02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EKÎM 2005 / SAYI1019 PAZARIN PENCERESINDEN Erdal Bey'e domates! Selçuk Erez eçen hafta Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen "Son Döneminde Osmanlı Ermenileri" konferansı, MHP ve iP'lilerin protestolarına yol açtı. Bu konferansa izleyici olarak katılan Erdal lnönü'nün gelişi protestocularca engellenmeye çalışıldı: "O vatan hainlerinin arasına girmeyin!" Inönü, "Onlar duygularını gösteriyorlar!" dedi ve yolundan dönmedi; konferansın sonunda evine giderken protestocuların şiddetlenen tepkileri, yumurta, domates atmaya başlamaları karşısında polisler çevresini sarıp korumaya, evine taksi ile yollamaya kalkınca onlara, "Burası Türkiye. Beni korumayın. Tek başıma Taksim'e yürüyeceğim. Oradan da evime gideceğim. Yumurta atarlarsa atsınlar!" dedi. Protestocuların sataşmaları, yuhalamaları sürdüğünde de "Burası benim ülkem. Yürüyorum, evime gideceğim!" dedi. Erdal tnönü, Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanının oğlu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin eski rektörü, 1986'da Grup Teorisi aracılığıyla matematiksel fiziğe yapmış olduğu önemli katkı nedeniyle 1986'da "Wigner Madalyası" verilmiş önde gelen bir fizikçimiz, SHP Genel Başkanı gibi çok çeşitli nitelikleriyle bilinen saygın bir vatandaşımızdır. Erdal Bey'in 2005 sonbahannda, ilki idari, ikincisi adli yollardan engellenmiş, ancak üçüncüsü toplanabilmiş konferansa katılması, onun yeterince üstünde durulmayan bence en önemliniteliğini hatırlatmaktadır: Inönü, ülkesinde denıokrasinin ycrleşmesi için herkesin, her konuda düşüncesini serbestçe açıklayabilmesinin gerektiğini bilmektedir. O, bunla yetinmeyip, bu amaca, ancak örnek davranışlar sergileyerek varabileccğimize inanan ve bu inancının gereğini yerine getiren bir vatandaşımızdır. Tıpkı yıllar önce babasının muhalefet liderliği yaptığı günlerde treni, iktidarın tertibiyle Uşak'ta durdurulup taşlandığında, yılmadan inip yaya yürümesini anımsatan bir tutumla yoluna devam etmiş ve yurtdaşlarına "demokratik eylemleri katılarak, korkmayarak destekleyin!" mesajını en etkin bir şekilde vermiştir. Bence çok önemli bir bilim adamı olduğu halde mesela politik arenada yer alması politikaya bayıldığından değil memleketinde demokrasiye en doğru hizmeti vermek için gerekli olduğuna inanmasındandır. Erdal Bey'in özgeçmişi bu inancının yansıtlarıyla doludur. Bunlardan birini anımsıyorum: Fransa'nın en önemli yayınevlerınden Flammarion, "tstanbul'da yaşam sanatı" (l'Art de Vivre a Istanbul) başlıklı bir kitap oluşturmaya karar vermiş ve bunu gerçekleştirmek için Istanbul'a yazarlarını, fotoğrafçılarını yollamıştı. Ancak, "Şu binada çalışmak için Vakıflardan, şurası için Biiyük Millet Meclisi Başkanlığı'ndan, Şurası için Hlanca, burası içinse falanca yerden izin belgesi alacaksınız!" denerek uzun süre oraya buraya gidip sonuç alamayan Flammarion'cular bezmiş ve kitabı basmaktan vazgeçmek üzereydiler. Bu kimselere yol gösteren dostum Meyzi Barın, durumu anlatınca ben de aynı yerlere başvurup sonuç alamayınca Başbakan Yardımcısı olan Erdal Bey'i aramıştım: Size bu konuyu nerede anlatabilirim? Baltalimanı'nda oturmuyor musunuz? Ben gelirim. Erdal Bey, bir saat sonra kendi kullandığı minicik bir Volkswagenle geldi. Arkasında he siren düdüklü polis arabaları, ne de motosikletli korumaları vardı, tek başınaydı! Konuyu öğrendi ve birkaç günde çözdü; Istanbul'u kültür zenginlikleriyle çok güzel tanıtan bu yapıt, sayesinde basıldı. : , Ben o tarihten ne önce ne de sonra, ülkemde bu güne kadar başbakan ya da yardımcısı iken böyle gümbürtüsüz, Jcortejsiz, refakatsiz, tek başına dolaşan birini görmedim. Demokrasiyi gerçekten sindirmemiz için Avrupa Birliği kriterlerinden önce Erdal Bey gibi böyle davranışlar sergileyen insanlara ihtiyacımız vardır. • YENİ SOLHAREKET ngiltere'de Ocak'ta kurulan yeni sol parti "Respect" saygı anlamına geliyor. Bu aynı zamanda bir kısaltma ve çevre, sosyalizm, barış, eşitlik, toplum, sendika ve tüm bunlara saygı kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Dünya Sosyal Forumu ve Irak işgaline karşı yükselen hareket içinden doğan Respect, sendikacıları, Müslüman azınlıklan, Işçi Partisi'nden ayrılanları ve sosyalistleri bünyesinde buluşturuyor. Respect, kuruluşundan 5 ay sonra George Galloway'i parlamentoya sokmayı başarırken, Yeni Sol Hareket'in Almanya'daki adı Linkspartei (Sol Parti) 53 milletvekiliyle parlamentoya girdi. Avrupa'da "yeni sol" yükselirken, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Avrupa Sosyal Forum hazırlık toplantılarına paralel olarak bir toplantı düzenledi. Bu etkinlik kapsanıında Türkiye'ye gclen Respect'in önemli isimlerinden Antikapitalist Manifesto'nun yazarı Londra Üniversitesi'nde felsere profesörü Alex Callinicos'la yeni sol harekc ti ve Respect'i konuştuk. Respect, savaş karşıtı hareketten doğmuş karma bir yapı. Hangi zeminde buluşuyorsunuz? lnsanlar iki temel konuda bir araya geldi; ilki savaş karşıtı hareket içinde birlikte çalışmayı ve birbirlerine güvenmeyi öğrenmiş olmak, ikincisi Işçi Partisi'ne ki Tony Blair buna sürekli Yeni Işçi Partisi diyor karşı radikal bir yapı inşa etme fikri. Müslüman azınlıklar da bu fikri savunuyor mu? Respect'in temel üç bileşeni var. Işçi Partisi ve sendika geleneğinden gelenler ki bunun en önemli tem^^ silcisi George Gallovvay. İkincisi devrimci sol, üçüncüsü benim ilerici Müslümanlar dediğim Dünya Sosyal unsur. Bu çelişkili gibi görünse de değil. Müslüman cemaat çok heterojen. Cemaatin resmı temForumu ve Irak silcisi tngiltere Müslüman Konseyi, seçimlerde işgali, Avrupa'da Işçi Partisi'ni destekledi. Hizbut Tahrir gibi radikal tslami gruplar, tslamiyete karşı olduğu için Yeni Sol Hareket i seçimleri boykot ettiler, hatta bir kısmı Gallodoğurdu. way'e fiziksel olarak saldırıda bulundular. Dolayısıyla Respect, Müslümanlar arasında belli bir Hareketten çıkan kesimin desteğini kazandı. partilerden blri Yeni sol, sadece birlikte çalışmayı öğrenmekle mi oluşuyor yoksa yeni bir bakış açısını mı Ingiltere'deki gösteriyor? Avrupa'nın her yerinde insanlar yeni bir siyasi Respect. Respect oluşum yaratmaya çalışıyorlar. Amaç, geleneksel üyesi Alex sosyal liberal partilerin solunda bir alternatif yaratmak. Tüm bunların ortak paydası, farklı geleCallfnicos, neklerden insanların bir araya gelerek bu partihareketin partiye leri kurması. Bu partilerin hepsinde oldukça güçdönüşmesinin şart lü bir çoğulculuk anlayışı var. Sosyal forumların çoğulculuk anlayışıyla aranızdaki fark ne? olduğu Sosyal forumlarda da temel bir çoğulculuk angörüşünde... layışı var, ama bunlarla ilgili temel sorun, siyasi Özgür Erbaş • G na karşı, yeni partilerin içinden çıktıkları kitlesel hareketle bağlarını çok sıkı tutmamız gerekiyor. Henry Kissinger, solda ya da sağda radikal uçları yumuşatmak ve eritmek için meclis içinde tutmak gerekir diyor... Doğru. Kissinger, kitlesel bir katil olabilir, ama aptal değü. Yeni sol partilere, geçici bir süre ara verilen klasik Marksist partilere dönüş olarak mı bakmak gerekir? Yoksa Marksist hareketlerin sağladığı haklar elden gitmeye başlayınca mı buraya yönelme ihtiyacı oluştu? Bu partilerde bulunan insanların çoğunluğu açısından, hayır. Çünkü, Seattle'dan başlayan hareket, 1848'den beri yükselen hareketler içinde Marksizmin marjinal kaldığı ilk hareket. Bence Marks, Lenin, Troçki gibi isimlerle ilintili olan klasik Marksizmin, bu harekete vereceği çok şey var. Ama "Bu zaten böyle olacak" diyemeyiz. Küreselleşme karşıtı hareket içindeki aktif Marksistler ben de buna dahilim Marksizmin verecek bir şeyi olduğunu kanıtlamak zorunda. 'SAĞCILAR KADIN KOTASINI KULLANIYOR' Marksizmin ekolojik sorunlara ya da kadın erkek eşitliğine ilişkin öngörüsüz olmakla eleştirilmesine ilişkin düşünceleriniz neler? Ya da sizin özeleştirileriniz var mı? Marks, her şeyi öngören bir kutsal kitap yazmadı. Ancak kitaplrında hem kapitalizmin çevreyi imha etmesine hem de sınıflı toplumlarda kadınların ezilmesine ilişkin duyarlılık ve bilinç bulursunuz. Ama bu konuların eserlerdeki temel konular olmadığını söylemek yanlış olmaz. Bu açıdan hem çevre hareketinin hem de 60'larda ve 70'lerde yeniden yükselen kadın hareketinin Marksizm açısından çok önemli sorunları gündeme getirdiği söylenebilir. Bizim için önemli olan bu sorunlan yaratıcı biçimde ele alabilecek miyiz sorusu. Örneğin Respect'in içinde kadınlar için kota sistemi var mı? Hayır yok. Gerek olmadığı için mi ihmal edildiği için mi yok? Bu konuyu çözdük demiyorum. Siyasi hayatm her düzeyinde kadınların katılımını arttırmak çok önemli. Ama kotalar bunu başarmanın etkili bir yöntemi mi? Örneğin Işçi Partisi'nde kota, yerel partilere sağcı adaylar dayatmak için kullanılır. Respect'te ise Gallovvay'den sonra parti içindeki iki önemli isim, Lency German ve Selma Yakup. Göç olgusunun "bütün dünyanın işçileri birleşin" ruhunu zedelediğini düşünüyor musunuz? Pek çok sendikanın kendi pozisyonlarını korumak için, göçün önüne geçmeye çalıştığı biliniyor. Ana partiler ve medya, sığınma hakkı arayanlarla ilgili olarak işçi sınıfını bölmeye çalışıyor. lnsanlar Respect'e Işçi Partisi gibi sosyal demokrat partilerin, ırkçılık yaparak, bunu kullanmasına karşı tepkileri yüzüden katılıyor. • partilerin katdımını kabul etmeme anlayışı. Bence bu çok çelişkili bir tutum. Örneğin, bu yıl Porto AUegre'deki sosyal forum toplantısı Brezilya'nın iktidar partisinin kitlesel gösterisiyle açıldı ve Lula bir konuşma yaptı. Bu da kuralın açık bir ihlaliydi. Neoliberalizme ve emperyalizme karşı kitlesel bir hareket yaratıp siyasi arenaya çıkmamak mümkün değil. Bu anlamda, küreselleşme karşıtı hareket için Respect ya da Almanya'daki parti gibi yapılar mantıksal olarak sonraki adım oluyor. Biraz da geleneksel sol partilerin içindeki hiyerarşiye tepki olarak sosyal forum süreçleri oluştu. Burada başa dönme riski yok mu sizce? Bu partiler, bir dizi ülkede, sosyal liberallerin solunda seçimlere girip ciddi oylar aldı. Bu Avrupa siyaset sahnesinde yeni bir gelişme. Bürokratikleşme sorunu ise çok gerçek bir sorun. Ancak sosyal forum toplantılarında açıkça görebilirsiniz, sözüm ona çok açık yapılarda bile, hiyerarşi kuruluyor. Bence asıl kaygılanılması gereken şey, bürokratikleşmekten çok, parlamenterleşme tehlikesi. Ama siz Galloway'le birlikte ilk parlamenterinizi verdiniz... Evet. Almanya'ya bakarsak 53 milletvekilleri var ve mecliste müthiş manevra dönüyor. Bu manevraların içine girip başka yönlere doğru savrulma tehlikesi her zaman var. Bu '12 Eylül Hesaplaşması'nın ikinci kitabı 'Apoletli Adalet'in yazarı Ertuğrul Mavioğlu Tanıklar anlattı, ben yazdım... Alper Turgut endisi de cunta mağduru olan gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, "12 Eylül Hesaplaşması" üçlemesinin ikinci kitabı olan "Apoletli Adalet"te, "toplumun dokusuna işlemiş olan haksızlıklann kökenlerini", yani 12 Eylül hukukunu masaya yatırıyor. Neredeyse çeyrek asırdır süren Devrimci Sol Ana Davası'nda yargılanan ve davanın geçen günlerde görülen duruşmasinda, mahkeme heyetine Babil Yayınları'ndan çıkan "Apoletli Adalet"i sunan Mavioğlu ile cunta hukukunu konuştuk. ! ,'.'•* Cuntacıların yargılanmasını engelleyen meşhur geçici 15. madde kaldınlabilecek mi sizce? Kenan Evren ve diğer suç ortaklarının yargılanmasını engelleyen asıl olgunun, geçici 15. madde değil, toplumsal irade eksikliği olduğunu düşünüyorum. Cuntacıların yargılanması talebi, dar bir kesimin talebi olmaktan çıkıp, geniş yığınlara mal olursa, bu dalgayı durdurmaya ne geçici 15. madde ne de başka bir silahlı ya da silahsız güç yeter. 1 K davamı AlHM'ye taşımayı düşünmüyorum. Çünkü Avrupa'dan gelecek adaletin Türkiye'deki yaraları sarmaya muktedir olduğuna inanmıyorum. AlHM'den adam başı 15 bin Avro gibi bir tazminat alıp onlara "hapiste uzun seneler yatırdık ama karşılığında parasını da ödedik" deme fırsatı tanımak yerine hesabı açık tutmakta fayda görüyorum. "Apoletli Adalet" ne kadar sürede oluştu, yazma siirecinde nelere dikkat ettiniz? Aslında her kitap eksiktir. Ne kadar çok çalışırsanız çalışın eksiklikleri hissedersiniz. " Asılmayıp Beslenenler" yaklaşık dört yılda tamamlandığında bana göre hâlâ eksikti. A YETER Kİ GÜÇLÜ İRADE OLSUN... Peki cuntacılar yargılanmadan YOK ve 1982 Anayasası gibi 12 Eylül'ün izleri silinebilir mi? Cuntacıların yargılanabilir olması, içeriye ışığın girebilmesi için şart olan yeni bir pencerenin açılması gibidir. Bu pencere açıldıktan sonra gerisi elbette ki gelecek. YÖK de kalkar, yargı anlayışı da değişir, Anayasa da bu kez daha iyisi yapılmak üzere rafa kalkar. Dediğim gibi, yeter ki bu konuda güçlü bir irade olsun. 12 Eylül döneminde açılan toplu davalar hâlâ sürüyor. Siz de cuntanın bir mağduru olarak yargılanıyorsunuz. Toplu davaların uluslararası hukuka taşınması konusunda ne düşünüyorsunuz? 12 Eylül 1980 sonrasında açılan Devrimci Yol ve Devrimci Sol davaları 24 yıl geçmesine rağmen hâlâ bitirilemedi. Özellikle Devrimci Yol davasında bazı sanıklar, Avrupa InsanHakları Mahkemesi'ne (AlHM) başvurup "uzunyargılama" nedeniyle tazminat almaya hak kazandılaı. Geçen yıl Devrimci Sol davasında da buna benzer bir girişim vardı. Ben tüm yaşadığım haksızlıklara ve adaletsizliğe karşm, ma diğer yandan vermek istediğim mesajların tümünü verebildiğim için gerçekte tamamlanmıştı. Yaklaşık bir buçuk yıllık çalışma sonucunda "Apoletli Adalet"i tamamladım ve önceden planladığım gibi tam 12 Eylül 2005 günü, yani cuntanın 25. yılında çıkardım. Sanık, avukat, savcı ve hâkim... 12 Eylül'ün hukukunu gözler önüne serebilmek için kaç kişiyle görüştünüz ve bu anlatımlar içinde sizi en çok etkileyen hangisi oldu? Hedefim 12 Eylül'ün 25. yılında 25 tanığı konuşturmaktı. Ama 23'te kaldı. iki tanık tüm çabalarıma karşın, bildiklerinin kendilerinde kalması konusunda ısrarlı oldular. Tüm tanıkların bende bıraktığı birtakım önemli izler var. Örneğin kitaba ilk konuşmacı olarak 12 Eylül yıllarında avukatlığımı yapan babam Ibrahim Mavioğlu'nu aldım. Onun 1950'li yılların başında öldürülen kaçakçıların dosyalarıyla ilgili takipsizlik kararı vermeyi reddetmesi çok etkileyicidir. Avukat Nihat Toktay'ın Erdal Eren ile son kez kucaklaşmasını anlatırken söylediği, "Son kez öpüştüğümüzde sakalları bile çıkmamıştı daha. Sarı sarı tüyler vardı yüzünde" cümlesi beni fazlasıyla duygulandırdı. Peki, ilk kez sizin ulaştığınız bilgiler oldu mu? 12 Eylül arifesinde Istanbul Sıkıyönetim Başsavcısı olarak görev yapan Refik Karaa'nın toplu davaların Genelkurmay'da yapılan bir toplantıda verilen emir üzerine açıldığını anlatması bu kitabın şansıdır. 12 Eylül sonrasında Askeri Yargıtay'da görevli hâkim MD'nin Bahçelievler katliamı davasının dosyasından Abdullah Çatlı'ya ait yakalama tutanağının çalındığını ortaya çıkardığına ilişkin anlatımı da ilk kez bu kitapta dile getirildi. 12 Eylül'ün ilk yıllarında Diyarbakır'da sıkıyönetim savcısı olarak görev yapan Ümit Kardaş'ın, kolorduda yapılan işkencelerin 200 metre nerideki binadan hâkimler, savcılar ve adli müşavir tarafından duyulduğunu, ama herkesin sanki hiçbir şey yokmuş gibi işine gücüne devam ettiğini anlatması, 12 Eylül adaletinin özet anlatımı gibi. "12 Eylül Hesaplaşması" adı altında bir üçleme planladığınızı açıkladınız, "Asılmayıp Beslenenler" ve "Apoletli Adalet"in ardından son kitapta neler yer alacak? Son kitap, 12 Eylül'ün dejenere ettiği, depolitize ettiği sosyal doku üzerine. Geçmişin "kurtarılmış bölgeler"inin bugün ne durumda olduğunu merak etmez misiniz? • < i ! < •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle