Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 KASIM 2005 / SAYI1025 Sarkozy işte, daha ne olsun? Selen Tokcan 1 Sayfanın devamı Fransa'nın güneyindeki Universite Nancy Il'de öğretım görevlisı olan sosyolog Jean Marc Stebe, olayları şöyle değerlendiriyor: "Bugün yaşanan olaylar hiç şaşırtıcı değil Neredeyse bır sosyal patlama olarak okunabilecek eylemlerin gençler tarafından gerçekleştiriliyor olması durumun ciddiyetinin altını çiziyor. Bu çocuklar sadece seslerini duyurmak istiyorlar. Görmezden gelinmckten, iş bulamamaktan ve çok kötü şartlar altında yaşamaktan bıkular. Bütün Fransızların yararlandığı haklardan yararlanmak ıstiyorlar. Neden arabaları yakıyorlar? Çünkü araba sosyal statünün en bariz göstergelerinden biridır. Kendi mahallelerinde yaşayanların, tanıdıklarının arabalarını yakıyorlar. Ya herkeste araba olacak, ya herkeste iş, ya hiç kimse de... Öfkeliler ve bu çok anlaşılır bir öfke. îsyan etmelerine şaşmamak gerck." Afrika kökenli 31 yaşındaki Assassi Bertangant Paris'te salaş bir barın kenarında oturmuş birasını yudumlarken, akşam haberlerini seyrediyor. Assasi'ye ne düşündüğunü soruyorum. Hiç çekinmeden anlatmaya başlıyor: "Bunları yapanlar arasında mutlaka tanıdığım çocuklar olduğuna eminim. 15 sene önce ben de banliyöde oturuyordum ve aynı şartlar altında yaşıyordum. Bugün o çocukların neden bunları yaptığını anlamam hiç zor değil. Inan ki o gün benim de elimde bir molotof kokteylı olsaydı hiç çekinmeden ben de bir yerleri yakar, kırar dökerdim. Kimsenin seni duymaması, kimsenin seni görmemesi nasıl bir şey sen biliyor musun? Hayalet çocukları onlar, bu ülkenin. Şimdi ete kemiğe büründüler. Televizyonda ve gazetedeler çünkü artık. Eminim ilk kez yaşadıklannı hissediyorlar." Paris'in en işlek metrolarından biri olan ChateletLes Halles metro istasyonıınun için de metronun gelmesını beklıyorum Yaşları 25 civarında iki genç kız duruyor yanımda. Birinin elinde Le Monde gazetesi, diğerinde Le Figaro. Okuyorlar. "Olaylar korkunç bir hal aldı değil mi" diye laf atıyorum. Fransızlar sosyal konularda fikir alışverişi yapmaya bayılıyor. Her yerde konuşacak bir şey bulunuyor ve kimse sohbetten kaçmıyor. Le Figaro okuyan bana dönüyor, " Sarkozy ineği işte, daha ne olmasını bekliyor ki?" diyor... Gazeteci olduğumu söylüyorum ve onların yaş grubunun ne düşündüğünü öğrenmek için soruyorum. Yanıtlıyorlar: "Biz Fransızız da ne oluyor ki? Sarkozy bütün Fransa'nın kaderiyle oynuyor ve Chirac kılını kıpırdatmıyor. Paris bde artık beş sene önceki Paris değil Eskiden akşamları Seine'in kenarında müzik yapar, şarap içerdik. Şimdi Sarkozy'nin piyonları, polisler, Seine'in etrafında kuş uçurmuyorlar. Süreklı kimlik kontrolü yapılıyor ve ezkaza kimliğın yanında yoksa anında karakola götürüyorlar. Bizi birbirimıze karşı yabancılaştırıyorlar. Bi? Paris'te Fransız olarak bunları yaşıyorsak, o çocukların durumunu tahmin etmek zor değil." Kiminle konuştuysam herkes aynı fikrin etrafında toplanıyor. Kimse açıkça itiraf etmese de, içten içe banliyölerdeki ve Fransa'nın diğer kentlerıne sıçrayan "kara eylem"i haklı buluyorlar gibi gözüküyor. Fakat çoğunluğun bu tikirde olmadığı çok açık, zıra ChiracSarkozyDe Villepen üçlüsü korkusuzca Fransa halkının kaderiyle oynamaya devam ediyor. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday olacağını açıklayan Sarkozy tek çözümün sıkı güvenlik önlemlerı olduğunu söylerken halkın yüzde 57'si tarafından desteldeniyor. Chirac ise diskurunu adaletten yana oluştururken Sarkozy'nin gerisinde kalıyor. Ekmek almak için bir pastanede kuyruğa giriyorum. Arkamda iki yaşlı adamın konuşmalarına kulak kabartıyorum; "Bu pislikleri çok önceden bizim yakmamız lazımdı, biz yapmadık, şimdi onlar bizi ateşe verecek"...# Sosyolog Jean Marc neden arabaların yakıldığını özetliyor, araba statüyü gösteriyor, yani kendilerinin dışında kaldığı alanları... Assasi, "Sen" diye soruyor, "kimsenin seni görmemesi nasıl bir şey, biliyor musun?" İki yaşlı Fransız konuşuyor: "Bu pislikleri bizim f yakmamız lazımdı, yapmadık, şimdi"... Fransa'da şimdi 'öteki' konuşuyor... Muharrem Koç D! ünyanın hemen hemen her ülkek sinde, herkes bir şeyler söylüyor, lyazıyor, Fransa'da yaşananlar için. Elbette, asıl meselenin, Fransa'nın içinde yarattığı "öteki"yle sorunu olduğu da görülüyor ve gösteriliyor... Fransa 18'inci yüzyıldan beri farklı ülkelerden gelen göç topluluklarını ağırladı ve Cumhuriyct dcğerleri çerçevesinde bir ulusal kımlik yaratmaya çalıştı. Polonya, Italya, Ispanya, Portekiz, vs. gibi ülkelerden sonra, kendi eski sömürgeleri olan Magrcb ülkelerinden ve özellikle Cezayir'den gelen göçmenleri kabul ettı. 1960'dan sonraki yoğun göç toplulukları büyük ölçüde Miislüman ülkelerden gelenlerden oluştu. Özellikle Cezayir'in bağımsızlığını almasından sonra gelen göçmenler Fransa'da yeni bir sosyolojik vaka olarak ortaya çıktı. 6073 yıllarında Ceza yir'den gelenler için her yıl yaklaşık 600 bin yeni sosyal konut inşa edildi ve yenı mahalleler oluştu. Zamanla hem Fransızların hem de göçmenlerin oturduğu bu mahallelerde yeni sorunlar ortaya çıktı. Işsızlik oranı ulusal duzeydekı orantıdan daha yüksek olmaya başladı. Ve yine bu süreçte Fransız aileler bu mahallelerden taşındı. Yalnız göçmen kökenlilenn oturduğu mahalleler oluştu. Her nc kadar yetmişli yılların ortalarında yeni kentleşme planları hazırlansa da, uygulamada artık get tolaşmış bu mahallelerde karma toplulukları bir arada görmck zorlaştı. Bu gettolaşma sürecı elbette tesadür değil ve Fransa eskiden ben "ötekı"yle kurduğu ilişkiyi gelişen ekonomik ve sosyal koşullar içerisinde de devam ettirmek istiyor. Burada göçmenlerle oluşan bu ilişkinin yalnız Fran sa tarafından uygulanmadığını birçok Avrupa ülkesinin sömürgeci mantığı halen sür dürdüğünü gdzetlemek mümkün. Oysa yine bu Avrupa'da ve özellikle Fransa'da, ılk kez Insan Hakları evrensel bildirgesi yayımlanıyor ve demokrasi toplumsal uzlaşmalar etra fında Cumhuriyet değerleri etrafında düzenleniyor. Işte bugün yaşanılan temel sorunlar dan biri de Cumhuriyetin herkesin hakkını aynı ölçüde korumadığı ve temel niteliklerin den uzaklaştığı düşüncesini yaratıyor olması. Fransa'da doğmuş olmalarına rağmen, göçmen kökenliler bu toplumun bir parçası olarak gözükmüyorlar. Göçmen asıllı gençler günlük yaşamlannda renklerinden, oturmuş oldukları mahallelerden, anne ve babalarından aldıkları kültürel mirastan dolayı dışlanıyor, aşağılanıyorlar. Babalarının tersine Fransızca biliyor, ne denildiğini anlıyorlar. Ve hatta babalarına uygulananlan söylenmese de bilinç altında taşıyorlar. *"»' . AŞIRI SAĞIN KAVRAMLARI VE... Artık Avrupa'da, Fransa da dahil hemen hemen tüm ülkelerde, siyaset, sosyal adalet kavramlarıyla (mantığıyla) yapılmıyor. Daha çok ulusal, ırksal ve kültürel bir siyaset mantığıyla yapılan siyaset egemen. Yani yerel toplumların güncel olan sosyal, ekonomik vs. gibi sorunlarını işleyen siyasi partiler, ki, bunların içerisinde aşırı sağcıları anlamak mümkün, zira onların var oluş gerekçesi, ırkçılık ve milliyetçik üzerine oturan tarihsel bir yaklaşımartık kendi aralarındaki farkı açıklamakta bir hayli zorluk çekerek en kolay olanı seçiyorlar. Popülist bir şekilde ekonominin tüm çıkmazlarının sorumlusu olarak yabancılan veiçlerinde bulunan "ötekini" gösteriyorlar. Ben, Avrupa'da Türkiye'yle ilgili yaşanan tartışmanın da aslında Avrupa'nın kendi kendisini ve Avrupa'nın kendi içerisinde yarattığı ötekini kapsadığını düşünüyorum. Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yaşayan göçmen asıllı vatandaşların sayısı AB üyesi bazı ülkelerin nüfuslarından daha fazla. Yaşlanan nüfuslanyla artık geleceğe ilişkin ciddi kimliksel sıkıntıları da yaşayan bu ülkeler, yeni yurttaşlarıyla olan ilişkilerine kalıcı çözümler üretmek yerine, her geçen gün yeni gerginlik ve baskıcı politik uygulamalarla yanıt veriyorlar. Kısaca kabul etmemiz gereken acı bir durumla karşı karşıyayız, geleneksel anlamda sağda ve solda, cumhuriyetçi veya demokrat çizgide bulunan siyasi grup ve partiler artık aşırı sağın dayattığı 80'li yıllardan sonraki siyaset yapma tarzını bütünüyle kabullenmiş durumdalar. Elbette her ne kadar aşırı sağa karşı olduklarını belirtseler de, aşın sağın kullandığı kavram ve mantıkla hareket ediyorlar. Ve özellikle kısa vadeli stratejiler ile iktidar kaygısı taşıyor olmaları, onları ne yazık ki her geçen gün daha popülist bir çizgiye itiyor. Ayrıca, Fransa'da ekonomi son yılların en kötü dönemini yaşıyor. Işsizlik oranı ulusal çapta yüzde on civarlarındayken, Banlieues'lerde yani varoşlarda yüzde yirmilerin üstüne çıkıyor. Bu rakam 26 yaş grubu gençler için bazı mahallelerde yüzde kırklara varıyor. Eğitimde eşitlik ilkesi göçmen asıllı ve kenar mahalleliler için tüm öğrencilik sürecinde mümkün olmuyor. Her şeye rağmen eğitimlerini başarıyla tamamlamış olsalar da iş ararken karşılarına kültürel kimlikleri, oturdukları mahalleler bir engel olarak çıkıyor ve iş bulamamanın verdiği güvensizlikle topluma ve devlete olan güvenlerini yitirebiliyorlar. Bu dışlanma psikolojisini 70'li yıllardan beri bir kuşak diğerine aktararak geldi ve sayıları çoğaldı. Tüm sosyal bunalımların bir arada olduğu mahallelerden çıkma çabaları, arzuları gerçekleşmedi. Dönem dönem bireyler düzeyinde ifade edilen veya ima edilen talepleri bir türlü yankı bulmadı. Tam tersine kötü giden her şeyin sorumlusu ve günah keçisi olarak algılandılar. Irkçılığa, dışlamaya, ayrımcılığa, aşağılanmaya, işsizliğe, eğitimde başarısızlığa çözüm bulamayan geleneksel politikalara ve uygulamalara güven duymadıklarını kendi tarzlarıyla yer yer anlattılar, bugüne kadar. MAHALLE İSYANI VE 68'LER... Bu olayları fırsat olarak kullanmaya hazır ve yirmi yıldan beri mahallelerde yaşanılan sosyal adaletsizliği kullanan "Müslüman Kardeşler" gibi dini gruplar kendilerine pay ç^ kartmayı ve militan kazanmayı düşünüyorlar. Hatta son yıllarda Fransa'da yaşanılan sıkıntıların çözümünde dini grupların ön plana çıkması da tesadüf değil. Ama her ne kadar Müslüman topluluklara yönelik yaklaşımlar sorun olarak gözükse de asıl nedenlerin dini inançlarla bağlantılı olmadığını vurgtılamak gerekiyor. 80'li yıllarda Lyon bölgesinde başlayan ve bugün ulusal boyut kazanan mahalle isyanı tüm toplumu geleceğine ilişkin sorguluyor. Fransa bu olayları aşabilecek siyasi ve kültürel bir yapıya sahip. 68 olayları daha sonraki kuşaklara daha fazla özgürlük ve haklar kazandıran bir hareket olarak Fransa'da başladı ve diğer ülkelere sıçradı. Bu ikisi arasındaki fark ise 68 olayları örgütlü ve oldukça poYıt'ıkti, bugünkü olaylar örgütsüz ve taleplerin sahibi de yeterince politik değil. Yaşadığım Strasbourg ve bölgesinde de arabalar birkaç günden beri yanıyor. Bugün için sokağa çıkma yasağı uygulanmıyor, ama bakalım yarın neler olacak? # * Strasbourg da Sosyal hizmetler uzmant ASTTu müdürü (Associatıon de Solıdarite avec les Travaılleurs TurcsTurk îşçılenyle Dayanısma Derneği) Fransa da dahll hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde siyaset, sosyal adalet kavramları ile yapılmıyor. Öne çıkan ırkçılık ve milliyetçilik... Yabancılar, tüm çıkmazların sorumlusu olarak gösteriliyor. Şimdi de onlar tepki veriyor, ama hem yeterince politik değil, hem örgütsüzler...