Rakibiyle devamlı konuşuyordu ve bu, sadece kısa şakalar değil, uzun uzun konuşmalardı. Unutulmaz boksör Ali ilk kez kazandığı dünya şampiyonluğu maçı öncesi Miami'de Müslüman olmaya karar vermişti. Bu karşılaşma aynı zamanda Muhammed Ali'nin "Kelebek gibi uçarım, an gibi sokarım" lafıyla da hafızalardan silinmesi imkânsız bir müsabaka olarak kalacaktı. Ali'nın Sony Liston karşısında kazandığı bu zafer onun ilk ağır sıklet dünya şampiyonluğuydu. Ama bu son değildi, dünyada bu unvanı üç kez kazanan tek boksör olarak tarihe geçti 1967, Ali için bir dönüm noktası oldu. Vietnam Savaşı sırasında orduya çağırıldı fakat gitmeyi reddetti. "Vietkonklularla (Vietnam komandosu) neden savaşayım, onlar bana zenci demiyor ki" dedi. Bir maç öncesinde ise siyahlara yapılan ayrımcılığı tüm ülkenin kavraması için şunları söylemekten kaçınmadı "Benim düşmanım Vietnam'da değil, burada. Benim düşmanım sizsiniz". Bunun üzerine Ali aleyhine büyük bir toplumsal hareketbaşladı. Buna ülke yönetimi de katıldı. unvanları elinden alındı, bütün lisansları iptal edildi, hatta pasaportu elinden alındı. Muhammed Ali ise Vietnam Savaşı'na karşı olanların simgesi haline geldi. 2.5 yıl boks müsabakalarına katılamadı. Para kazanmak için üniversitelerde konuşarak para kazandı. YENİ TAKTİK RAKİBİ YORMAK Bu iki buçuk yıllık sürgünün faturasını efsanenin ayakları ödedi. Artık ayakları o kadar da hızlı değildi. Artık istediği gibi dans edemiyordu. Ringlere döndüğü ilk karşılaşmadan boynu bükük ayrıldı. Herkes artık Ali'nin boksörlük yeteneklerinden şüphe duymaya başlamıştı. Kendisine antrenman olarak gördüğü birkaç karşılaşma daha yaptı ve bunların biri hariç hepsinden mağlubiyetle ayrıldı. Ve bütün bu karşılaşmaların sonrasında hayatının maçına çıkmak için o zamanki ağır sıklet boks şampiyonu olan George Foreman'a meydan okudu. Foreman yenilmezdi ve Ali de 32 yaşındaydı. Otoriteler Muhammed Alı'ye hiç şans vermiyordu. Ama Zaire'de yapılan karşılaşmada taraftarın neredeyse tamamı Ali'yi destekliyordu. Ali artık dans edemediğinin farkındaydı ve tarihe "Rumble in the Jungle" olarak geçen karşılaşmada başka bir taktik uygulamaya ka Muhammed Ali Clay denilince akla dünya ağır sıklet şampiyonu bir boksörden fazlası geliyor. O, ringe hep bir "siyah" olduğunun bilgisiyle çıktı. Vietnam Savaşı'na katılmayı reddedip, bunu siyah ayrımcılığıyla ilişkilendirince unvanları elinden alındı... Ama o vazgeçmedi... ABD'nin en büyük sivil nişanı olan "Başkanlık Özgürlük Madalyası"nı bu hafta aldı. Ödülün gerekçesi ise "barış adamı" olması! rar verdi. Madem artık dans edemiyordu o zaman rakibini yormalıydı. Tam yedi raund iplerde kendini kolladı ve Foreman'm kendisine yumruk atmasına izin verdi. Antrenörünün maçı bırakması konusundaki taleplerine olumsuz yanıt veren Ali, yorulduğuna inandığı sekizinci raunda ani bir atak gerçekleştirerek rakibini teknik nakavtla yendi ve ikinci kez dünya ağır sıklet şampiyonu unvanına ulaştı. Ali'nin bu taktiğine RobeaDope adı verildi. Yine efsaneydi. Muhammed Ali unvanını bu kez de Leon Spinks'e kaptırdı. Henüz sekizinci karşılaşmasında Ali'yi yenen Spinks, bu zaferden al tı yıl sonra tekrar unvanı gerçek sahibine, şampiyonlar şampiyonu Muhammed Ali Clay'e geri verecekti... Muhammed Ali sadece boksuyla değil sempatik harekederi ve iddialı açıklamalarıyla da herkes tarafından sevilen bir sporcu oldu. Dönemin sinema yıldızlarından, müzik gruplarından dostları vardı. Beatles üyeleri neredeyse hiçbir maçını kaçırmıyordu. Siyasi açılımları efsane eldivene ayrı bir yer kazandırdı. Ringlerde rakıplerinekorku salarken kendisini seyreden herkesin içinde bir sevgi yaratıyordu. Muhammed Ali boksa, bok Ali'ye âşıktı. Ama Muhammed Ali'yi yıkan da bu âşık olduğu şey, yani boks oldu. Yaptığı spordan dolayı Parkinson hastalığına yakalanan efsane eldiven, artık çok zor hareket edebıliyor, çok zor konuşabılıyor ve hatta imza bile atamıyor. Mafyadan kurtardığı boks Ali'yi ölümün kollanna bıraktı. "O kadar hızlıyım ki ışığı söndürmeye kalktığımda ışık sönmeden yerime oturabiliyorum" diyen Ali artık kolunu bile kaldırmakta zorluk çekıyor ve adeta artık yaşamıyor. Kendısinın de dediğı gibi bu hayatta yapabileceği tek şey bokstu ve bokssuz bir hayat Ali için yok... O PAZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez Kasımpatılar nedir? E skiden "Teşrini Sani" derlerdi; Bu ay biten çiçeklerden en güzeline Kasımpatı dendiğınden mi yoksa eski sözlüklerde güz anlamında kullanıldığından mı bilinmez 1945'ten sonra bazı ayların adları değiştırıldığinde, bu aya da "Kasım" denmeye başlandı. Uygundu zira Behçet Necatigil'e göre kasımpatıların açması, Yaz'ın geçmesi demekti, Sonbahar'ın gelmesi demektı: "Açtı kasımpatlarıGeldi, geçti bu yaz daBulutlar hafif sarıKirli, donuk biraz da... Kasım, onuncu günüyle Ata'ya özlemimizi depreştiren, hüznümüzü pekiştiren bir aydır. Akla, sağduyuya ve usa doğru yolculuğumuzda hâlâ yobazlıklarla çelmelendiğimizi algıladıkça, bilime, bilimin yuvalarına bu boyutta saldırıları izledikçe, bu Cumhuriyet'in O'nun düşünmek istediği nitelikleriyle gerçekten "payidar" olup olamayacağı konusunda kuşku duyanlarımız az değildir. Kasımpatılarla On Kasım'lar arasında anlamlı bir ilinti vardır: On Kasımlar'da Anıtkabir'e götürülen, bu ülkenin kentlerinin, köylerinin meydanlarında, okullarında Atatürk büstlerine konan çiçeklerin çoğu kasımpatılardır. Bu güzel çiçekler Atatürk'e çok yaraşır... Steinbeck'in "Kasımpatılar" (The Chrysanthemums) başlıklı öyküsü bu uyumun nedenlerini güzel yansıtır: Salinas vadisine bu mevsimde sis basarken, hava soğur, rüzgâr güneybatıdan eserken, çiftçi yağmur umarken Elisa kadın, geçen yıldan kalmış kasımpatı saplarını budamaktadır: güçlü parmaklarını, bu çiçeklerin eski, kuru saplarının çevresinde büyümekte olan yeni filizlere daldırır, yeni biten yaprakları aralar, tepeden bakar, bitkinin canına okuyacak böcekler, kurtlar, sümüklüler arar, ancak bulamaz. Parmakları, bu parazitleri başgösterdiği anda gidermiştı zaten. Elisa Kadm, her Sonbahar'da böyle yeniden yeşerttiği kasımpatıların eşşizliğiyle, büyüklüğüyle, güzelliği ile övünür. Gerçekten kasımpatılar kuruyup yittiği sanıldığında, eski köklerinin dibinden her Sonbahar mevsimınde yeniden yeşerip fışkıran, binbir renkleriyle bahçelerde gözümüzü, gönlümüzü açan çiçeklerdir. Kasımpatı, bu nitelikleriyle Mısır mitolojisinde ve bundan üremiş söylentilerde yeralan Phoenix gibi, buralarda "Anka" ya da "Simurg" adıyla anılan ve yok olacağı, tükeneceğı sanıldığında yanan ama küllerinden yeniden doğan, yok edilemeyen, bitmeyen, tükenmeyen, sonsuza dek yaşayacak efsane kuşu g'rbıcYır. Bunları düşündüğümüzde anlıyoruz: Kasımpatılar, On Kasımlar'da Atatürk'ün büstlerinı sadece süsleyen bitkıler değillerdir. Aynı zamanda bize, onun düşüncelennin bütün bu yozca ve yobazca karşı çıkışlara rağmen bu ülkede ebediyen var olacağını, onun gibi düşünenlerin bu yurda sahip çıkmaya devam edeceklerıni anımsatan simgelerdir kasımpatı çiçekleri.# erezs@superonline.cotn
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle