02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 EYLÜL 2004 / SAYI 964 Edebiyat ürünü gecikmez "Sıcak Külleri Kaldı" ve "Erguvan Kapısı" OYA BAYDAR'ın darbe öncesi ve sonrası süreçlerini ele aldığı iki roman. Baydar, "Okur taşıyabilir mi, bilemem; ama edebiyat, ne kadar aşk romanı taşıyabilmişse o kadar da 12 Eylül fonunda geçen roman taşıyabilir, yeter ki iyi edebiyat olsun." diyor. Sıcak Külleri Kaldı ve Erguvan Kapısı romanlarınızın karakterlerini şekillendiren 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini içine alan bir süreç. Hesaplaşma ya da yüzleşme için aradan geçen zaman sizce yeterli mi, bir gecikmeden söz edilebilir mi? Eğer bir gecikme varsa bunu neye bağlıyorsunuz? 1960'lann ortalarından 2000'lerin başına uzanan dönemin bir yüzü askeri darbeler, laşizan dayatmalar, neoliberal saldırı, değersizleştirme, köşe dönmeciliğin toplumu ve ruhları istilası ise, öteki yüzü, hele de 1960'lardan 12 Eylül 1980'e kadar, değişim umudu, sömiırü düzenineisyan, devrim tutkusu, özetle insanı kendi sınırlarının ötesine taşıyan, kendini aşmasını sağlayan verimli ve güzel bir hareketliliktir. Roman kahramanlarım, sadece darbeler çemberinde değil, bu bütünsel ortamda şekilleniyorlar. Yüzleşme konusunda, Türk edebiyatı açısından bir gecikmeden söz ediyorsanız, 1970'lerin ortalarından itibaren o dönemleri edebiyata taşıyan hikâyeler, romanlar çıktıbildiğim kadarıyla. "Gecikme", siyasalyorum ve değerlendirmeler, ya da gündelik gazete yaztları için geçerli bir kavram; bence edebiyat ürününün gecikmesinden söz edilemez. Yazar kendini ne zaman hazır hissederse o zaman yazar. Biraz demlendirmekte, biraz uzaklaşmakta yarar vardır, hele de toplumsal siyasal fırtınaların estiği dönemleri edebiyata aktarırken. Benim gecikip gecikmcdiğimi soruyorsanız, ben yazmaya 1989'da, Berlin duvarının yıkılmasından sonra, o olayların etkisiyle başladım. Geciktiğimi düşünmüyorum, hatta aksini söyleyebilirim, belki biraz daha soğumaya bıraksam edebi değer ve kalıcılık açısından daha iyi olurdu. Ev çoktan yandı... SUHEYLA ACAR "Yağmurun Yedi Yüzü"nde, 12 Eylül'den sonra cezaevine giren, sürgün yaşayan altı arkadaş ile altı kişiden romana da adını veren Yağmur'un oğlunu anlatıyor. Acar'a göre 12 Eylül romanları "söylenmemiş söz kalmayana kadar" yazılacak... 12 Eylül kişisel tarihinizi nasıl etkiledi? Darbe olduğunda ODTÜ'de, uçuncü sınıfta öğrenciydım. Geri donüp baktığımda, kendi kuşağımın çoğu insanı gibi, hayatımı 12 Eylül'ün izlerinden arındırmak için çok uğraştığımı ama, bunu hiçbir zaman tümüyle başaramadığımı göruyorum. Romanda da söylendiği gibi, 12 Eylül bu ülke insanının başına gelen en büyük travmalardan biri. Kolaylıkla başa çıkılır bir olgu olmayışını doğal saymak gerek. Daha önce bir film senaryosuyla bu sürece değindiniz, şimdi de roman... Sizce edebiyat alanında 12 Eylül'ü kavramakta yeterli ürünler ortaya konuldu mu? Edebiyatın dönemsel değerlendirmeler, analizler yapmak gibi bir misyonu olduğunu duşünmüyorum. En azından benim öylesi bir edebiyat anlayışım yok. Dönemleri değerlendirmek siyasal bilimcilerin işi. Ama o dönemin içinden geçerken insanlara ne oldu? Tek tek bireysel yaşamları nasıl etkilendi? Özlemleri neydi? Kısaca tarih yazılırken arada kaynayıp giden insanlık halleri... Edebiyatın daha çok bunlarla ilgilendiğini düşünuyorum. Bugün yakın döneme dair siyasal roman yazanların yollarının 12 Eylül'den geçmesi kaçınılmaz, ama "Eylül Edebiyatı" diye bir kategorilendirmeyi de çok anlamlı buimuyorum. Özellikle son bir yılda yolu 12 Eylül'den geçen bir dizi roman yazıldı, daha da yazılacak gibi görünüyor. Söylenmemiş söz kalmayıncaya kadar... Peki, bu "yeterli" olacak mı?... Ya da "yeterli" ne demek?... Edebiyatın böyle bir ölçusü olduğunu sanmıyorum. Ev çoktan yandı, bitti, kül oldu çünkü. Biz şimdi külleri eşeliyoruz. olmayan bir ateşkese imza atmaktan daha iyi değil mi hesaplaşmayı seçmek? Karakterlerinizi konumlandırdığınız hayatlar biraz da solculuğun, devrimciliğin bir "gençlik" işi olduğunu vurguluyor gibi... Sizce de sisteme başkaldırmak "gençlik işi"mi? Sadece başkaldırıdan söz ediyorsak, evet bence bu bir "gençlik işi"dir, ama "daha güzel bir dünya" düşünün yaşı yoktur. Bu ülkede gençlik yılları 12 Eylül darbesiyle bölünen, parçalanan kuşağın trajedisi, yalnızca 12 Eylül'den değil, hemen ardından bütün dünyada yaşanan uzun bir süreçle birlikte insanların "daha guzel bir dünya " düşünü, başka bir deyişle cennctlerini yitirmiş olmalarından kaynaklanıyor. 12 Eylül Türkiye insanının travmalarından biriyse, yaşayan sosyalizmin çöküşü de insanlık tarihinin kırılma noktalarından biridir. Insanlar "daha güzel bir dünya" düşünü yitirince yaşlandılar. Geçmişiyle en fazla didişen, en az uyum gösteren Yağmur'un ölümü kafa karıştırıcı, intihar mı, cinayet mi? Yağmur'u öliimle çelişkilerinden kurtarmak biraz da "çıkış yok"u işaret etmiyor mu? ÖTEKİ'Yİ ANLAYABİLMEK... Seksenli yılların ortalarından itibaren 12 Eylül'ü öyle ya da böyle anlatan romanlar yazıldı. Kimi bir iç dökümünden öteye gidemedi, kimi tüm eleştirisini "sol hareketlere" yöneltti. Bugünden düne baktığında yazarın "nesnel" olmast ne kadar mümkün? Ne yazar, ne okur, ne eleştirmen mutlak anlamda nesnel olabilir. Ancak yazar, dar siyasal çemberden kurtulabildiği, kendisiyle yüzleşebildiği, cesurca sorgulayabildiği oranda, kısaca insanı yakalayabildiği, öte ki'yi içinde duyup anlayabildiği oranda iyi yazar olmaya yaklaşır. Bu duruş yazan bağımsız kılar, nesnelliğe olabildiğince yaklaştırır. Sizin romanlarınızda da sol hareketlerin zaaflarına ve tutumlarına ilişkin eleştirinin ağır bastığı görülüyor. Kitaplarınız yayımlanıp sizden çıktıktan ve araya bir ınesafe girdikten sonra, hiç haksızlık ettiğinizi düşündünüz mü? Yazdıklarımı sadece siyasal boyutuyla değerlendirir ve o düzeyde okursanız, sol hareketlerin zaaflarına yoğunlaştığımı düşünebilirsiniz. Bakın burada da okurun nesnelliği sorunu giriyor işin içine. Benim yazdıklarımı, özellikle de son romanı, yüzeysel bir sol bakışla değil, "kimlikinançötekilik" sorunsalı çerçevesinde okuyanlar farklı izlenimler edindiler. Sol çevre ve ortamları, o ortamların insanlarını daha iyi bildiğim için, beni ilgilendiren sorunsalı ve insanlık durumunu onlar üzerinden anlatmayı tercih ediyorum. Öyle hırsla, heyecanla, birilerine haddini bildirmek, haklı görünmek gibi garip duygularla yazmıyorum. Öyle çöküşler içinden geçtim ve bütün kuşağım gibi öyle trajik kaderlerle karşılaştım ki, böyle duygulan çoktan aştım. Bu yüzden kitaplarım benden çıktıktan sonra haksızlık ettiğimi düşünüp pişman olduğum bir şey yok. Asıl haksızlığı, kendi duygularımıza ve öznelliğimize kapdıp gerçekleri ve düşündüklerimizi çarpıtarak aktarırsak yaparız. 12 Eylül'ün ve diğer siyasal süreçlerin edebiyata bir hareket kazandırdığını düşünüyor musunuz? Eğer bir hareketlilik söz konusu ise bunun toplumsal bir dönüşümü, etkiletnesi oldu mu? Siyasal süreçler düşünce dünyasını, sanatı ve edebiyatı olumlu veya olumsuz yönde etkiler kuşkusuz. Geçen yüların toplumsalsiyasal yansımalarının edebiyata yeni renkler kazandırabileceğini düşünuyorum. Ürünler yeni yeni ortaya çıkmaya başlıyor. Sizin güzel ve yerinde nitelemenizle "hareket" kazandırabilir. Ama buradan gerçek edebiyata, iyi edebiyata varılabilir mi, birlikte izleyip göreceğiz Bir siyasal süreci anlatırken bunu edebiyatla birleştirmek ne kadar miimkün? Bir sürecin yazarı olmakla, edebiyatçı olmak arasında bir gerilim yaşadınız mı? Siyasal süreci edebiyata taşımak, başka türlü söylersek "meselesi olan" yazar olmak mümkün, ama sanıldığından çok daha zor. Çünkü yazılanın edebiyat olmama tehlikesiyle her an karşı karşıyasınız. Bu gerilimi çok yoğun yaşadığım oldu. Bunu, "bir sürecin yazan" değil, insanın yazarı olmaya ve uygun dili yakalamaya çalışarak aştım. HESAPLAŞMA CESARETİ Romanınızda karakterler sürekli kendileriyle hesaplaşma içindeler... Bu sürecin içinden geçenlerin kendileriyle ve hayatla barışma şansları sonsuza dek yok mu oldu? Barışıklık ve hesaplaşma kavramlarına nasıl baktığınızla ilgili bu. Evet, hesaplaşma sancılı bir iştir ama, sağlıksız bir süreç değil. Tersine, üretken ve verimli olanın bu hesaplaşmalardan çıkma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu düşünuyorum. Keşke daha çok insan kendisiyle, tarihiyle hesaplaşma cesaretini gösterebilse... Barışıklık adına hayatla adil Tam da buna işaret ediyor. Çürümenin hızla yayıldığı bir toplumda yaşadığımızı düşünuyorum. Bu iş artık o noktaya vardı ki, sepetin içinden çürülderi ayıklama şansımız da kalmadı; çünkü sepet olduğu gibi çöplüğe dönüştü. O çöplüğün hepsini olduğu gibi kaldırıp atmak gerekiyor belki, ama öyle olmuyor, çöplük iyi olanı, işe yararı kenara itiyor ya da kendi içine katıyor. Yağmur'un kalbi dayanamadı, bir kez öldü, ama bugün o çöplükte her gün bir sürü Yağmur ölüyor. Kişisel yaşamlarında her gün yeniden kendi Irak'larını yitiren ve sessizce buna boyun eğen ya da kendi hayatlarını işgal edenlerle her gün yeniden işbirliği yapan insanlardan hak, hukuk, adalet gibi kavramların içini doldurmalarını bekleyemezsiniz. Tarihin bu acımasız ve vahşi döneminden geçerken, tek başına bırakılmış birey için kısa vadede bir çıkış yok bence. Insanlar ideallerıni ve düşlerini yeniden hatırlayıp onlara sahip çıkmaya başlayıncaya kadar "çıkış yok". OKULUNİLKGÜNÜ Aylin Kotil Hadi yavrucum bu akşam erken yatmalısın. Biliyorsun ki yarın okul başlıyor. llk günden sınıfta uyuklamak istemezsin herhalde. Ama anne bu akşam en sevdiğim dizi var televizyonda. Ne olur seyredeyim. Olmaz kızım. Yaz tatili boyunca yeterince seyretdn. Erken yatalım da yarın güzel bir başlangıç yapalım beraber. Ertesi sabah olur, anne öpücüklerle kızını uyandırır: Hadi tatlı bebeğim, kızım kocaman olmuş da bugün okula mı başlıyormuş? Anne, gitmesek olmaz mı? Içimde bir korku var. Niye kızım? Hiç okuldan korkulur mu? Orada bir sürü arkadaşın olacak ve seni seven bir öğretmenin. Anne.... Bilmiyorum.... Bırakmasan beni bugün... Sen de gelsen... Tabii ki geleceğim. llk günden hiç seni yalnız bırakır mıyım? Bir bayram hazırlığında okulun yolu tutulur. Anne bu bina çok büyük, bizim eve benzemiyor, kaybolursam ne yaparım? O zaman bir öğretmene sorarsın sınıfını kızım. Ama sen değil miydin hep bana yabancılarla konuşmU diyen. Ama yavrucum cikuldaki öğretmenler en güvenebileceğin insanlar. Bak burası bahçe Işte öğretmenin de geliyor. Onunla birlikte sınıfa gideceksin. Merhaba. Kızımı getirdim, size teslim ediyorum. Ufak çocuğu düşünceler alır: Hay Allah, keşke annem bahçede beklemese, keşke yanıma gelse. Kendimi çok güvensiz hissediyorum. Tüh! Öğretmenimi de kaybettim. Ne yapacağım şimdi? Şu amcaya sorayım nerde olabilir sınıfım diye. Ama elinde niye silah var onun? Acaba erkek çocuklarla polisçilik mi oynuyor? Hem annem okuldaki herkese güvenebilirsin demişti, o yüzden sorabilirim: Amca! 1B sınıfı ne tarafta? Öğretmenimi kaybettim de. Adam çocuğu tek koluyla kavrar ve bir anda onun gibi amcalarla etraf dolmaya başlar. Herkes spor salonunda toplansın! Çocuklar, öğretmenler, veliler hepiniz! Amca, ben giderim. Hem karnım acıyor, çok sıkıyorsun. Sus, konuşma! Annem hiç bana bunlardan bahsetmedi. Hep birlikte polisçilik oynayacağımızı, spor salonunda toplanacağımızı... Çok sıkıcı, neden hepimizi buraya topluyorlar, neden kimse gülmüyor? Niye sabah sıcak yatağımdan çıkıp buraya geldim ki sanki! Beni sevecek olan öğretmenim niye benden bu kadar uzakta duruyor? O annem mi? Annem mi geliyor? Kızım, sesini çıkarma ve lupırdama. Anne, ben bu okulu hiç sevmedim. Ne olur evimize gidelim. Sen öğret bana öğrenmem gerekenleri. Güzel kızım, şu an gidemeyiz, biraz daha burada kalmamız gerekiyor. Neden polisçilik oynuyoruz? Ben oynamak istemiyorum, bu erkek oyunu. Kızım lütfen amcaları sinirlendirme. Sen değil miydin bana okuldaki herkese güvenebilirsin diyen? Şimdi neden telaşlısın? Çok havasız burası, terledim, susadım, acıktım. Gel üstünü soyalım, ferahlarsın. Niye eve gitmiyoruz? Neden surekli j Çok sıkıcı, neden hepimizl buraya topluyorlar, neden kimse gülmüyor? Niye sabah sıcak yatağımdan çıkıp buraya geldim kl sanki? Beni sevecek olan öğretmenim niye benden bu kadar uzakta duruyor? O annem mi? bize bağırıyorlar? llk geceyi burada geçirip yarın birlikte evimize gideceğiz güzel kızım. Şimdi lütfen az konuş, kimseyi sinirlendirme. Peki birileri bu amcalan kızdıracak bir şey mi yaptı? Hem öyleyse niye bizi buraya topluyorlar? Neden onlarla halletmiyorlar işlerini? Ben onları kızdıracak bir şey yapmadım ki, sadece sınıfımı sordum. Yoksa ona mı kızdılar? Kuzey Osetyalı anne kurtulanlar arasında çocuğunu bulamadı... Hayır yavrucum senin suçun yok. Bu gürültü ne anne? Yoksa amcaların elindeki silah gerçek mi? Hayır, gerçek silah gibi ses çıkarıyor ama gerçek değil. Bu erkek çocukların daha kolay okula alışması için bir oyun. Peki, kız çocuklarına oyun yok mu? Neden tek taraflı bir oyun? Niye bir tek amcalarda silah var? Anne çok susadım. Dayan kızım, ne olur biraz sus, gel koynuma gir ve uyumaya çaliş. Şimdi evde olsaydık, gene dizi seyretmek için senden izin isteyecektim, sen gene izin vermeyecektin. Verirdim kızım. Niye? Dün gece vermemiştin. Anne niye silahlann sesi arttı? Kulaklanm ağrıyor, çok gürültü var. Anne silah sahici, bak çocuk vuruldu, kan akıyor. Hayır kızım, o boya, filimlerdeki gibi. Çok sıkıldım, bu oyunu seyretmek beni ürkütüyor, hem hiç zevkli değil. Çabuk şu dolabın arkasına girelim! Neden anne, oynamak istemiyorum. Çabuk diyorum, koş! Eğil! Anne! Anne! Karnım acıdı! Ama sabahki gibi değil. Anne bu benden gelen boya değil. Kan bu anne! Gözyaşları içindeki anne. Hayır kızım, kan değil, boya bak! Ama kendimi çok kötü hissediyorum, canım çok yanıyor anne! Tanrım! Kızım! Uyan! Uyanhadi! Çiçekler bile solduktan sonra açıyor, uyan ne olur uyan! Kızım... Bundan sonra seni koklamak hayal olamaz! Ne olur uyan! Söz dizi de seyredeceksin, uyandığında izin vereceğim. Hem okula da gitme istersen... Ne olur uyan! • aylinkotıl.s@superonlme com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle