17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 KASIM 2005 / SAYI1025 Fransa ille de kültür ve parfüm demek değil... Marx, Barthes ve Sartre gibi devlerin omuzlarından baktığımızda Paris'i Paris yapanın, inkâr edilen "ötekiler" olduğunu görüyoruz... Olup biteni anlamak için bir videocu dükkânından "La Haine"ı kiralayın ve izleyin! EDİTÖR'DEN F 'La Haine' yani nefret Zafer Y. Yörük ^ aris, son iki haftadır 1968 Mayıs günlerinden sonraki en büyük isyan dalgasına sahne oluyor. Ama bu kent, seyahat broşürlerinden ya da Amelie gibi filmlerden tanıdığınız Louvre, Champselysee ya da Montmarte'dan müteşekkil o büyülü Paris değil artık; banliyölere hapsedilip unutulmuş, alabildiğine renkli ve çoğunlukla genç insanlardan oluşan kalabalık bir "öteki" nüfusun umutsuzluk ve anlamsızlık içinde kıvranıp durduğu "öteki Paris" ilk kez bu şiddetle tarih sahnesinde kendini gösteriyor. O fantastik sanat, kültür ve romantizm kıblesinin öyle var olabilmesi için ödenen diyetin, verilmesi gereken kurbanların mekânında; özgürlükeşitlikkardeşlik üzerine kurulduğu varsayılan cumhuriyetçi idealin iflasının, Içişleri Bakanı Sarkozy'ye (ya da Hürriyet yazarı Hadi Uluengin'e) göre "çamur sökücü deterjanlarla temizlenmesi gereken bir pislik"in yüzeye vurduğu, bastırılmış hatta inkâr edilmiş banliyölerde bugün ters çevrilmiş yüzlerce otomobilin iskeletinden isyan alevleri yükseliyor. dolayımıyla bir "uygarlık çatışması" söylemine havale'etmek cehaletten öte bir art niyet göstergesinden başka bir anlam taşımıyor. Fransa'da olan şu ki, devletin ve aşırı sağın söylemi sertleştikçe isyan başka kentlere, hatta başka ülkelere doğru yayılarak genişlerken cumhuriyetçi iktidarın ve ırkçıların söylemleri ve yöntemleri de sertleştikçe sertleşiyor. Bu sürekli karşıtını besleyen kısırdöngü içinde son gelışme, yerel yönetimlere olağanüstü yetkiler tanıyan yasaların meclisten geçişi oldu. Bu olağanüstü hal yasasının, kırk küsur yıl önce Cezayir asıllı Fransız vatandaşlarına yaygın adıyla "Karakafalılara" uygulanan sokağa çıkma yasağını çağrıştırması kaçınılmaz. O günlerde Fransız devleti, en önemli sömürgesi Cezayir'in bağımsızlık talebiyle başkaldırısını hazım sorunuyla karşı karşıyaydı ve Cezayir asıllı yurttaşları kendilerine uygulanan ayrımcı olağanüstü hal uygulamasını protesto etmek üzere 1961 yılının bugünleri andıran bir sonbahar günü Paris sokaklarını doldurduklarında üzerlerine kurşun yağdırmakta tereddüt etmedi. Ertesi günlerde Seine Nehri'nden ceset toplanacak, bir Fransız tarihçi "Gerçek ölü sayısını öğrenmek için mılitan basına bakmak gerek" diyecekti (1). Aynı günlerde Sartre, "Paris'te şu anda resmi olmayan binaların mahzenlerinde işkence yapılıyor" diyeyazıyordu (2). Bugün yerel yönetimlere tanınan sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi, ister istemez kırk küsur yıl öncesinin bu kötü anılarını uyandırıyor. BU GECİKME NİYE? Bugünün Paris'ine Karl Marx, Daniel Guerin, Frantz Fanon, Roland Barthes ve Jean Paul Sartre gibi devlerin omuzlarından baktığımızda, inkâr edilegelen ötekilerin sansculoe'ların (baldırı çıplaklar), proleterlerin, komünarlann, Kuzey Afnkalıların ve radikal öğrenci gençliğin"varım" dedikleri anlar olarak yüzyıllara yayılmış bir isyanlar silsilesinin de en az kültür, sanat, parfüm, moda ve romantizm kadar Fransa'yı Fransa ve Paris'i de Paris yapan bir temel karakteristik olduğu belirginlik kazanıyor. Bu perspektife oturduğunda, günümüz Fransa'sında yaşananların, 196O'lı yıllarda ABD'yı sarsan antiırkçı sivil özgürlük hareketinin gecikmiş, ama zorunlu bir tekrarı olduğu da anlaşılacaktır. Alain Touraine'nin 1991 Lyon ayaklanmalarının ardından yaptığı kehaneti doğrular gibi, " Amerika'dakine benzer kitlesel patlamalar yaşamaktayız". Öyleyse bu gecikme niye? Neden Fransa'nın çokkültürlü yapısının tanınması ABD'den ve Avrupa'nın geri kalanından on yıllarca sonra ve ancak bir olasılık olarak belirebiliyor? Sosyolog Michel Wievoka'ya göre bu durum, "ne sağın ne de solun yüzleşmeyi reddettiği bir yapısalkriz"den kaynaklanıyor. "Fransa, cumhuriyetçi modelinin sınırlamalarıyla daha fazla baş edemez bir hale gelmiş, sistemin bir bütün olarak düşünülmesi zorunluluğu kendini dayatmış durumda" (3). Wievoka'nın söz ettiği yapısal kriz, farklı ulus ve enstitülerin varlığını inkâr eden "cumhuriyetçi entegrasyon modeli"nin krizi. 1789 Fransız Ihtilali'nin ilkelerinden biri olarak devlet karşısında her Fransız yurttaşı ayrım gözetmeksizin eşittir. Ama bu özünde devrimci model, 21. yüzyıl Fransa'sında içkinleşmiş de facto ırk ayrımcılığının ve inkârcılığının maskesi olarak gerici bir işlev kazanmış durumda. Örneğin, Fransa'da etnik grup ve din üzerine yapılacak istatistiki çalışmalar halen tamamen yasadışı; bu durumda Fransız yurttaşlanndan ne kadarının Arap ya da Afrika kökenli olduğunu, bunlar içinde işsiz ya da hapishanede yatmakta olan sayının nüfusa oranını ya da bu kesimlerden gelen çocukların diğer öğrencilere göre okullardaki başan dÜ2eyini saptamak mümkün değil. Eğer bir sorunun saptanarak analize tabi tutulması çözümün yarısını oluşturuyorsa, bunun pek parlak bir başlangıç olmadığı kesin. Üçüncü kuşak göçmen Yasser Amri'nin sözleriyle: "Burada yaşayan insanlar Fransa'da değil Fransa'ya komşu yaşıyorlar. Cumhuriyet yurttaşları tanıyor. Ama biz eşit yurttaşlar olmadığımızın farkındayız; öte yandan ne olduğumuzu da biliyoruz. Arap ya da Afrikalı diye tanımlamıyoruz kendimizi, ama Fransız olmadığımız da kesin. Tanınmıyoruz ve hatırlanmıyoruz. însanların isyan etmesine hiç şaşırmıyorum" (4). GÖKDELENDEN DÜŞEN ADAMI BİLİRSİNİZ... Bu isyanın ardından Fransız üniter milli devletinin cumhuriyetçi entegrasyon modeliyle birlikte sorgulanma. sı ya da bu kadar renkli bir toplum ile "renk körü" düzen arasındaki çelişkiye son vermenin kendini bir zorunluluk olarak dayatması, artık kaçınılmaz görünüyor. Ama biz, bütün ülkelerin pesimisderi, polis karakollarına ve hapishanelere tıkabasa doldurulan Kuzey Afrikalı gençlerin sayısının lOOO'lı rakamlara ulaştığı bu isyan günlerinde yapılacak en doğru işlerden birinin köşedeki videocu dükkânından "La Haine"ı kiralayıp seyretmek olduğunda hemfikiriz. Banliyölerin asi çocuklanyla el ele öteki Paris'ten kuşatıyoruz turistik Paris'in alışveriş merkezlerini ve sanat galerilerini; maceramızın bir polis karakolunda son bulacağının çok iyi farkjnda olarak. Ama günü ya da geceyi mutlaka Afrikalı kan kardeşimiz Hubert'in muhteşem metaforuna kulak vererek noktalıyoruz: "Gökdelenden düşen adamı bilirsiniz. Her katı geçerken şöyle der kendi kendine: 'Şimdiye kadar gayet iyi, şimdiye kadar gayet iyi.' Aslında düşmekte olan ve sürekli 'şimdiye kadar gayet iyi' demeye programlanmış bir toplumun öyküsü bu: Düşüş kaçındmaz; öyleyse önemli olan, nasıl düştüğü değil, yere nasıl çakılaca ransızlar şu sıraJar aJışılmaciık bir merakla başlıyorlar güne, "Dün gece kaç araba yakıldı?" Bu merak aslında bir korkuyu yatıştırma çabası. Eğer yakılan araç sayısı azalmışsa, bu, eylemcilerin yoruldukları, vazgeçtikJeri, artık gecelerini evlerinde geçirdikleri olarak okunuyor. Ama ya daha çok araba yakıldıysa? Bu, tekinsizliği işaret ediyor, çünkü Paris bir kez daha düşebilir! Bu kez Hitler yok. Bu, El Kaide'nin îspanya'nın tren garını ve Ingiltere'nin metrolarını bombalamasına da benzemiyor. Daha tehlikeli, daha tedirgin edici, çünkü bu siyah ve yabancı çocuklar, içinde yaşadıkları coğrafyadan, bu coğrafyanın her nimetinden paylarına düşeni almak istiyorlar. Yani uzaklarda ve belirsiz bir "düşman" değiller. Yakında, çok yakındalar, "en beyaz" Fransızlar onları "kara kafalı çapulcular" olarak dışarıda bıraksa da birkaç on dakikalık mesafedeler... Eylemlerinden sonra aldıkları adlarıyla "Paris Gerillaları"nın arabaları yakmaları da bu yüzden, bu hem iç içe olma, hem de dışarıda bırakılma halinin öfkesinden. Yaktıklarının ya kendilerinin ya da kendileri gibi yabancıların arabaları olması tümüyle dışarıda kalma istekleri olarak da okunabilir. Ya da emildikleri kapitalizmin yüzüne bir tekme: Artık geçmiş yok, gelecek de. Bu arabanın beni tuttuğu iki arada bir yeri yakıyorum... Fransızların, hatta bütün Avrupa'nın içini serinletecek bir yani var bu isyanın, o da bir örgütlenmenin, bu isyanın içinde akacağı bir politik talebin çok baskın olmaması... Bu hafta kapak konumuzu Fransa'da başlayıp Belçika ve Almanya'ya sıçrayan bu isyana ı ayırdık. BirsüredirParis'tebulunan • Selen Tokcan'ın röportajları isyanın "genç ve beyaz" Fransızlar'ı da içine alabileceğini gösteriyor. Çünkü iki "öteki" de işsizlikte, eğitimde, kendi kültürünü yaşamadaki eşitsizliğe rağmen sistemin içinde nasıl birlikte imha edildiklerini sezinliyorlar. Asıl tehlike, varoşların öfkesinin, merkezdekilerin hayal kırıklıklarıyla birleşebilmesinde. îşte o zaman Paris de düşebilir Brüksel de, Berlin de, îstanbul da! Starsbourg'da yaşayan sosyal hizmet uzmanı ve Türk îşçileriyle Dayanışma Derneği müdürü Muharrem Koç ile Londra'da yaşayan, Londra Üniversitesi Öğretim Üyesi Zafer Y. Yörük'ün yazıları ise Fransa'nın sömürgeci tarihinin, mültecilere dair politikalarının izini sürerken, bugün yaşananların nedenlerini daha net görmemizi sağlıyor... iyi haftalar... Berat Günçıkan bgunakan@yahoo. com Cumhuriyet DERGÎ* Şiddet karşıtı yürüyüşe katılanlar arasında da 'yabancılar" vardı... Bu ateşi söndürmek, hiç kuşku yok, "huzur ve güven" bekçilerinin öncelikli hedefi. Örneğin, Fransız Polis Birliği Genel Sekreteri, ne kadar çok Cezayir asıllı genç tutuklanırsa, o kadar az göstericinin meydanda kalabileceği biçiminde ilkel bir matematik hesapla saldınyor banliyölere. Öte yandan aşırı sağ, hiç de yabancısı olmadığınız "Ya sev ya terk et" sloganıyla Paris sokaklannda "Fransa'ya yabarıa göçü durdurulsun" talebini yükseltiyor. Birbaşka isyan bastırıcı yorum, Fransa'da yaşanan süreci 11 Eylül 2001 'den bugüne dünyada yaşanmakta olan Islam/Hıristiyanlık kamplaşması içinde değerlendirme eğiliminde. Bu çerçevede, Madrid ve Londra bombaları kadar Paris isyanları da global Islamcı terorizmin bir halkası olarak yorumlanıyor. Ebu Garib Cezaevi ve Guantanamo Körfezi'nde yaşanmış ve yaşanmakta olan insanhk dışı muamelenin isyancıların dilinde olduğu inkâr edilemez bir gerçek, ama Fransız banliyölerinin isyanını Recep Tayyip Erdoğan gibi "başörtüsü yasağı" Notkr: (1) Olaydan otuz yıl sonra yayımlanan gızli devlet belgelerine göre öldürülen Cezayir asıllı Fransız yurttaşı sayısı 300 civartndaydı. (Ergun Aydınoğlu, Söylenmese de Olurdu, Belge, îstanbul, 1996, s. 41). (2) Aynı yerde. O) The Guardian, 8 Kasım 2005. (4) Aynı yerde. îmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına tlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: tbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Mehmet Sucu Yayımlayan: Yeni Giin Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Baski: Ihlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna / tstanbul îdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/îstanbul Cumhuriyet Reklam (0212)25198 7475 (0212) 343 72 74 *Cumhuriyet Gazetesi'nin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet. com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle