05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitle Psikolojisi Araştırmaları Toplum içinde yaşayan herkesin bir şekilde tanık olduğu “kitle psikolojisi”nin otoriter yönetimlerle ilişkisi, çeşitli araştırmaların da konusu ola gelmiştir. Le Bon ve Freud, konuya kitle içinde bireyin psikolojisi açısından bakarken, siyaset teorisi açısından özellikle faşizmin manipülasyonları ele alınmıştır. 1 970’li yılların başlarında bir gün, bir futbol maçına gitmiştik. O gün, çok satar gazete adına düzenlenen yaşlılar arası koşu da aynı stadda sonlanacak biçimde düzenlenmiş. Tribünlerin hemen önünde yarışma patırtısı ve kalabalığı, maçı izlememizi zorlaştırıyordu. Serde gençlik var, gazeteye de antipatimiz var, ayağa fırladık, bağırarak protestoya başladık. İlkin yakınlarda olanlar, sonra bütün tribün bize katılınca da hem şaşırdık, hem “kitle psikolojisi”nde rol almış olmanın verdiği o tuhaf duyguyu, o “güç duygusu”nu yaşadık. Hayatımın bu ilk ve son amigoluğu eğlenceli olsa da, sonraki yıllarda tanık olduğum “kitle psikolojisi” olayları, herkes gibi beni de hem düşündürmüş, hem kaygılandırmıştır. Örneğin, 12 Mart öncesi bir gün, bütün Malatya’dan duyulan bir patlama sesiyle sokaklara döküldük. Az sonra da, solcuların bir camiye bomba attıkları fısıltısı yayılmaya başladı. İlginçtir, birkaç gün sonra 12 Mart muhtırası verilince, bombayı koyanlar alelacele derdest edildi ve sağ görüşlü birileri oldukları, provokasyon amacıyla o işi yaptıkları anlaşıldı. 12 Eylül’e doğru benzer provokasyonların çok daha acı sonuçları hatırlardadır. “HİPNOZ”DAN “LİBİDO”YA O yıllarda, “camiye bomba” provokasyonu pek etkili olmayınca, kimi şehirlerde bu kez “şehrin suyuna zehir atmışlar” biçiminde bir provokasyon hortladı. Birilerinin sadece karşıtlara değil, kendi yakınlarına ve yandaşlarına da zarar verecek bir işe girişebileceğine kim neden, nasıl inanır sorusunun cevabı, Fransız sosyolog Gustave Le Bon’un 1895 tarihli ve alanında bir klasik sayılan Kitle Psikolojisi adlı kitabındaki şu cümleler olabilir: “Kitlenin doğru akıl yürütme gücünden yoksun olması, onda eleştirel akıldan, yani hakikati yalandan ayırabilme ve herhangi bir konuda kesin bir yargıya varma istidadından eser bırakmaz.” Le Bon, bireysel özellikler silinerek “kolektif” biçime bürünen kitle psikolojisini “hipnotize olmak”a benzetir. Ona göre, yalnızken gerçekçi olmayan içgüdülerini frenleyebilen birey, kalabalıkta kendisine güç vehmeder ve bu durum yayılma (sirayet) biçiminde, hatta kişisel çıkarından vazgeçecek kertede herkesi etkiler, “telkin”e açık hale getirir. Le Bon’un kitabı, tekil kişilerin psikolojisi alanında çığır açmış birinin, yani Sigmund Freud’un da ilgi alanına girdi ve onun aynı adlı oylumlu makalesi de konunun klasiklerinden biri oldu. Freud, araştırmasına Le Bon’a uzun atıflarda bulunarak başlıyor, birey psikolojisi ile kitle psikolojisinin farkları üzerinde duruyor. Le Bon’dan önce de konu üzerinde çalışmalar yapıldığını anımsatan Freud, onun görüşlerinin önemini “ruhsal hayat”a verdiği önemle sınırlayarak, kitle psikolojisi konusunda kendi “libido” teorisine uyarlı bir yaklaşım getirmeye girişiyor. OTORİTERLİK AŞKI Le Bon ve Freud, kitlesel hareketlerin “otoriter” yönetim biçimleri tarafından nasıl “manipüle” edildiği üzerinde de durmuşlardır. “Önder kültü”ne soyunanlar, düşünsel sığ lıklarına rağmen, kitlelerin içgüdüsel eğilimlerini kışkırtmayı bilen ve onlarda “özdeşleşme duygusu” sağlayabilen kişiliklerdir. Konu bu düzlemde haliyle siyaset teorisinin de alanına girer ve “kitle psikolojisi”nin ötesine geçen analizlere de konu olur. Karl Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i adlı kitabında, Napolyon Bonaparte’ın yeğeni olmaktan öte bir özelliği olmayan, sıradan bir kişiliğe sahip Louis Bonaparte’ın, parlamentoyu askıya alan bir yönetim kurabilmiş olmasını, tarihsel ve sınıfsal şartlarla açıklamış; durumu, sanayi burjuvazisinin görece sınıflardan özerk devlete egemen olacak kadar güçlü olamayışına bağlamıştı. Tarihler, Fransa’nın, bu beladan, hayırsız bir olayın hayırlı etkisiyle, Louis Bonaparte’ın egemenliğini korumak için son çare olarak başvurduğu savaşın yenilgiyle sonuçlanması sayesinde kurtulabildiğini ya zar. Yüz yıl sonra, bir başka ülkede, Almanya’da, bu kez çok gelişmiş bir sanayi burjuvazisi, kendi sıkışmışlığını aşabilmek için, gelmiş geçmiş belki de en zalim “kitle psikolojisi” uzmanına, yani Hitler’e sığınmak ve emperyalist paylaşım savaşında ondan medet ummak durumunda kaldı. Faşizmin kitle psikolojisini etkin biçimde kullandığı bir başka ülkede, İtalya’da ise, Antonio Gramsci, faşizmin zindanlarında, çok zor şartlar altında doldurduğu defterlerde hegemonya analizi geliştirme çabasına girişmişti. Gramsci, “politik toplum” ile “sivil toplum” arasındaki denge ilişkilerini “tarihsel blok” olarak adlandırmıştı. Ondaki “sivil toplum”u, yorulduğu yere han isteyen günümüzün moda sivil toplum anlayışı ile karıştırmayalım. Ona göre, “politik toplum” da, “sivil toplum” da, devlet erkinin manevra alanına girer ve sürekli ilişki içindedir. Gramsci’ye göre, kapitalist düzende, salt uzlaşmaya dayanan sistem, herkesin gerçekten eşit, aynı derecede akıllı ve ahlaklı varsayıldığı, kanunların bir dayatma olarak değil özgürce kabullenildiği bir öncele dayan dığı için ütopya olarak kalmaya mahkumdur. Yalnızca güce dayanan egemenlik ise, egemen sınıf artık ideolojik yönetimi elden kaçırdığı için, kendisini yapay olarak, ancak güç aracıyla ayakta tutabildiği bir “tarihsel blok” bunalımına denk düşer ve ancak geçici olabilir, der. Aynen öyle oldu, gel gelelim Gramsci faşizmin yıkılışını göremeden öldü. FAŞİZM VE KİTLE PSİKOLOJİSİ Öte yandan, Walter Benjamin gibi bir üyesini aynı savaşa kurban vermiş ve kendileri de göç yollarına düşmek zorunda kalmış Frankfurt Okulu temsilcilerinden Theodor W. Adorno, 1951’de, küller henüz çok sıcak iken kaleme aldığı “Freud Teorisi ve Faşist Propagandanın Yapısı” başlıklı makalesinde, Le Bon ve Freud’un “uygulamalı kitle psikolojisi”nin sosyalizme ve kitle desteği arayan öteki hareketlere özgü olmayıp, “irrasyonal” yönleri “rasyonel” (çıkarına uygun) biçimde dolaşıma sokan ve bu yolla kitleleri acımasız kılabilen faşizme özgü olduğunu gözden kaçırmış olduklarını savunur. “Kitle psikolojisi”nin faşizm tarafından manipüle edilişi, Troçki’den Dimitrof’a, İlya Ehrenburg’dan Ann Seghers’e, Erich Fromm’dan, Elias Canetti’ye daha bir çok yazar tarafından ele alındı ya da edebiyat eserlerinin konusu oldu. “Kitle psikolojisi” günümüzde de işlerlikte olduğuna göre, benzer çabalar bundan sonra da olacak... (*) n (*) Yazıda anılan kitapların hemen hepsinin birden fazla çevirisi var. Adorno’nun yazısı ise, Eleştiri Toplum Üstüne Yazılar adıyla, Yılmaz Öner tarafından çevrilen kitaptadır (Belge Y. 1980). 12 12 Eylül 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle