15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÜNAL ERSÖZLÜ’DEN ‘DÖRT GÜN BUDA ÜÇ GÜN ZORBA’ VE ‘TANRININ YAŞAM KILAVUZU’ ‘Kadim felsefe izinde bir hatırlatıcıyım’ Artık bütün anlamları ile narsisizm, postmodern bireyin, en temel çürüme, hayatın anlamından uzaklaşma hastalığı oldu… İnsanlık, narsisizm ile birlikte giderek bir çöküşe doğru sürükleniyor. GÜLCE BAŞER S izi farklı kimliklerinizle tanıyoruz. Dört Gün Buda Üç Gün Zorba ve Tanrının Yaşam Kılavuzu kitaplarını hangi kimliğinizle yazdınız? Edip Cansever’in bir dizesindeki, sessiz çığlığa sığınmak istiyorum:“Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.” Bu sorunuzu, temelinde “insan” ya da “insan oluşlar” kimliğimle yanıtlamak istiyorum. n İki kitabınızda da çağımızın kimlik parçalanmışlığı ve bu olgunun bir mutsuzluk unsuru olduğu sık sık vurgulanıyor. Böylesi bir ortamda insanın sevgiden yana, tutarlı bir kişilik oluşturabilmesi mümkün mü? Bu parçalanmışlık, çağın bu kötücüllüğü, insanda umutsuzluk yaratıyor. Biliyorsunuz, Küçük Prens’in yazarı, “İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir.” diyordu. Günümüz insanı, artık yüreğiyle bakmayı galiba unuttu... Bu nedenle evinde karıncayı ezmeyen bir kişi, işinde saldırganlaşabiliyor. Aslında insanları saldırganlaştıran kapitalizmin kendisi. Yıllar geçse de çocuksu değerlerini unutan insanlığın, hep Küçük Prens’i okumaya ihtiyacı olacak. Yüreklerini Küçük Prens’in kahramanıyla temize çekecek. İnsan, hangi kıyılarda dolaşırsa dolaşsın, hayatın anlamı üzerine yoğunlaşmak durumunda. Kendisine, kendimize yeniden kavuşmak için bu yolculuğun başlaması şart. DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK n Teoloji, felsefe, mitoloji, sosyoloji ve psikolojinin temel kaynaklar olarak değerlendirildiği çalışmada edebiyat, fizik de destekleyici disiplinler olarak yer almış. Temel alan sevgi ve mutluluk felsefesi gibi görünürken, çeşitli inanç bağlantılı yaklaşımları birbiriyle konuşturmayı mı düşündünüz? Ben bir akademisyen, bir bilim insanı değilim. Her iki kitapta da, sadece hatırlatıcı olma rolümü, alçakgönüllüce yerine getirmeye çalıştığım. Elbette konuşabilirler; hatta ne kadar çok konuşurlarsa, o kadar zenginleşirler… İnsan oluşumuzun çıtasını yükseltmeye, nereden başlayabiliriz? Kalbinizin ortasından baktığınızda olaylara yaklaşımınız değişecektir. İşte o zaman kendinize dokunabildiğinizde insanlara tam bir şefkatle yakınlaştığınızda, değiştiğinizi görürsünüz. n Bu kitapları öyle ya da böyle okurların dünyaya bakışını değiştirmeyi düşünerek mi yazdınız? Ciddi, araştırmacı, dinamik sol bir gelenekte yetiştim. 12 Eylül döneminde, ciddi bir zulüm sürecini yaşayan, paylaşan insanlar arasındaydım… Bu ülkede o dönem, genç insanların başına gelen her türlü kötülük, benim de başıma geldi. Ama her zaman, yaşadığım o yıllarla, kuşağımla gurur duydum. Bugünlere yabancılaşmadan, aksine o yılları kucaklayarak, yaralarımızı sarıp sarmalayarak, naifliğimizi koruyarak, değerlerimize sahip çıkarak ulaştık. Ama şimdi geçmişimize ve gençliğimize daha derinden bakınca; Yunus Emre’den Hacı Bektaş Veli’ye uzanan bir coğrafyanın muhteşem zenginlik deryasında dolaşırken, o yıllarda inançlara, kadim geleneklere bakış açımızın çok dar olduğunu, hâlâ sol geleneğin ötekini daha iyi anlamaya yönelik bir boşluk yaşadığını düşünüyorum. Bu konularda tartışmamayı seçmek daha bütünleştirici bir tutum. Esas tercih, söyleyecek sözü olan insanları dinlemek, anlamak, anlatabilmek, sizinkinin tersini söyleyen insanlara ise içten saygı göstermektir. Ayrıca eğer varsa bu gökkubbenin altında söylenmemiş olan minnacık bir kelimeye bile sahip çıkmaktır. Sevginin ve insan olmanın birleştirici gücü, insanın arınmasının ve yeni olanın yolunu açar. Ayrılmak için değil, birleşmek için insanız… Bunu unutmamak iyidir… n Kitaptaki itirafınızdan yola çıkarsak, size mutsuzluk veren insanları hayatınızdan çıkarmanız, verdiğiniz bir hüküm değil midir? Sezgilerimize güvenecek miyiz? Bir hüküm vermek için yargılamak ge rekir. Ben kendime ve insanlara, başka insanları ve ötekini, gündelik hayatın gelişimi içinde yargılamamayı öneriyorum. Çünkü yargıladığınız ölçüde, Sokrates’in o savunmasında geçen o ünlü sözlerindeki gibi konumlanırsınız: “Başkaları hakkında konuşanlar aslında kendi haklarında konuşuyorlardır.” Hepimizin farklı sınavlar ile karşı karşıya kaldığı bu hayatta, herkesin kendisini tamamlayabilme uğraşında, öncelikle ancak kendisine yetecek kadar zamanı olabiliyor. Bu süreçte elbette insani dayanışmanın, ruhsal yardımlaşma dahil, iyilik duygusu dahil, en üst noktasında olabilmeyi hedeflemeliyiz. Bu uğurda çaba göstermek, istemek, sezgilerimize güvenmek, Nâzım Hikmet’in bir şiirindeki gibi “Gideni ve gelmekte olanı anlamak”, galiba hepimiz için çok değerli… Ayrıca her yol bir değerdir, yollar yürünmek içindir… Bir de çok eskilerin deyimiyle; “Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen gelir.” NARSİZM ÇAĞIMIZIN VEBASIDIR n 1960’lardan başlayarak kapitalist sistem, bireyi türlü araçlarla ortadan kaldırdı. Erich Fromm’un tanımladığı gibi günümüz insanı “özgürlükten kaçma”yı mı tercih ediyor? Çağımız artık tam bir “Narsisizm Çağı” olmuştur. Narsisizm, çağımızın vebasıdır. “Narsisizm kültürü” tanımlaması, ilk kez sosyolog Christopher Lasch tarafından 1970’li yılların sonlarına doğru, tüketim toplumunun ürettiği yeni çarpık kültürü tanımlamak için kullanılmıştı. Yani bizim anladığımız anlamda, klasik “kendine hayranlık çizgisini” de aşan toplumsal bir tablo ortaya çıktı. Günümüzde de bu tablo derinleşerek sürüyor. Hem toplumsal olarak, hem bireysel olarak “Narkisoslar” olduğumuz çıktı ortaya. Artık bütün anlamları ile narsisizm, postmodern bireyin, en temel çürüme, hayatın anlamından uzaklaşma hastalığı oldu… İnsanlık, narsisizm ile birlikte giderek bir çöküşe doğru sürükleniyor. Dünyamızı sarıp sarmalayan, bunca kötülük arasında, bu narsisizm bataklığında, insanın insana ettiği kötülükler içinde, insanlığın “tam olduğunu” söyleyebilmek mümkün mü? Benim için de, sonuçta ruhsal aydınlanma; ya da daha çok insanlaşma çabası; kadim insanı arayış, aslında “ruhtaki sonsuz bütünlük” içinde, “bir yüceliğin parçası olduğumuzun” anlaşılmasıdır. Fromm’un tarif ettiği gibi, insan sadece bir grubun sığ aidiyetine sığınarak, hakiki özgürlükten kaçmayı tercih ediyor. Ve işin trajik yanı ise bu tercihini özgürlük sanıyor. Narkisos’un efsanede, tanrılar tarafından “kendini hiç bilememe durumu” ile cezalandırılması gibi… Efsanedeki Narkissos gibi, ömrü boyunca hakiki farkındalığa varamadan yaşayıp göç edenlerle doludur dünyamız. Bu büyük bir trajedi. Ama insandan umudu kesmemek gerekli. İnsanda umut ile umutsuzluk yan yana yürüyor. Aydınlanma ile tanışan insan yüzleşme gücünü de bulabilir belki. n Tanrının Yaşam Klavuzu / Ünal Ersözlü Karakarga Yay. / Şubat 2019 / 380 s. Dört Gün Buda Üç Gün Zorba / Ünal Ersözlü / Karakarga Yay. / Aralık 2017 /398 s. 12 25 Nisan 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle