16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2EKÎM2005/SAYI1019 Bir ulusun yeniden doğuşu uanda'ya gidecek olursanız, Afrika'nın bu en yeşil ve cn kıvrımlı topraklarında kiiçük öbekler halinde sohbet eden, ya da bisikletlerine bincn pcmbc gömlekli ufak tefek adamlara rastlayabilirsiniz. Bunlar cezaevlerinden salıverilen ve on yıl önce yaşanan feci olayların etkisini bugürı bile üzerinden atamayan yeni bir topluma uyum sağlamaya çalışan bir zamanların "soykırımcılan". Ruanda'da 1994 Nisan'ından itibaren 100 günlük bir süre içinde, çoğu azınlığa mensup Tutsiler olmak üzere, 900 bin kişi katledildi. Tüm dünya bu olayları korku ve dehşet içinde izlemekle birlikte, durdurulması yönünde hiçbir girişimde bulunmadı. Tüm dünyanın bu olayları Gösterime giren yalnızca uzaktan izlemesi ve yaşanan kıyımların engellenOtel Ruanda, mesindeki başarısızlığı kor1200 kişiyl kunç bir soysuzluk örneğiydi. Soykırım ve sonrasını anlattıkatliamdan ğı "We Wish to Inlorm you kurtaran Paul that Tomorrow We Will Be KUled with our FamiliesYaRusesabagina'nın rın Ailelerimizle Birlikte Bizlerin Öldürüleceğini Belırthayatını anlatıyor. mek lsteriz" adlı kitabında Filmin Oscar gazeteci Philip Gourevitch almasının ardından, Ruanda'daki kıyımların içyiizünü kavramaya çalışmadan o da insan hakları önce, bu olayları kafamızda canlandırmaya çalışmamız ödülüne layık gerektiğine dikkat çckiyor ve, "Yaşamın beni en çok büyügörüldü. Olayın leyen özelliği, asıl gerçeği hatanıkları ise filmle yal etme gerekliliğinin garipliği" diyor. ilgili farklı fîklrlere Ruanda'da yaşanan kıyımsahip. Çünkü... lar yeterince gerçekti vc şimdilerde o yüz gün boyunea gerçekte neler olup bittiğini kafasında canlandırmaya çalışmayan yok gibi. Bu konuyla ilgili en ince ayrıntılan üzerinde kafa yoran sanatçılar, film yönetmenleri, roman ve senaryo yazarları sonunda olayı bir kurmacaya dönüştürdüler. Oscar ödüllü "Hotel Rwanda" dışında, başrolünü John Hurt'un üstlendiği ve Tutsi çocukları kurtarmaya çalışan Katolik bir rahibi eanlandırdığı "Shootıng Dogs " ile Haitili Raoul Peck'in yönettiği "Sometimes in April" adlı iki filmin daha çekimleri bir süre önce tamamlandı. 2001 yılııv da gösterime giren çok düşük bütçeli "100 Days" adlı clördüncü bir film ise pek bir yankı uyandırmadı. Gil Courtemanche'nin "A Sunday at the Pool in Kigali" adlı romanından uyarlanan filmin çekimlerine de yakında Ruanda'da başlanacak. R tyi de, Afrika'nın bu bahtsız ülkesine duyulan bu yoğun ilgi neden? Afrikalı olmayan film yapımcıları 1994'te yaşanan bu olayları beyazperdeye yansıtmak için neden birbirleriyle yarışıyorlar? Bu telaşın ardında bir gaddarlık, sefaletin şiirselleştirilmesi gibi bir durum söz konusu değil mi? Theodore Adorno bir yazısında "Auschwitz'ten sonra artık şiir yazılamaz" diyordu. Bu sözcükleriyle Yahudi soykınmının sanatsal dürtüleri de bastırıp yok ettiğini söylemeye çalışıyor olsa gerek. Çoğu Afrikalı, birçok kişi henüz yaralartn kapanmadığı ve acıların dinmediği Ruanda felaketinin kurmaca konusu edilmesini uygunsuz buluyor. Başkan Paul Kagame tarafından yeniden toparlanmasına çalışılan ülkenin kırılgan durunıu da bu uygunsuzluğa tuz biber ekiyor. BUFİLMDEŞİDDETYOK! Irlandalı yönetmen Terry George'un "Hotel Rvvanda" adlı filmi Kigali'dedört yıldızlı bir otelin müdürlüğünü yapan Paul Rusesabagina'nın gerçek yaşamöyküsünii konu alıyor. Kendi Hutu olmasına karşılık bir Tutsi ile evli olan Rusesabagina yürekliliği, ordu ve milislerden oluşan dost çevresi sayesinde kıyımlar sırasında otelini açık tutmayı başardığı gibi, bini aşkın Tutsi ve ılımlı Hutu'nun da yaşamını kurtarıyor. Rusesabagina'nın öyküsü kaos döneminde başkalarının yaşamı uğruna kendi canını ortaya koyan bir kahramanın anlatıldığı basit bir söylenceden öteye gidemiyor. Filmdc olayların büyük bir bölümünün kuşatma altındaki Des Milles Collines otelinde geçiyor olması izleyicide yoğun bir kapalı yerde kalma duygusu yaratıyor. tzleyici otelin dışında olup bitenlerden kıyımlardan, sakatlamalardan ve ırza geçmelerden haberdar olmasına karşın, bunlara gözleriyle tanık olmuyor. Zaman ve para açısından çekimleri Jo I hannesburg'da yapmayı uygun gören George filmiyle ilgili olarak, "Filmde ger çeği olabildiğince yansıtmaya ve olayları saptırmamaya gayret ettim. Bunun Ruanda soykmmı konusunda insanları bilgilendirecek bir kaynak oluşturacağının bilincindeydim. Bu yüzden filmin eğitici olması, insanları düşünmeye zorlaması ve bundan bir ders çıkartmalarına yardımcı olması gerekiyordu. Işte bu nedenle de şiddeti geri planda tutmayı yeğledim," diyor. Ruanda'daki olaylardan canlı çıkabilen vc filmi izleyen birkaç Tutsi filmi etkileyici buldukJarını, izlerken gözyaşlarını tutamadıklarını söylüyorlardı. Başkent Kigali'nin merkezine bir anıt dikilmesine çalışan Aegis Vakfı'nın üyelerinden Apollon Kabahizi ise filmin Amerikanvari bir eğlencelik olduğuna, ancak Ruanda'da olanlara ışık tutması açısından yine de önemli bir yer tuttuğuna dikkat çekiyor, "Film, siyasal ortam elverdiğinde, sıradan insanların neler başarabileceğini göstermesi açısından önemli bir işlevi yerine getiriyor," diyordu. Ardından biraz duraksayıp, "Bir gün kendisi Hutu olan en yakın arkadaşıma beni salt bir Tutsi olduğum için bıçakla doğrayıp doğramaya cağını sordum. ü da böyle bir şeyin akla mantığa sığmayacağını, benim de öyle bir şeyi düşündüğüm için çıldırmış olmam gerektiğini söyledi. Neden sonra bu can dostumun annemin canına kıydığını öğrendim. Annem onu beslemış, anncsi öldüğü için her dem ona destek olmaya çalışmıştı. Bu adam benim en yakın dostumdu. Soykınm böyle bir şey işte," diyordu. Uluslararası film ekiplerinin ülkcde çekim yapıp yapamayacaklan konusunda da söz sahibi olan Ruanda kültür bakanı Joseph Habineza da, "1994'te tüm dünya bize sırtını çevirdi. Burada yaşananları bilmek insanların işine gelmedi. Tarihe ayna tutan ve guçlü mesajlar içeren bu tür filmlerin tam zamanında gösterime giımesi çok önemli, çünkü insanlar her şeyi bir çırpıda unutuveriyorlar. Oysa, bizler 1994'te yaşananların asla unutulmamasından yanayız. Bu fiJmi belki çoğu sıradan Ruandalı görmeyecek, ama bir filme konu olduklarını bilmeleri bile onları rahatlatmaya ve kendilerine yine sırt çevrilmediğini düşünmelerine yeter," diyor. • The Observer'dan çeviren: RİTA URGAN Ruanda'da 1994 Nisanı'nda başlayan, 100 gün süren kıyım, geride çoğu azınhk 900 bin ölü bıraktı. Tüm dünya bunu uzaktan izledi, şitndi de filmini yaptı... Yani, bir dram eğlenceye dönüştürüldü. Seyirci beni başka türlü de görmeli Bengü Çetinkaya T iyatro oyunlarıyla nitelikli fakat küçük bir kitleye seslenen Selçuk Yöntem, Deliyürek ve Kurtlar Vadisi televizyon dizilerinde canlandırdığı sert karakterlerle büyük bir çıkış yakaladı. Yaz Yağmuru, Acı Gönül, Kaçıklık Diploması, C Blok gibi pek çok filmde de rol alan sanatçı, son oynadığı filmle yine gündemde. Fakat bu kez farklı bir türde ve tamamen farklı bir karakterle çıkıyor hayranlarının karşısına. Sanatçı, "Banyo"da, tüm film boyunea yan çıplak olarak, karısını aldatan bir adamın içine düştüğü trajikomik durumu oynuyor. Televizyon aracılığıyla büyük bir kitleye, belli bir imajla ulaştınız. "Banyo"filmindeise, o imajın tamamen dışına çıkıyorsunuz. Kitlenizin buna nasıl yaklaşacağını filme başlamadan önce düşündünüz mü? Zaten onu düşündügüm için bu rolü kabul ettim,çünkü bir aktörün belli kareler içerisinde kalıplaşmasından yana değilim. Bir aktör her türlü boyutta değişik karakterleri oynayabilmeli ve halk tarafından da öyle benimsenmeli. Seyirciler beni başka türlü de görmeliler, eğer beni mesleğimde beğeniyorlarsa. Onun için "Banyo" böyle bir değişim noktası oldu, böyle bir şey yaptığım için de doğrusu mutluyum. Filmin erotikkomedi türünde olduğu lanse edildi. Esasen "Banyo" komedi filmi değıl, bir kara mizah. Yani insanoğlunun aldatma duygusunun çok derin bir psikolojisi yatıyor Banyo'da. Ayrıca erotik bir yan yok, hatta erotizm yok bence. O lanse etmelere ben hiç katılmıyorum. Yani banyoda geçen bir filmin ana noktası iki insanın beraber olup birilerini aldatması ise, orada esasın Selçuk Yöntem gösterimi süren "Banyo"nun başrol oyuncusu. Filmin daha çok erotik sahnelerine dikkat çekilmesine itirazı var. " Banyo bir komedi değil, kara mizah" diyor. Film, aynı rolleri oynamaktan sıkılan Yöntem için bir çıkış... da yaşanan bir dram var. Orada insanın içine düştüğü hazin bir durum var ki, bu mizah giderek kara mizah haline dönüşüyor. Filmi, sanat filmi olarak değerlendiriyor musunuz? Ben bu ayrıma da karşıyım. Yani, ben sanat filmi olmayan film yapıyorum, kim diyebilir. Yaptığımız iş zaten sanatın bir parçası. Onun için sanata ne kadar estetik katabiliyorsunuz, ne kadar kitle yoğunluğu oluşturabiliyorsunuz, sanat o zaman var oluyor zaten. Mustafa Altıoklar, seyirciyi bu filmde biraz daha aktif olarak filmin içine çektiğini söylenıiş. Yönetmenlik de yapmış bir sanatçı olarak, siz nasıl bir seyirci profili istersiniz, böyle katılımcı, çaba gösteren, zeki..? Zaten iyi bir iş yaptıysanız seyirci onun içine girer. Meseleye, illa, seyirciyi içine alıyorum, diye yaklaşmayı doğru bulmuyorum. Ben iyi bir iş yapmalıyım, yaptığım iyi işle de, seyirci girmeli. Zaten girdiği zaman, konsantre olduğu zaman o iş iyi demektir. BENCE BU BİR MUCİZE! Siz Devlet Tiyatrosu çıkışlı oyuncusunuz. BufilmçaIışması oyunculuğunuza ne gibi deneyimler kattı? Biz, bu ülkenin sanatçıları olarak, oyunculuk tekniği anlamında çok pratiğiz. 14 günde bir film bitiriyor, bunu sesli çekiyor, yeni oyuncularla tanışıyor ve bunu üç banyo mekânına sığdınyorsunuz. Bence bir mucize!.. Ama ben yine de eğer daha geniş bir zaman diliminde çekilseydi, ortaya çok daha farklı bir şey çıkabilirdi. Filmde, ihanetin bedeli de. Ancak yine de, ihanet olgusunun ölüm cezasıyla bedellendirilmesi, zaten buna meyilli olan Türk insanı için doğru bir adres midir, siz olsaydınız filmi nasıl bitirirdiniz? Banyo'daki olayların ölümle bitmesi; yaşamın umulmadık anlardaki umulmadık sonuçları. Bu son, biraz seyirciyi etkilemekJe, bağlantılı. O insanlar ölmeseydi seyirci ye ne verilecekti? Bu kadar çarpık ilişkilerin çıkış noktasının tıkandığı bir durumda, gelişen olayların ölümle noktalanması pek aykırı gelmiyor bana. "Banyo"daki ilişkiler, metropol insanının, içinde yaşadığımız zamandaki durumunun bir örneklemesi. Bu denli değer kaybının nedenleri neler olabilir sizce? Bence çağımızda böyle bir yozlaşma var. Dünya 6O'lı 70'li yıllardaki kadar saf ve temiz değil. Teknoloji çok büyük olumsuzluklar da yarattı. Her şey çok süratlenmeye başladı. Aşklar, flörtler eskisi gibi değil. Her şey paraya yönelmiş, her şey onun üzerine inşa ediliyor. "Banyo", bu süratin, zamansızlığın bir değerlendirmesi, yansımasıdır. Tiyatro Dergisi Lemi Bilgin'e teşekkür ödülü verdi. Devlet Tiyatroları kökenli oyuncu olarak son dönemde yaşananlar size ne düşündürüyor? Ben 2000 yılında Devlet Tiyatroları'ndan istifa ettim, bu kavgalardan dolayı. Kültür Bakanı'nın yaşattığı bu son olayları da esefle kınıyorum. Bakanı, sanata ve sanatçıya saygılı olmaya davet ediyorum. 0
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle