25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Modernlik’ ile ‘Modernizm’ arasında edebiyat Önceleri biraz da hâlâ klasik edebiyatın inşa emeğini gözeten tavrını az çok içerdiği için “yenilik” sanılan / sayılan modernizm, günümüzde belli inşa kolaylıkları içinde kaygı verici bir çoğaltıcılık içine düşmüştür. Edebiyatta “modernlik” ve modern teknikler ile “modernizm” aynı şey değildir. 1930’larda Lukács ile Brecht arasındaki tartışmada bu konuya dair ip uçları bulabiliyoruz. A ynı kalemden çıkmış, hatta deneysel ve yenilikçi olanı daha eski iki “metin” arasındaki söylem ve mimari farkı, neden oluşmuştur? Şöyle de sorabiliriz: Tutunamayanlar yazarı, Bir Bilim Adamının Romanı’nı yazarken, neden daha farklı (daha klasik) bir söylem ve mimari kullanmıştır? Aslında, birinci romandaki “hayali” kişilikler de, insana özgü gerçeklikler içinde betimlenmişlerdir. Peki, neden birinci romanda sıralı anlatım yerine “fragmantal” yapı kullanılmış, türler arasında gezinilmiş, “ussal” bir çizgi izlenmeyip roman kişilerinin iç dünyası “düzey”inde us dışı sisli görünümler yoklanmış iken, sonraki romanda bunlar bir yana bırakılmıştır? Denecek ki, Bir Bilim Adamının Romanı, “biyografi” ya da “biyografik roman”dır, haliyle “epistomoloji” öncelenmiştir, oysa Tutunamayanlar sadece “roman”dır, haliyle bireylerin “ontolojik sancı”sıdır çıkış noktası. Tam da bu noktada ben diyeceğim ki, günümüz yaygın romanı tekil bireylerin “ontolojik sancı”sına, hatta gündelik “ontik sancı”sına indirgenmiştir ve bundan bir “roman tipolojisi” üretilmiştir. Bireyin “somut hayat” ile ilişkisi “arızalı” ise toplumsal arka plan ve dolaysız anlatım itibar yitirmekte, “sanrı”nın anlatımı, bağıntısızlığa ve kopukluğa dayalı olduğu için, kendi özgül tekniğini yaratmakla kalmayıp bu teknik tarafından da belirlenmektedir. Önceleri biraz da hâlâ klasik edebiyatın inşa emeğini gözeten tavrını az çok içerdiği için “yenilik” sanılan / sayılan bu yöntem, günümüzde belli inşa kolaylıkları içinde kaygı verici bir çoğaltıcılık içine düşmüştür. Artık sadece hedef kitlenin de benzer boşluk içinde savruluşundan ötürü ilgi görebilmektedir. 1938’de Das Wort dergisinde Ernst Bloch ile Lukács arasında “dışavurumculuk” konusunda başlayan tartış Georg Lukács maya, daha sonra farklı düzlemlerde Lukács’a karşı çıkarak Brecht, Benjamin ve Adorno da dahil olmuşlardı (*). Lukács, zaman içinde eleştirisini, sadece “içerik” düzleminde değil teknikleri de içerecek biçimde bütün modernist edebiyata doğru genişletmiştir. Lukács, kapitalizmin insanların “bütün”ü görmelerini engelleyecek sonuçlara yol açmasının da, kimi sanatçıların bazen politik tutumlarına dahi aykırı olarak bu yapıya uygun parçalı algıya dayalı ürünler vermelerinin de aynı sürecin, kapitalizmin nesnel işleyiş şartlarının bir sonucu olduğunu savunur. Ona göre, özellikle romanda montaj / kolaj tekniği, toplumsalı gözlemlerken bütünselliğin yitirilmesinin edebiyata bir yansımasıdır ve bu nedenle de modernist edebiyatta, insanı “atıldığı” dünyada çaresizlik içinde betimleyen Heidegger felsefesi ile buluşma hali vardır. Bu, bir bakıma, “önemli olan dünyayı betimlemek değil, dönüştürmektir” diyen “11. Tez”den yola çıkarak, ülkesi Macaristan’da gerçek bir ayaklanma örgütlemiş ve edebiyatta da eleştirel gerçekçi yazar Bertolt Brecht lar ile sosyalist yazarlar arasında antifaşist bir cephe kurma hesapları yapan Lukács ile, Nazizm’e iltihak eden Heidegger’in siyasal yer tutuşlarıyla paralel, felsefi bir hesaplaşmadır. MODERNİZM’E KARŞI LUKÁCS İnsanın, “Lukács yaşasaydı da modernist edebiyatın bugünkü halini görebilseydi” diyesi geliyor. Aralarındaki anlaşmazlık ve tartışma ünlü olmakla birlikte, gerek Lukács, gerek Brecht, sosyalist edebiyatın “resmî” yorumlarının da dışına taşabilmiş ve “burjuva edebiyatı” karşısında sloganvari karşı çıkışlar ötesinde ciddi seçenek oluşturabilmiş sayılı adlardan ikisiydi. Hatta Lukács’ın kültürel sorunlara yoğunlaşmasını, siyaset konusunda “resmi” çizgiden farklı düşünmesi nedeniyle dışlanmış olmasına borçluyuz bir bakıma. Brecht de, savaş sonrası her iki Almanya’dan davet aldığında, kendi deyişiyle “sofra”yı değil “mutfağı”, yani üretim yapabileceği umuduyla, sosyalist yönetimi seçer. Ancak, “özgürlük” konusunda garanti almış olmasına rağmen, yine de bürok rasi ile sıkıntılar yaşayacaktır. Lukács ile Brecht’in 19. yüzyıl edebiyatı ve sanatsal teknikler konusunda ayrı düşmeleri ise, özellikle edebiyatta toplumsal yönelimlere zenginlik katan bir tartışma olmuştur. Ne yazık ki, sosyalist ülkelerde yöneticilere yamanmış kültür memurlarının egemen oluşu, öteki ülkelerde sosyalist kültürün engellenmişlikleri, onların görüşlerini temel alan yaygın bir anlayışın gelişmesini önlemiştir. BRECHT’İN GÖRDÜĞÜ Bertolt Brecht, “modern teknikler” ile “modernizm”in aynı şey olmadığını kanıtlama ve kendi ürünlerinde örnekleme çabası içinde oldu hep. Lukács’a cevap verirken, “yoz” sayılan torunlara dedeleri gibi yazmaları için yalvarmanın tuhaflığına dikkat çekerek, yeni yüzyılda mekâna ve eşyaya bakışın değiştiğini, zamandizimsel anlatımın, ayrıntılı betimlemenin ve bireyi merkeze almanın artık gereksiz olduğunu, 19. yüzyıl gerçekçiliğinde ısrarın da bir çeşit “biçimcilik” olduğunu, üzerinde çalışmakta olduğu iki romanında tüm bunları gözettiğini belirtir. Brecht’in her iki romanını da, 1970’lerde dilimizde okuma şansımız oldu. Gördük ki, edebiyatta (ve tiyatroda) deneysel ve modern teknikleri savunan Bertolt Brecht, Beş Paralık Roman’da olsun, Bay Julius Caesar’ın İşleri’nde olsun, ortaya 19. yüzyıl romanları gibi bir örnek koymadığı gibi, 20. yüzyıl “modernist” romanları gibi “fragmantal”, kopuk bağlamaya dayanan, başı sonu belirsiz, “sanrı” anlatımına özenir metinler de ortaya koymamış, çeşitli modern tekniklerden yararlanmakla birlikte, “oluş” ve “akış” diyalektiğine uygun, tarihsel ve toplumsal arka planı gözeten, iletisi olan ve “okunur” metinler üretmiştir. Aynı durum, oyunları ve şiirleri için de geçerli. Çünkü söylenecek “söz”ü vardır ve söylenecek söz oldu mu, o söz kendi biçimini yaratmaktadır, kıyısız “sanrı”nın kendi biçimini üretmesi gibi... Oysa, dünyada ve ülkemizde, kimi araştırmacılar, Lukács’ın 19. yüzyıl eleştirel gerçekçiliğini önemseyen anlayışına karşı, tek seçenek olarak “modernist” edebiyatı, giderek omurgası kırık postmodernist edebiyatı sunuyorlar. Hatta, Brecht’i de bu konuda dayanak noktası olarak kullanıyorlar. Bir kez daha altını çizelim, Brecht’in de kendi ürünlerinde başarıyla örneklediği üzere, “modernlik” kavramının kapsama alanı ve modern tekniklerin araçsal niteliği, “modernizm” ile eşdeğer değildir; daha geniştir ve modernizmin ötelerine uzanmıştır. Bu konuyu şiir üzerinden ayrıca konuşmak gerekiyor. Özellikle Türkiye şiirinde “İkinci Yeni”, içerdiği eğilimlerle modernlik / modernizm farklılığı açısından zengin bir “laboratuar” niteliği taşımaktadır. n (*) Tartışmanın ana metinleri: Estetik ve Politika / Eleştiri Yayınevi / 1985. (Türkçesi: Ünsal Oskay Taciser Belge Bülent Aksoy). Ayrıca: Eugane Lunn / Marksizm ve Modernizm / Alan Yayıncılık / 1995 (Türkçesi: Yavuz Alogan), Fredric Jameson /Marksizm ve Biçim / Yapı Kredi Yay. /1994 (Türkçesi: Mehmet H. Doğan). 8 25 Nisan 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle