Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
obkula@hacettepe.edu.tr Dil, insan gönlünü betimler Bir anlatı sanatı olan yazın, dilsel malzemeyi estetikleştirmekle ortaya çıkar. Dilin estetikleştirilebilmesi, yine dilin yapı taşları olan sözcüklerin çokanlamlılaştırılması ve başta eğretileme olmak üzere, retorik figürlerin kullanımıyla olanaklıdır. B u nedenle, yazın, söz sanatı olarak da adlandırılır. Sözcüklerin çok anlamlı kullanımı, dilin öz yapısının tümüyle öznel olmasından kaynaklanır. Dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilimin Temelleri adlı kitabında dilin bu özelliğini “nedensizlik” ilkesi olarak adlandırır. Ludwig Wittgenstein Felsefi İncelemeler adlı kitabında yer alan “sözcüğün anlamı, onun dilde kullanımıdır” belirlemesiyle, sözcüğün çokanlamlılaştırılmasının kaynağını imler. Filozof Noam Chomsky’nin “her dil, her insan sonsuz sayıda anlatım üretebilir” sözü de aynı bağlamda değerlendirilebilir. Valentin Voloşinov bu kapsamda Marksizm ve Dil Felsefesi’nde “anlam çoğulluğu, sözcüğün kurucu özelliğidir” anlatımına yer verir. Dili yazınsallaştırmaya elverişli duruma getiren başlıca etmen, dilin bu öz yapısıdır. Wilhelm von Humboldt’un Almanya Berlin’de bulunan heykeli. Dil felsefesinin kurucusu olan ve şiir, deneme ve mektuplarıyla da tanınan Wilhelm von Humboldt (1767 1835), Dil Felsefesi Üzerine Yazılar adlı yapıtında, dil ile yazın arasındaki bu özsel ilişkiyi dizgeleştirmiştir. Türkiye’de bu düşünürün anılan yapıtı üzerine çalışan felsefecilerin başında gelen Bedia Akarsu, Wilhelm von Humboldt’ta DilKültür Bağlantısı (İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1998) adlı kitabın yazarıdır. Çukurova ve Mersin Üniversitesi’nde birlikte çalıştığım ve çok yakından tanıma olanağı bulduğum Bedia Akarsu’yu sevgi ve saygıyla anıyorum. Dilin yazınsallaştırmayı olanaklılaştıran bu öz yapısına ilişkin felsefi düşüncenin, dolayısıyla da yukarıda anılan düşünürlerin öncüsü olan Humboldt’un Dil Felsefesi Üzerine Yazılar yapıtının birinci bölümündeki belirlemesiyle, her dilde insanın “tinsel etkinliğinin canlı üretimleri, verili sınırlar içinde ve son suz olarak yetkinleşmesini ilerletir.” Bu belirleme uyarınca, düşünsel etkenlik, dili geliştiren ve yetkinleştiren başlıca kaynaktır. Söz konusu nedenle, Humboldt ve çağdaşı Hegel, “tin dildir; dil de tin” demiştir. Wittgenstein, “dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” sözüyle, dili anlama ve anlatma yeterliliği olarak tanımlayarak, aynı düşünceyi genişletmiştir. İNSAN, DILSEL ÖĞELERI YENIDEN İLIŞKILENDIRIR Dilde değişim ve gelişim, genellikle söz varlığı alanında gerçekleşir. Söz varlığıysa, sözcükler ve kavramlardan oluşur. Her dilde sözcükler ve kavramlar, düşünen ve düşüncesini dile döken öznelerce oluşturulur. Oluşturulan sözcükler ve kavramlardan yenileri türetildiği gibi, Humboldt’un deyişiyle, bunların “birleştirimleri, anlamının genişletilmesi, duyumsal bağlantılandırılması, köken anlamlarının fantezileştirici kullanımı” ile sözcükler çok anlamlılaştırılır ve böylece dil hem sürekli geliştirilir, hem de estetik yazınsal bakımdan yetkinleştirilir. Her dil, “eksiksiz bir anlatım için gerekli olan öğeleri” içinde taşır. Bu belirlemenin temelinde yatan felsefi düşünce şudur: Her dil, düşünceyi, algıyı ve duyguyu eksiksiz olarak anlatabilir; ancak bunun için söz konusu dili konuşanların, düşünce, algı ve duygu geliştirmeleri ve bunları dilselleştirmeleri gerekir; çünkü dil kendi kendine gelişemez; dili geliştiren insandır. Bu ilkeden hareketle, dil, Humboldt’un deyişiyle, “zamanın akışı içinde bütün insan gönlünü” anlatma yeterliliği kazanır. Humboldt’un hiçbir zaman felsefi değerini yitirmeyen ve yazınsal açıdan verimlileştirilmeye elverişli olan bir başka belirlemesi şudur: “Söylenen her şey, söylenmeyeni oluşturur ya da hazırlar.” Söylenenin, söylenmeyeni hazırlaması nın nedeni, dili kullanan insanın, “dilsel öğeleri bitimsiz olarak yeniden ilişkilendirme” yeterliliği taşımasıdır. Bu yeterlilik, birbirini tümleyen bir ilişki içindedir. Ürettikleri yapıtlarla dilin süreklileşmesine kalıcı katkılar yapan yazıncılar, dilsel öğeleri bitimsiz ölçüde ilişkilendirdikleri için, dili hem geliştirir, hem de estetikleştirir. Böylece her yazınsal yapıt, bir sonraki için ortam hazırlar. Dilin ve düşüncenin birikimi de buradan kaynaklanır; çünkü dil son çözümlemede düşünsel bir oluşum ve etkinliktir. Dilde düşünme içermeyen hiçbir yön yoktur. DIL, BIÇIMLENDIRILMEYE ELVERIŞLIDIR Dil biçimlendirilmeye yatkındır; konuşan ve yazan özne de dili biçimlendirme yeterliliği taşır. Bu iki özellik, dilsel malzemenin yazınsallaştırılmasını olanaklılaştırır. Yazan öznenin içinde barındırdığı ‘genişleme ve yetkinleşmeye yönelik canlı tinsel güdü’, yazıncıyı ayrıksılaştırdığı gibi, dilin canlılığının da kaynağıdır. Dil sürekli değişim geçiren bir oluşumdur ve değişimin itici gücüyse, özellikle yazan insanın tinsel ve duyumsal canlılığıdır. Dolayısıyla, bir dilin gelişmişliği veya gelişmemişliği, her zaman o dili konuşanların, düşünme ve sanatsallaştırma yeterliliğinin gelişmişliği veya gelişmemişliğiyle doğru orantılıdır. Her insanın, her ulusun “dil gereksinmesi ve dil yeterliliği” ilkesel olarak eşittir; ancak yaratılış olarak bu noktada eşitlik olmasına karşın, tinsel ve duyumsal etkinliğin sürekliliği ve derinliğine göre, dilsel gelişim ve dilsel malzemeyi estetikleştirme düzeyi farklılaşır. Dilin canlılığının belirleyici ölçütü, üretken kullanımıdır. Dili kullanmak demek, dil dolayımıyla düşünmek, duyumsamak, tasarımlamak ve düşünüleni, duyumsananı ve tasarımlananı, yine dil dolayımıyla anlatmak demektir. Dolayısıyla, dil özellikle yazınsal yaratımın hem çıkış noktası ve dolayımıdır, hem de ereğidir. İnsan, “yalnızca dil ile insandır; fakat aynı zamanda dili bulabilmek için, insan olmak zorundadır.” Dilin gelişmesine koşut olarak insan, insanın gelişmesine koşut olarak da dil gelişir. DIL, DÜŞÜNCE ALANINI İŞLEMEYE EĞILIMLIDIR Humboldt’un tanımlamasına göre, dilin en önemli öğesi olan sözcük canlı dünyadaki birey gibidir. Sözcüğün göstergesi, anlattığı şey, anlama eylemine denk düşer. Öte yandan, düşünme ve duyumsama, sadece dile bağımlı değildir; bu kapsamda belli ölçülerde “içsel algılamanın ve duyumsamanın malzemesinin sözcüklere dönüştürülmesinde, önemli olan, insanın bireysel imgelem ve tasarım yeterliliğidir.” Bu nedenle, dil, bireysel veya tikel imgeleme ve tasarımlama yeterliliği ile ayrılmaz bir biçimde ilişkilidir. Görüleceği üzere, yazıncının bireysel imgelem ve kurgulayım yeterliliği, dilsel malzemeyi estetikleştirmenin de kaynağıdır. Yazan özne, dilsel malzeme üzerinde biçimleyici çalışma yapmak suretiyle, biçem oluşturur. Biçemselleştirme, yazınsal yapıtın estetik değerini ve etkisini oluşturan başlıca kaynaktır. n 6 25 Nisan 2019