Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11TEMMUZ 2004 /SAYI955 STEPHAN MICUS Kıtalar arası seyyah müzisyen Murat Beşer lman besteci ve müzisyen Stephan Micus'un birkaç günlüğüne eşi ve iki çocuğu ile birlikte ülkemize konuk olmasını bir söyleşi için iyi bir fırsat olarak görerek, Sultanahmet'in gözlerden biraz ırak bir otelinin terasındabuluştuk. Araştırmacı ve meraklı kişiliği daha ilk dakikalardan itibaren gözümüze çarptı; elektronik aletlere alerjisi olduğu halde ilk işi elimdeki Sony kaydediciyi incelemek oldu. 51 yaşındaydı, ilk defa 16 yaşında iken Doğu ülkelerini görmüş ve yaşamının geleceği konusunda önemli kararlar almışn. ilk albümünü 1976 yılında çıkarmıştı. Davranışlan da tıpkı işleri gibi dingin ve vakur; aynca da oldukça da mütevazı idi. rüzgâr... En büyük ilham kaynağınız doğa mı ? Bu kavramlar konusunda düşünsel ve y azınsal referanslarınız neler ? Gerçekten her albümüm bir ana tema üzerine kurulu. Bazı albümlerim çok özel etkileşimler altında gerçekleşmiştir; örneğin"Athos",Yunanistan'dakiAthosKoyu'ndan aldığım ilhamla yapılmıştı. "The Music Of Stones"da çok belirgin bir hikâye vardır. Albümde ses çıkarmak için kullandığımız sanatçı ile tanışmış, işlerinden çok etkilenmiştim. "Koan" albümüisebu açıdan çok özeldir; bir Budist tapınağındaydım ve tüm temayı Budizm üzerine kurmuştum. Hikâyeler ve esin kaynakları bir yana, en büyük ses ve esin kaynağımın doğa olduğu doğru. TEK BAŞIMA ÇALIŞIYORUM... Albümlerinizde "The Music Of Stones"da taşlardan ses çıkaran üç emekçi dışında kimse yok. Bugüne kadar hiç müzisyenler topluluğu ile kayıdarda bulundunuzmu? Tekbaşıma çalışıyorum. Yanımdabirilerinin bulunduğu durumlar çok nadirdir. "The Music OfStones"un hikâyesiilginçtir. Tanışrığım bir heykeltıraş dünyanın en büyük Protestan kiliselerinden birinde bir sergi açıyordu ve benden bu sergide müzik yapmamı istemişti. Buradaki taş işçileri ile bir deneme yaptım; sonucun mü > kemmel olması üzerine de çalışmayı albüm halinegetirdim. Tek başına olmak konser performanslannda özel zorluklar y aratmıy or mu ? Geneldekonserlerim ile albüm parçalarım aynı olamıyor. Konserde ya şarkı söylüyorum ya da solo enstrüman çalıyorum. Bu yiizden konserlerde bambaşka işler çıkıyor ortaya. Bazı durumlarda da arka planı beslemek için kendi kaydettiğim müziği, fon olarak kullanıyorum. Ama albümdeki parçaların aynılarını konserlerde dinlemek mümkün olmuyor. Teknolojiye ve elektroniğe uzak durmak, dünya görüşünüzün bir parçası mı? Teknolojiyi sadece albümlerimi kaydederken kullanıyorum. Bunun dışında elektronik aletleri ve elektronik müziği sevmiyorum. Benim için doğal duygular sadece akustik enstrümanlarla verilebilir. Insan ile enstrüman arasında duygusal bir ilişki olmalı; bu da ancak doğanın parçası olan malzemelerle yapılan şeylerle olabilir; ağaç, deri, taş gibi... elektronikenstrümanlar seri üretim ile ortaya çıkar. Bir saza bakın; hiçbiri bir diğerine benzemez. Bir albümü nasıl kurguluyorsunuz? Enstrümanlara göre mİ, yoksa tersi mi ? Öncelikle bir konu ile kalkışıyorum albümlerime, ama çok bağlandığım için bazı albümlerimin merkezine aldığım enstrümanlar var. 2002 tarihli son albümüm " Towards The Wind "de Ermenistan çalgısı duduk (düdük), "Koan"da ona çok benzeyen bir Japon enstrümanı olan shakuhachi ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Genelde her albümde bir ana enstrüman oluyor; diğerleri ona uygunluk taşıdığını düşündüklerim tarafından oluşuyor. • A Keşif amaçlı bir seyyah gibi yaşadığınızı biliyoruz. Yine benzer bir atnaçla tnı Türkiye'de bulunuyorsunuz ? Sürekli değişik coğrafyalarda müzikal araştırmalar yapan biri olarak çalışıyorum, Çalışmalarımdaki ana amaç özellikle Asya ülkelerini gezerek, oraların müzik kültürlerini tanımak. Bu kez Özbekistan ve Kngızistan 'a gidrjtörum, çünkü bu topraklara Rusya Federasyonuna bağlı iken gidememiştim. Türkiye şu an benim için yol üstü. Kendinizi hiç müzik kiiltür elçisi olarak hissettiğiniz oldu mu? Yaşamım boyunca çok yer gezdim. Bunların bazılarında uzun, bazılarında da kısa süreli kaldım. Enstrümanlarını ve müziğini anlamak için bulunduğum yerin usta müzisyenleri ile geçirdim zamanımı, fakat hiçbir zaman yerel müzikleri çalışmalarıma yansıtmadım. Bu anlamdabir kültür elçisi olduğumu söyleyemem. Müzikte asli amacım tüm geleneksel ve akustik müzik aletlerini birleştiren kompozisyonlar oluşturmak. Yerel müziği çalmayı değil, aletlerini kullanmayı hedefliyorum. Kategorize edilmesi zor birisiniz. Newage, etnik ambient, neoklasik, minimal fusion gibi tanımlar kullanılıyor. Miiziğinizin tanımını bir de sizden duyabilirmiyiz? Inanın bugüne kadar müziğimin kategorik olarak ne olduğu konusunu hiç düşünmedim. Başlangıçta dünya müziği denen bir kategori vardı; belki ilk dönem çalışmalar o kategoriye girebilirdi, fakat bugün Hint ya da Türk müziğini de dünya müziği olarak adlandmlıyorlar. Bu hiç doğru değil; tüm bunlar hangi ülkeye aitse o ülkenin müziği olarak kategorize edilmeli. Bu nedenle bugün dünya müziği denen şeyle benim eserlerim hiç bağdaşmıyor. Bukategorinin dışındakiler belki belli ölçülerde çalışmalanmı tanımlıyor olabilir, ama inanın ben neolduğunu hiç düşünmedim (gülüyor). Sizin bu ülkedeki dinleyici profilinizi entelektüel ve öğrenciler oluşturuyor. Bu miiziğinizin amaçjanna uygun bir durum mu? Bu profil diğer ülkelerde nasıl? Doğrusu bu profilin nasıl bir şey olduğu konusunda benim de pek bir fikrim yok. Dinleyicilerımle çok sık karşılaşıyor değılim; en t azla konserlerde bir araya gelıyoruz, ancak karanlık salonlarda onları pekgöremiyorum.Onlarlaaslındayegâne temasım bu, ama yanımdakı insanlardan duyduğuma göre, salonları gençler kadar yaşı bir hayli ılerlemiş insanlar da dolduruyormuş,. Net yıızdelerlesöyleyemem, ama dinleyicilerimin bir kısmı Yeşdler (kı ben de dunya goruşu açısından onlara dahilim denebilir), bir kısmı eski Hippi kuşağına mensup insanlar. Ama şurasımutlakki, dinleyici profili Avrupa'da, Amerika'da (Kaliforniya'da ciddi bir dinStephan Micus "elektronik aletleri ve elektronik müziği sevmiyorum" diyor... Fotoğraf: Serkan Yıldız leyici potansiyelim var) ve Asya'da birbirine hiç benzemiyor. Müziğiniz Doğu düşünceleri ve mistik dünya ile de aranızın iyi olduğunu söylüyor. Doğru mu? Mistik kelimesi herkes için farklı bir anlamtaşıyor. Müziğim böyle izlenimleryaratmaya müsait olabilir, ama en azından şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, birsanatçı olarak benim meditasyon, dini ya da mistik konularla pek alakam yok. Ben sadece hayat nedir sorusuna yanıt aramaya çalışırken, bir Japon tapınağını, sonra Yunanistan 'da bir Ortodoks kilisesini gezmiş ve çok etkilenmiştim. Aynı şekilde Islam dünyasında da çok inceleme yaptım.Evettümbufelsefeveinançlarla meraklıyı amabirbağlılığımyok. •Her albüm bir kavram üzerine; yağmur, okyanus, tarlalar, taşlar, su, ışık, çöl, Stephan Mlcus Alman besteci ve müzisyen. Her albümü bir tema üzerlne kurulu; yağmur, su, okyanus... Değişik coğrafyalarda müzikal araştırmalar yapan Micus geçen günlerde İstanbul'a da uğradı. Çoğunluğunu kendlsinin yaptığı 3040 enstrüman çalıyor ama ana enstrümanı gltar. Yalnız müzik yapıyor ve teknolojlyl sadece kayıt yaparken kullanıyor... DJİVAN GASPARYAN Nihat Akkaya Duduk'un efsanevi ismi E rmenistan'da bir halk çalgısıdır Duduk... Asıl adı Ziranapoh'dur ve Rusçabirkelimedir. Kayısı dalı anlamına gelir. Azarbaycan'da Balaban, Anadolu'da ise Mey olarak geçer. Ermenistan ve Anadolu'da halk müziği, âşık geleneği içinde gelişir. Âşıklar zamanında Duduk'u kamıştan yaparlarmış. Pek çok ağacı denemişler ama, en sonunda gövdesini kayısı ağacı, ağızlık kısmını ise kamışla yapmakta karar kılmışlar. Djivan Gasparyan da bu gelenek içinde yetişmiş bir sanatçı. 3 0 yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde konserler veriyor." Günaha ÇağrT,"DeadManWalking"ve"Gladyatör" filminin müziklerinde yer aldı. U NESCO tarafından da kültüre yaptığı katkılar nedeniyle 4 altın madalya ile ödüllendirildi. Türkiye'de sık sık konserler veren Gasparyan ijk konser isteğini biraz buruk anımsıyor. Çünkü SSCB Türkiye'ye gidebilmesi için soyadını değiştirmesini istemiş Gasparyan'dan. Rusça bir sözcük olduğu için anımsamıyor kendisi. Kabul etmediği için konser verememiş. Istanbul Müzik Festivali kapsamında Türkiye'ye ilk geldiği zaman da biraz çekinmiş. Ama sonraları ilişkileri daha farklılaşmış. Yine de heyecanını koruyor. "Türkiye'deki insanlar ile ilişkilerim dostluk ilişkisi şeklinde artık. Müziğime olan ilgi çok büyük " diyor. " Bazı Batı tezlerinde halk müziğinin geleneksel olduğu ve çoksesli müziğe ayak uyduramadığı için çağın gemusunuz?" diye soruyoruz: "Âşık geleneği çok farklı bir gelenek. Belki âşıklar Batılılar gibi eğitim almamtşlardı ama birer besteciydiler. Ve tarihi yazan insanlardı bir anlamda. Türkü sözlerine bakarsanız hep yaşanmış olaylan anlattıklarını görürsünüz. Âşıklar köylüydüler, ama asla geri kalmış bir müzik yapmadılar" diyeyanıtlıyor. Kentleşmesorununa da değiniyor Gasparyan. Ona göre, köy müziği kent müziği ile bağdaştırılmak isteniyorsa ilk önce köyü kent kadar geliştirmek gerekir. Çünkü köylüler rock ya da klasik müziği dinlerler ama yüzyıllardır süren gelenekleri bu müzikleri benimsemelerine izin vermez. Gençlerin bu müziğe ilgisinin azalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz ? Bir kültür yozlaşm a sı var. Ben bunu kendi ülkemde deyaşıyorum. Ancak; Amerika'da, Rusya'da ya da Avrupa ülkelerindeolsun, gençlerin benim müziğime saygı duyduklarını görüyorum. Gençlerin ya pıcı eleştirileri ile karşılaşıyorum. Beğenilerini bana sunuyorlar ve bu, beni çok heyecanlandınyor. Bugün popüler müziğindüny anı n her yer inde olduğu, dilleri farklı olsa da birbiriyle benzerlikler gösterdiği, ortada. Oysa halk müziği farklılıkları barındırdığı için yaşayacaktır. Bu müzik yarınlara bir şeylerbırakacaktır. Ancak halk müziği sanatçıları çok zor yetişmiyormu? Ben halklarm bu müziğin ortadan silinmesine izin vereceğini sanmıyorum. Belki bir dönem üzerinebir ölü toprağı serilebilir ama, eski parçalar arşivlendiği için yeniden popüler hale gelecek ve sanatçıları da kendisini yetiştirmesini bilecektir. Dünyanın birçok yerinde konserler veriyor sunuz. Gittiğiniz her yer için farklı repertuvar hazırladığınızı duyduk. Bu doğru mu ? Benim repertuvanm çok zengin... Konser repertuarımı gittiğim yerde birkaç gün geçirdikten sonra oluşturuyorum. Ortak bir çalışma değilse tabii... Hatta konser salonuna çıktıktan sonra halktan aldığım enerji ile repertuarım içinde küçük oynamalar yaptığım oluyor. Enstrümanıma çok hâkim olduğum için bazı parçaların yorumlanma şeklini de değiştiriyorum. Halkın tepkisine göre ritmimi ayarlıyorum. Hiçbir zaman ne çalacağım acaba diye bir sorunla karşılaşmadım. Örneğin Ankara... tlk defa geliyorum buraya ama bana daha çok Boston kenti gibi geliyor. Üniversite özelliğinin yanmda siyasi niteliği olan bir kent burası... Ona göre repertuvar hazırlanması gerektiğini düşündüm ve öyle de yaptım. QUEENİLEÇALIŞACAK... Sanatçmm bazen ülkesinin fotoğrafını verdiğini belirtiyor Gasparyan. Kendisinın de böyle bir misyonu olduğunu düşünüyor. "Bubanabuyükbır sorumlulukyıiklüyor" diyor ve ekliyor: "Ama ben politikacı değilim." "Sanata politik bir duruş eklemek, neden olmasın .. Siz böyle düşünmüyor ınnsıınuz" dive veniden soru yoruz. "Olabilir... " diyeyanıtlıyor "Aslında en iyi politik araç müziktir. Çünkü insanlar arasındaki ilişkilerin, bağlann gelişmesini sağlıyor. Ben kendi ülkemde sizin televizyonlarınızı izliyor ve hatta müziğinizi takip ediyorum. Türkler de benim vasıtamla Ermeni müziğini takip ediyor. Bu sayede dostluk bağı gelişiyor iki ülke halkı arasında. Eğer politik bir duruş deniyorsa, bence bu da bir politik duruştur"... Peki siz bu bağlamda halk müziğine neler katabildiğinizi düşünüyorsunuz? Öyle sanatçılar vardır ki, o insanı dinlediğinizde ülkenizin fotoğrafı zihninizde belirir. Benim müziğimin de böyle bir misyonu olduğunu düşünüyorum. Bu bana büyük bir sorumluluk yüklüyor tabii ki... Ama ben hep bir şeye inanınm: Kötü halk ya da kötü millet diye bir şey yoktur. Kötü ya da iyi insan vardır. Deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, politikacılar ile halk ayrı dillerden konuşuyor. Politikacıların dili de halkın istekleriyle uyuşmuyor. Ben tüm halklarm dosluk içinde yaşamasını isterim. Bence biz, sanatçıların görevı debu olmalı. •Yeni projeleriniz neler? iki projem var. Ilki, Moskova Senfoni Orkestrası ile bu ay sonunda bir albüm kaydımıs olacak. Ikincisi de Queen grubu ile bir çalışmam olacak. Grubun gitaristi Brian May, ayn zamanda bir fizikçi. Astronomi ile de ilgileni yor. Kendisi uzayda gezegenlerin ve yıldızların hareket halinde oldukları anda çıkarttıkları sesler ile ilgili olarak belli kayıtlar tutmuş Bunu nasıl yapmışbilmem... May, Londra'da ki bir konserimde beni dinlemeye geldi. Kon ser sonrasında benimle görüştü. Bu kayıtlar bana da dinletti. Çok etkilendim. Müthiş biı rahatlık veriyordu sesler. Bu seslerin üzerin« Brain May, yazdığı bir senfonik eser içinde yeı almamı istedi. Bu çalışmanın kayıtları ise Is viçre'de Cenevre kentinde yapılacak. Yine aj sonunadogru olacak sanırım. •