17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 TEMMUZ 2004 / SAYI955 11 Ama oyunculuğu bıraktığınıza göre en baskını annelik olmus galiba... Evet, çocuklanm doğduktan sonra annelik ön plana geçti. Çünkü Erkan hep turnelerdeydi, hep dışanda idi, çocuklarla fazla ilgilenemiyordu. Ben de kendimi çoculdara adadım diyebilirim. Annelik çok fazla ön plana geçti. Ama o dönem yine okuyarak kendimi geliştirmeye çalıştım. Çeviri yapıyordum. Erkan oynamak için oyun anyordu, ben de Ingilizce'den çeviriyordum. Hiç ben ne yapıyorum demediniz mi, sıkılmadınızmı? Çocuklar büyümeye başladığı zaman o sarsıntıyı geçiriyorsunuz: "Ben kimim, çocuklara nasıl bir kimlik olarak görünüyorum, onlara bir şey verebilecek miyim, onları paylaşabilecek miyim"... Dünyadan kopuk, sadece çocuklannızla yaşayamazsınız. Ben de yazarak bu dünyaya katılmakistedim. Yaşama aralanan bir kapı her zaman var •• •• ŞUKRAN YUCEL'in öykülerinde kendini arayan kadınlar /ar. Kimi zaman kendi yaşamı da sızıyor öykülerine, tıpkı 'Buradan bir beyaz atlı geçti mi"de olduğu gibi. O beyaz atlı se bir trafik kazasında ölen tiyatrocu eşi Erkan Yücel... 3erat jünçıkan HAYATI DURDURMADAN... Eşinizin ölümü de hayatı ağırlaştırmış olmalı... Onu 1985'te kaybettim, çocuklar küçüktü. Onları tek başıma büyütme sorumluluğu aldığım için de yazmaktan kopmuştum. Ama yine de bu dönemde radyo ve tiyatro oyunlan yazdım. Sahnelendi mi oyunlannız ? Hayır, ama ben tiyatro ile bağımı kaybetmek istemiyordum, bu yüzden tiyatro çevirilerine de devam ettim. Bu arada öyküler yazmaya başladım, yavaş yavaş bir kitap boyutuna geldiği zaman da yayımladım. Önce Düş Gölgesi çıktı ortaya, sonra Ölüme Karşı Oyun. Sizi eve çeken Türkiye'deki 1977 koşulları mıydı, 2004'te de çocuğunuz olsa aynı şeyleri yaşar mıydınız? O zamanın koşullarıydı diyebilirim. Şimdi olsaydı ne yapardım bilmiyorum ama şimdiki gençlere çocukları doğduğu zaman eve çekilmelerini önermiyorum, mutlaka hayatın içinde olmaya devam ederek, hayatı durdurmadan yaşamaları çok daha iyi olur. Aile içinde genelde kadınlar fedakârlık yapıyorlar ve bir şekilde gölgede kalmış oluyorlar. Hiç geç kalmışlık duygusu yaşıyor musunuz? Hayır, her şeyi doya doya yaşadığımı düşünüyorum. Anneliğin kadın yazarlar için yaratıcılık yönünden bir engel teşkil ettiği söylenir, bunda doğruluk payı da var. Benim yaşantımda da bu var. Ama devamlı hayatınızı anlamlandırmaya çahşıyorsanız, kendinize bir varlık nedeni bulmaya çalışıyorsanız anneliğin bukonular üzerine çok yaratıcı bir süreç getirdiğini de düşünüyorum. Sırada ne var, yine kadın öyküleri mi? Sinemayadair öyküler yazıyorum, filmlerden ne kadar etkilendiğimizi anlamaya, film karakterleri ile sıradan insanlann hayatlan arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Sizi etkileyen karakterler var mı ? Ben daha çok romanlardan etkilenmiştim. tlkokul 5. sınıfta öğretmenim Küçük Kadınjar'ı hediye etmişti ve Jo karakteri beni çoketkilemişti. Zola, Dostoyevski, Camus ve Sartre da gençliğimde etkilendiğim yazarlardı. • Ş ikran Yücel fi Erkan ücel'le... ükran Yücel'in iki öykü kitabı var, biri Düş Gölgesi, diğeri Ölüme Karşı Oyun. Düş Gölgesi'nin ikinci baskısı geçtiğimiz günlerde Gendaş Kültür tarafından yayimlandı. Yücel'in öykülerinde er ya da geç önlerindeki kapıları zorlayan ve bir başka hayatı mümkün kılmaya çalışan kadınlar... Yücel'le yazmayı vekadınlarıkonuştuk: İki kitabınız da sanki sadece bir kadının izini sürüyormuş, ya da bütün kadınlar aynı kendini var etme sürecini yaşıyormuş gibi. Kitabınız öykü, ama sanki bu yüzden de bir romanla yarışıyor... Çünkü öyküler farklı olsa da aynı imgeleri ve aynı duyguları takip ediyorlar. Ben böyle yazmayı çok seviyorum. Öykülerimi bir tema etrafında topluyorum, böylece ayrı ayrı öyküler olarak okunabildiği gibi bir bütün roman olarak da goriilebilir. Kendiniziyazıyorgibisiniz,biranlam da kendinizle hesaplaşmanız ya da kendi suretinizde başka kadınlara bakmak mı, yazmak? Kendimle yüzleşmek de diyebilirim ama bu öykülerdeki karakterlerin hepsi ben değilim. Kimi yakınımda, kimi uzağımda olan farklı kişiler... Bire bir isimler var, mesela 1985'te, trafik kazasında yitirdiğiniz eşiniz Erkan Yücel... " Buradan bir beyaz atlı geçti mi" daha çok özyaşamsal bir öykü. Diğerleri bir imgeden yola çıkarak yazdığım öyküler. Ben gerçekleri ve hayatı bire bir değil de biraz farklılaştırarak, kurgulayarak yazmayı seviyorum. Özyaşamöyküsü ya da değil, galiba kahramanlarınız hep kadınlar olacak... Kadın hikâyeleri anlatmayı seviyorum, çünkü kadınların içinde bulundukları kısır döngüden çıkış yolu aradıklarını ve o güce doğaları gereği sahip olduklartnı düşünüyorum. Bir şekilde o kısır döngüyü kırıp kendilerine toplum içinde bir yer edindikJerinde çok daha mutlu olacaklarına inanıyorum. Özellikle kıstırılmışhk içindeki kadınları anlatmak, ama bir yerlerde yaşama açılacak bir pencerenin, bir kapının olduğunu göstermek istiyorum. Yazmaya nasıl başladınız ? îlkokuldan itibaren yazmayı hayal ediyordum. Hatta orta birde iki roman birden yazmıştım. Arkadaşlarıma dizi gibi onar sayfa, onar sayfa okutuyordum. Ne oldu o romanlar, dunıyor mu? Yok, onlar ortaya çıkmadılar, öldüler. Izmir, Amerikan Koleji, Ankara Basın Yayın... Bu süreçlerdeyazı da sizinle birliktemiydi? Okulda kültür faaliyetlerinde yer alıyor, bir şekilde de yazıyordum. Devamlı bir okuma yazma tutkusu vardı. Erkan Yücel nerede, nasıl çıktı yolunuza? Onunla daha çocukken tanıştım, orta 3 'te, 1213 yaşlarındaydım. Bozuk Düzen oyununda seyretmiş ve çok etkilenmiştim. Bir yıl sonra Izmir'e geldiğinde okul gazetesi için röportaj yaptım. Sonraki yıllarda da hep onu izledim. Üniversitede ise Siyasal Bilgiler Fakültesi oyuncuları ile oynadığımız bir oyunu, o yönetiyordu. Şükran Yücel kendini geç kalmış hissetmiyor, "Her şeyi doya doya yaşadığımı düşünüyorum" diyor... Fotoğraf: Vedat Arık PLATONİKBİRAŞK... Oyunculuğunuz az bilinen biryanınız olmalı... Amatör olarak ilgilendim, ama daha sonra Erkan'la birlikte bazı oyunlarda rol aldım, hamile kalınca bıraktun. Hangi oyunlarda oynadınız ? Güneyden Mektuplar, Toprak... Erkan YücePle ilişkinize dönmek istiyorum... Bu platonik bir aşktı ama, herhangi bir popstara duyulan bir hayranlık değildi, daha derinlerde bir duyguydu. Alu yJ, yani üniversite yıllannda aramızda ilişki başlayanakadarbuduygumukorudum. Evlendik. Birlikte tiyatro yaptık. Çocuklar olunca ben onlarla Izmir'e, annemin yanına gittim. Hem ekonomik nedenler, hem de o yılların çatışmalı ortamından çocuklan korumak için bu gerekliydi. Altı yıl beklediğiniz birisi, aşk, evlilik, çocuklar ve ölüm... Yeniden bir kapı araladınız mı kendinize? Hayalinizde birisini büyütüyor ve onu yüceltiyorsanız onunla bir ilişki bir evlilik yaşadığınızda da bu bir şekilde trafik kazası gibi dışandan gelen bir şeyle de yarım kaldığı zaman siz tekrar yeniden böyle bir ilişkiye hazır olmuyorsunuz... •Çocuklannız... tki oğlum var, biri Hayalet Kitap'ın yazarı ve Okul filminin senaristi Doğu Yücel. Diğeri Altyazı aylık sinema dergisinin genel yayın yönetmeni, sinema yazarı Fırat Yücel. Yazı tutkusu, oyunculuk, evlilik... enız urukan erçeğin sakladığı düşler I dil Önemli genç bir yazar. Varlık Yayınları tarafından yayımlanan ilk kitabı "Şiryanın Orkideler Kitabı" ile bizifantastiğin vegerçeklığin arasındaki ince çizgide gezdiren yazar, farklı üslubu, akıcı dili, kelimeler üzerindeki sihirbazlığı ile okuyucuya farklı, biraz da absürd bir dünyanın kapılarını aralıyor. Oyle ki o kapıdan içeriyegirdiğinizdeAliceHarikalarDıyarında'kine benzer bir manzarayla karşılaşıyorsunuz.. Fantastik bir anlatımın var. Ancak öykülerini doğrudan "fantastik edebiyat" tammının içinedeyerleştiremeyiz. Gerçekliğin fantastik yönünü yakalıyor ve öne çıkarıyorsun. Gerçekle düş kurmak arasında çılgın bir fark var... Gerçek bazen düşlenemeyecek kadar inanümaz olabiliyor. Tanrının yaratıcılığı ile insanın yaratıcılığı arasında oldukça büyük bir üslup benzerliği olmasına karşın, çoğu zaman kendi kurguladıklarımız, gerçeğin içindeki fantastiğe ulaşamıyor bile. Göklerdeki olağanüstü bir doğaüstü olayını yakalamaya çalışırken (mesela bir ejderhayı) birden ayağımız kayıyor, düşüveri'yoruz, işre o zaman yüzümüz otlara gömüldüğünde bir salyangozıın ardında yapışkan bir iz bırakarak yürüdüğünügörüyoruz... Fantastik olan tüm gerçeklığiyle karşımıza dikiliyor (olağan bir doğaüstü ile inanılmaz bir karşılaşma anı)... Söylediğin gibi, amacırn fantastik bir dünya yaratmak değildi, sadece gerçeğin içinde kurulu, tıkır tıkır işleyen ve bazen gözden kaçırdığımız fantastik ve absürd düzene özendim... Öykülerinde, diğer karakterlerin yanında, genç bir yazann yazma serüveni de var. Oykülerin içine girince, bütün diğer karakterlerin aslında yazarın kendisi olduğu anlaşılıyor. O zaman, bir öykünün içinden geçen başka öyküler çıkıyor karşımıza. Çok dikkatli baküğımızda ise, aslında bu öy külerin tek bir öyküden ibaret olduğunu anlıyoruz. Bir yazar hangi yanıyla yazar? Söylediklerin aklıma bir bu soruyu, bir de Dr. Jeykyll ve Mr. Hyde'ın hikâyesini getirdi. O da tek bir insan dan ibarettir ama parçalanmıştır. Bence bir yazar kendi karanlık tarafından yola çıkar ama vardığı nokta, yani yazılan şey bir başkası olabilir. Ona çok benzeyen bir 'başkası'... Bu, bir anlamda yazarın zengin dünyasını da gözler önüne seriyor. Hatta yazann yazma İdll ÖnemU'nin İlk öykü kitabı "Şlryanın Orkideler Kitabı" yayimlandı. Yazar, biraz fantastlk, biraz absürd öykülerlni akıcı bir dille anlatıyor. Dlllnln clnsiyetslz oluşunu İse "Yapmak Istediğim tam da buydu" dlye anlatıyor. Kltabını Tomrls Uyar'a adayan yazar soyut yazmasının nedenlnl İse "Bu bir Iş bölümü" dlye açıklıyor: "Ben soyutluğun ucurumunıı sürecindeki şizofrenik görüntülerini de ortaya çıkartıyor. Her parçalanma biraz sancılıdır. Ve o sancı bazen görme biçimlerini yer yer hastalıklı bir şekilde (bune kadar iyidir bilmiyorum) zenginleştirebiliyor. Bir ayna sırcısı, birbirinden farklı gösteren sihirbaz aynalarınısırlamaya başladıysa bir yerlerde, bir yazar kalemi kağıdı eline aldı demektir. Cinsiyeti olmayan bir dilin var. Özellikle kadın öykücülerin hayata kadınsı bir bakışı vardır. Seninki ne kadınsı, ne de erkeksi. Cinsiyetsiz bir bakış... Evet, tam da yapmak istediğim buydu. Ya da tam tersi, çift cinsiyetli bir ses yakalamaya çalıştım( kadından ve erkekten beslenen bir teklik,birbütünlük)...Metindeparçalanmanın değil birleşmenin vurgulandığı tek yer zaten ses meselesiydi. Çünkü seslerin birbirine kanştığı gürültülü bir çağda yaşadığımızı düşünüyorum. Çatallanmayan, parçalanamayan, berrak ve her iki cinsiyeti de simgeleyen bir ses duymak istedim sadece. TOMRİS UYAR'A İTHAF... Kadınlar için somut gerçekler daha önemli. Soyut kavramların peşinde çok fazla koşmazlar. Erkeklere oranla daha gerçekçidirler. Ama son dönemlerde bu kırılıyor. Senin öykülerinde de soyut anlatım ön planda. Hatta o kırılmanın uç noktalarında dolaşıyorsun. Bunu gerçekten yapmak istedim ve eğer biraz sezdirebildiysem bile ne mutlu bana. Bizler daha henüz gerçekliğimizi yeni yeni sorgulamaya başlamışken (çünkü herkes gibi ben de bunun özellikle ertelendiğini düşünüyorum) erkeklere gerçek olma hakkı çabasız ve duğumuzu ispat etmek için kendimizi (bir bakıma toplumsal olarak boyutlandırmamız), gerçekleştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu bir iş bölümü, kimileri kendini, keskin gerçeklerde, toplumsal çatışmalarla yüzleşen kadını yazarak boyutlandırırken ya da sınarken, ben soyutluğun uçurumunu seçtim. Neden bilmiyorum ama, evet burada gerçekten az kadın varmış. Tomris Uyar'ın hem öğrencisi, hem de dostuydun. Son dönemlerini birlikte geçirdiniz. Kitabını da ona ithaf etmişsin. Öykülerin, Tomris Uyar'ın öykülerinden çok farklı. Ancak, benzer yanlarınız da var. Tomris Uyar'ın hay at karşısındaki sert ve kişilikli duruşu, senin öykülerine yansımış. Neleryaşadınız beraber ve bu yaşadıklarınız seni nasıl etkiledi? Tomris Uyar ile tanışmam yedi yıl öncesine dayanıyor. Sayısız öğrencilerinden biriydim. Ve bu eğitim öldüğü güne kadar sürdü. O benim edebiyat ile olan ilişkimde çok önemli bir yer tutuyor (okuduğum ve bildiğim her yazar ile yaşayacağtm her tesadüfi karşılaşmayı erkenleştirdiği ve tesadüf olmaktan çıkardığı, bunu kaçınılmaz bir yazgıyapuğı için ona teşekkür ediyorum). Kişisel ve edebi yapımın şekillenmesinde onun payı oldukça büyük. Size benzemeyen insanlann ışığında kendinizi bulmanız daha kolay oluyor. Bu konu o kadar zor ki... Sadece şunu söyleyebilirim: Sağlığını iyice yitirmeden önce kitabı ona okumuştum. Öyküleri yazdıkça ona okuyordum. Ve en son konuşmalarımızdan birinde, eğer izin verirse kitabı ona ithaf etmek istediğimi söyledim (istemediği bir kitabın üstünde adı olsun istemedim çünkü).Kitabı görememiş olması o yüzden beni üzmü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle