26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 2 EKlM 2005 / SAYT 1019 LKYÜZ NAKLİ VE KAYIP YÜZLER Jacqueline bir kaza geçirdi ve yüzünü kaybetti. Yeni bir yüz, onu geçmişiyle buluşturabilir mi? Yüz nakli tartışmalarının tarafları 'evet' ve 'hayır' diyedursun, asıl sorumlu yüzü tapılacak nesneye çeviren kültürler... Volkan Aran E lli yaşına geldiğinde herkes hak ettiği yüze kavuşur, demişti George Onvell. Şüphesiz yüzün kendisinden çok, yüzdeki ifadeyi kastetmişti. Ama yine de hayat o denli adil değil. Kimisi doğuştan görüniim bozukluklarıyla, kimisi aniden hayatını karartan bir kazanın izleriyle yaşamak zorunda. Belki yüzünü geri isteyen herkes için olmayacak, ama dünyadaki ilk yüz nakli artık gerçekleşmeye çok yakın. ' * ABD'nin Ohio eyaletindeki Cleveland Kliniğinde Dr. Maria Siemionow ve ekibi etik kuruldan alman onayın ardından operasyona girecek ilk hastasını belirlemek için görüşmelere başlarken bilim dünyasında da yeni bir tartışma alevlendi. Ölen bir kişinin yüzünün yeni bir bedende hayat bulmasının olası sonuçları ve böyle bir ameliyatın risklerinin ne olacağı, başta bilim adamları olmak üzere, konu üzerine düşünenleri ikiye bölmüş durumda. HAYATTA KALMAK VE... Taraflar arasındaki tartışmanın ilk konusu temelde böyle büyük risk içeren operasyonun sonuçlarına değip değmeyeceği ve bu sonuçları kabullenmenin hastanın inisiyatifine bırakıp bırakılamayacağı hakkında. Yüz nakli karşıtları, diğer hayati organ nakillerindeki gibi ölümkalım konusu olmayan böyle bir durumda operasyonla hayati risk alınmasını doğru bulmuyor. Tıbbi etik uzmanı Dr. Arthur Caplan "Eğer yüz nakli sırasında olacakları kontrol altına alamazsanız, bu bir insanın maruz bırakılabileceği en insanlık dışı ve en mutsuz edici deneyim olacaktır" diyor. Operasyon başarılı geçse bile, bedenin yeni yüzü kabul etmeyip vücuttan atması ve sonuçta hastayı tamamen "yüzsüz" bırakması da mümkün. Geçen sene Kentucky'deki Lousville Üniversitesi'nde insan elinin naklini başarıyla gerçekleştiren ekip bu riskler ve etik kaygılar nedeniyle daha ileri gidip yüz naklini gerçekleştirmeyi ertelemişti. Clievelend kliniği ise yüzü biçim bozukluğuna uğramış bir insanın içinde bulunduğu kimlik krizinde hayatının tamamen anlamdan yoksun kaldığını ve bunu değiştirmenin düşük bir ölüm riskini almaya değeceğini savunuyor. Hastalara başarısızlık durumundaki tüm olası sonuçlar anlatılıyor ve iki taraf da hem fikir olduğunda operasyon kararı alınıyor. "Gerçek anlamda görünüm bozukluğu olan bir hasta seçmek istiyoruz, yüzünde basit bir yara olan birisi değil" diyor Dr. Siemionow. İlk görüşülen hastalardan biri olan Matthevv Teffeteller ise eşini kaybettiği ve kendi yüzünün de tamamen yandığı bir kazadan sonra çocuklarının bile korktuğu bir yüzle yaşamak istemediğini söylüyor. YENİ YÜZ KİME BENZEYECEK? Tartışma konusunun ikinci kısmı, yeni yüzün getireceği psikolojik sıkıntılar ve kimlik sorunu. Yüz nakli karşıtları insanın kendine ait olmayan bir yüzle kimlik bunalımı yaşayacağını ve psikolojik olarak bunu kaldırmasının mümkün olma dığını söylüyor. Bu kaygıların çoğu ölen kişinin yüzünün hastaya nakledildiğinde benzer şckilde var olacağı varsayımına dayanıyor. Bu varsayımın karşısında Dr. Siemionow'un ekibi kadavradan alınacak yüzün yeni sahibinde mevcut kemik yapısı ve kas hareketleriyle yeni bir şekil alacağını ölünün yüzüne değıl, hastanın eski yüzüne benzeyeceğini söylüyor. Bununla birlikte yüz iiadesinin ve kişiye özgü yapısının da yüzün dış yüzeyi tarafından değil, beyin tarafından belirlendiğini ortaya çıkaran araştırmalar da kanıt olarak gösteriliyor. Yeni bir yüz. Hem eski yüze benzemiyor, hem de nakli yapılan kişiyi andırmıyor... Bu mümkün mü? Bu savunmayla, konuya beraber ilk akla gelen Yüz Yüze (Faceoff) filminin senaryosunun da gerçekçi olmadığı söylenmiş oluyor. Filmde John Travolta ve Nicholas Cage'in canlandırdıkları karakterler arasında karşılıklı yüz nakli yapılmış her biri diğerinin eski görünümüne aynen sahip olmuştu. Kime benzeyecek olursa olsun "normal" olarak algılanacak bir yüze yeniden sahip olmanın paha biçilmez bir hayata dönüş olacağını düşünen pek çok insan Jacqueline Saburido Venezüellalı bir genç kız. Kentucky Lousville Üniversitesi ona yeni bir yüz yapma ihtimalini tartışıyor... var. "Neden ben" diye sormuştu Jacqueline Saburido, "Bir gün normal olabilecek miyim acaba? tnsanlann dönüp bana korkuyla bakmadıkları bir gün olacak mı"? Ingilizcesini geliştirmek için gittiği Amerika'da alkollü bir gencin kullandığı arabanın kendi araçlarına çarpmasıyla meydana gelen kazada yanan araçta yüzünü kaybetmişti 20 yaşındaki bu Venezüellalı genç kız. Geçirdiği elli operasyona karşın ancak takma bir burun ve kulağa sahip bir maskeyle yaşar hale gelmişti. Hayatta kaldığına mutlu muydu? Buna verdiği yanıtlar farklı zamanlarda farklı olabiliyordu, ama çektiği acının büyüklüğü konusunda hiç şüphesi yoktu. Hele en sevdiği küçük yeğenleri onu görünce "bu bizim Jacqui'miz değil" deyip gözyaşları içinde kaçıştıklarında ya da yakın arkadaşları onu tekrar görmeye cesaret edemediklerinde, acı daha da büyüyordu. Yüzün kaybedilmesi çok acıydı. Ancak daha acısı insanın sevdiği insanların, yüzüyle birlikte kaybolup gitmesiydi. Bu cesaretsizlikte, bu korkuda normallik algısından öte yüzün evrimsel değerinin çok üzerinde değerlerle donatılmış olmasının da rolü vardı. DÜNYANIN "İKİYÜZLÜLÜĞCr "... Batı dünyası işi yüzün etten, kandan yapıldığını unutmaya kadar vardırarak ona bir tek değer mal etmiştir. Parçayı bütünün yerine alan bizler için yüz, öz temsil ve görünüş haline gelmiştir... Yüzü gözü yanmış kişi ya da trafik kazası sonucu yüzü gözü tanınmaz hale gelmiş kişi, burnunu, profilini, hatta gülüm semesini ya da yüz ifadesini kaybetmiş olduğuna değil de kimliğini yitirmiş olduğuna üzülür. Zamanla hafiflemeyecek olan çok büyük bir acı. Aynalar olduğu ve ötekilerin bakışları bu çok büyük acı merkezine mıknatıslanmış gibi çekildiği sürece yara açılacak ve sonsuza dek yitip gitmiş olan yüzün hayalinin tahmin edilmesine yol açacak... Yüzün her şey olduğu ülkelerimizde yara daha acıyla hissedilmez mi, değiştiğini, çirkinleştiğini ya da yaşlandığını görmek başka yerlerde f olduğundan daha çok tiksindirmez mi?" Yüzün Romanı adlı kitabinda (Doğan Kitap, 2005, Çeviren: Sema Rifat) bu görüşlere yer veren Nicole Avril Batı dünyasında yüzün kimlik haline gelişinin, fotoğraf ve kameranın yakın çekimleriyle dolu bir "imaj devri" olan 20. yy'da gerçekleştiğini söylüyor. Batı kendi yüzlerini yaratırken en doğuda Afganlı kadınların yüzleri kafesli örtü gerisinde hapsediliyor ve Bangladeş ve Pakistan'da her yJ binJerce kadının yüzü kezzapla yakılıyor. Avril kitabın sonlarına doğru bu çelişkiyi şöyle özetliyor: " Yüzlerin yeniden yapıldığı Kaliforniya ile yüzlerin bozulduğu Bangladeş arasındaki mesafe hiçbir zaman bundan daha büyük olmamıştır. Birincisi cennet değildir elbette, ama ikincisi cehenneme benzer." Hem yüzü göklere çıkaran, hem de iki büyük dünya savaşından kalan parçalanmış yüzleri onarmak için estetik cerrahiyi yaratan geçen yüzyıldan sonra bakalım 21. yüzyıl kayıp yüzleri yerine getirip, bu mesafeyi azaltabilecek mi? Kim bilir belki de dünyanın "ikiyüzlülüğü" böylece son bulacak. • Bir kez daha 'Atları da Vururlar'... Engin Karabacak D okun Bana, Biri Bizi Gözetliyor, Popstar, Benimle Evlenir misin, Size Anne Diyebilir miyim, SurvivorBüyük Macera... Son yıllarda ekranları dolduran televizyon şovlarından sadece birkaçı. Kiminde günlerce bir arabaya dokunmayı, kiminde bir adada hayatta kalmayı başaran (!) birinci oldu, şöhret, para, ev, araba kazandı... MfiA Dans pistinde onlarca çift... Bu bir dans maratonu, ödül 1500 dolar. Olayın geçtiği tarih 1929, yani büyük Amerikan krizi. Bir kez daha basılan "Atları da Vururlar" bugünün Türkiyesi'ne de bir yanıt. Birileri yarışıyor, diğerleri izliyor ve kurbanlar çoğalıyor... 1 < Ya kaybedilenler, sihirli kutunun arkasında yaşananlar? Bu sorunun yanıtı en iyi, Horace Mccoy'un yazdığı "Atları da Vururlar" romanı anlatıyor. O yüzden de, roman, geçen günlerdc Türkçe'ye çevrilerek Yeniyaz Yayıncılık tarafından yeniden yayımlandı. Sinemaya, tiyatroya, müzikale uyarlanan roman, bir belgesel niteliğinde. Kitap, Amerika'da, 192930 büyük ekonomik krizinin yaşandığı yıllarda, kazananın 1500 dolar alacağı Dans Maratonu'nu konu alıyor. Günümüz televizyon şovlarının kökeni olan düşene kadar dans edilen maratondaki çıplak gerçekleri ortaya koyuyor. Yeni bir hayat, şöhret ve servet vaadiyle hedefe kilitlenmiş, mutlu sona ulaşmak için kendini kaybetmeyi, rakibini çiğnemeyi, çiğnenmeyi ve her tür eziyete katlanmayı göze almış insanların hayatını... Üstelik de, bütün bu olaylar "kahramanı ve kurbanlar", yarışmaya katılan bir çiftin, Gloria ve Robert'in gözünden anlatılıyor. Iki saatte 10'ar dakikalık molalarla, yemek yeme, traş, banyo, uyuma gibi ihtiyaçlarını karşılayan Gloria ve Robert, 38 gün yani 879 saat sonunda okyanusu seyretmek için dışarı çıkarlar. Oysa artık ne okyanusun, ne gökyüzünün eski tadı kalmamıştır onlar için. Piste, arenaya, hipodroma çıkamayacak atlar için çizümiş son beklemektedir onları... ROMA'NIN İZLERİ... Yeniyaz Yayıncılık'tan çıkan kitabın önsözünde Zeki Coşkun, insanlar için bugün kendini var etme biçiminin "görünmek"ten geçtiğini belirtiyor. Ona göre, herkese 15 dakikalığına da olsa şöhret vaat eden "Gösteri/Oyun Çağı"ndayız. O yüzden olsa gerek, Amerika'da çıkan bu maraton, tüm dünya televizyonlarındaki programlarla küresel bir eğlenceye döndü. "O maratonlar bugün dünyadaki hemen bütün televizyon kanallarının vazgeçilmez yarışmaşov programlarının tohumunu içinde taşır" diyor Coşkun, "Çünkü bu dans maratonları ve ondan türeyen yarışlar, gösteriler ve oyunlar, 1500 yıl önce, dönemin küresel imparatorluğu Roma'da insanların vahşi hayvanlarla, kölelerin kölelerle 'ölümkalım oyunu'na tutuştuğu arena gösterilerinin günümüzdeki türevidir." Sakin geçen bir yaz dönemiyle bir durgunluk yaşansa da, kanalların "en çılgın", "en heyecanlı", "en eğlenceli" yeni programları eylülde yine ekranlarda olacak. Yani, Amerikan edebiyatında katı gerçekçilik akımının önemli isimlerinden biri olan Horace Mccoy'un bu romanı, "Beyaz Atlı Prens"lerin artık televizyonlarda arandığı bir dönemde, daha çok adından bahsettirecek, yeniden basılacak anlaşılan. # f Ata Türk, ünlü olmak için o yarışmaya katılmasaydı, herhangi biri gibi, ama daha uzun yaşayacaktı... Ama üniin kısalığına şaşırdı, savruldu ve öldü... Akla elbette "Atları da Vururlar" düştü... ^•F"'" i
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle