04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ekmeğini taştan çıkaran şair Daha çok şiirleri, siyasal duruşu, mahpuslukları, aşkları ile tanınan Nâzım Hikmet, aynı zamanda ekmeğini taştan çıkaran bir emekçiydi. Basın, edebiyat, tiyatro ve sinema alanında kafa emeğini ortaya koyduğu gibi, yeri geldiğinde dokumacılık ve karpuzculuk bile yaptı... K arşıtlarının, bazen de dostlarının “paşazâde” dedikleri Nâzım Hikmet, her zaman “ekmeğini taştan çıkaran” bir insan oldu. Neler yapmadı ki: Öğretmenlik, yayıncılık, karpuzculuk, gazete satıcılığı, dokumacılık, matbaacılık, düzeltmenlik, çevirmenlik, güfte yazarlığı, tefrika roman yazarlığı, fıkra köşe yazarlığı, senaryo yazarlığı, film yönetmenliği, seslendirme sanatçılığı, belgesel filmcilik, oyun yazarlığı... Ki, bu işlerin bir bölümünü yaparken, aynı zamanda “mahpushaneci”ydi. Hatta, onun ilk işleri arasında, doğrudan “şair” olarak “istihdam” edilmişlik de var. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Vâlâ Nureddin ile birlikte ve zahmetli yollardan ulaştıkları Ankara’da, şiirleriyle direnişe destek olma görevi verilir. Mustafa Kemal de, onlara “gayeli şiir” yazmalarını öğütler. Gel gelelim, çok sayıda bastırılıp dağıtılan şiirleri, çağrıya uyan gençlerin Ankara’ya doluşacağı ve bunun da sıkıntılar yaratacağı paniği doğurunca, “şairlik”ten öğretmenliğe geçiş yapmalarına karar verilir. Ancak, Bolu’da öğretmenlik yaparken, düzenli maaş alamadıkları gibi, çevre ile de çatışırlar. Sosyalist eğilimli ağır ceza mahkemesi başkanının etkisiyle, Sovyetler’e geçer, Doğu Halkları Komünist Üniversitesi’ne öğrenci yazılırlar. Nâzım Hikmet, Mayakovski’nin önce şiiri, sonra kendisi ile de tanışır. KARPUZCU NÂZIM HİKMET Nâzım Hikmet, 1924’te Türkiye’ye döndüğünde, artık gizli Türkiye Komünist Partisi’nin bir üyesidir. Bir yandan da yayın işleriyle uğraşmakta, babasının çıkardığı sinema dergisinde çalışmaktadır. So kakta gazete satması ise, “iş icabı” değil, parti göreviyledir. Otobiyografik roma nında anlatır: Orak Çekiç gazetesini Köprü’de satmaya giderken yaşadığı te dirginlik, aynı amaçla Kasımpaşa’da görev lendirilmiş arkadaşı Laz İsmail’in kendisi ne “paşazâde” diye takılmasına yol açar. 1925 yılında “Takriri Sükun Kanunu” ile yasaklanan gaze Cemal Nadir’in 1936 tarihli Nâzım Hikmet çizimi. te, illegal yayına geçecek, ileride, mış; gidip şuna bakalım’ dedi annem. 1930’larda Nâzım’ı “Troçkist” “polis” (...) Geceleyin karpuz sergisine gittik. “hain” olarak niteleyen yazıyı da ya Nâzım, karpuzla kavun yığınları ara yımlayacaktır. sında, yerdeki samanlara uzanmış, eli Nâzım Hikmet, gizli örgüte ağır bir şakağında, yatıyordu. İlkin güzel sarı darbe niteliğindeki 1925 tutuklama bir kaplana benzettim onu. Biraz da larından yurt dışına kaçarak kurtul ha bakınca, kaplanların vahşetinden du. 1926’da Viyana’da düzenlenen tümüyle arınmış olduğunu gördüm. toplantıda, partiye yön verenlerden Kaplandan çok, o da Oğuz Atay gibi, biri gibi davranması ve eleştiriler bir kediye benziyordu.” Sözlüklere yöneltmesi, örgütün başındaki Şefik göre, Mina Urgan 1915 doğumlu. On Hüsnü’yü rahatsız etti, Türkiye’ye iki yaşını eklediğimizde, tarih 1927 dönmesi öğütlendi. 1927 tutuklama ediyor. Oysa bu tarihte Nâzım yurt larında yine gıyaben hüküm giydiği dışında olduğu için, karpuz sergisi için, ancak 1928 sonlarında, gizlice olayı, Nâzım’ın yurt dışı dönüşlerine sınırı geçerek dönebildi. Dört ay denk düşen 1924 ya da 1929 tarih kadar cezaevinde kaldıktan sonra, lerinden birinde olmalı. İş bulamadığı tahliye edildi. bir aralıkta, geçici bir iş olarak dene Şimdi, Bir Dinozorun Anıları’na, miş olsa gerek. Mina Urgan’a gidelim: “Nâzım’ı ilk Nâzım Hikmet, 1929’dan itibaren gördüğümde on iki yaşımdaydım. Bâbıâli’dedir. Gerçi, Serteller’in çıkar Kadıköy’de bir dost evinde akşam dığı Resimli Ay dergisine “müsahhih” yemeğinden sonra, ‘Celile’nin oğlu, (düzeltmen) olarak girmiştir ama ge buralarda bir yerde karpuz sergisi aç rek şiir kitaplarıyla, gerek dergideki “putları kırıyoruz” kampanyasıyla, bir fırtına gibi esecektir. Dahası, kasketi ve omuzuna attığı ceketiyle “bir proleter gibi” dolaşmakta, bu görüntüsüyle karşıtlarını kızdırmakta, karikatürlere konu olmaktadır. Öte yandan, Abidin Nesimi’nin aktardığına göre, Adanalı Şoför Ragıb, otomobilini satıp parasını, Pavli Adasındaki kongreden sonra partide ayrı baş çeken Nâzım grubuna vermiş, onlar da bu para ile İzmir’de bir basımevi kurmuşlardır. Komintern talimatına rağmen Şefik Hüsnü grubuna devredilmeyen basımevi işletilemeyip kapanır. Nâzım ve arkadaşlarının da partiden atıldıkları duyurulur. Şairi hayli yaralamış olan bu süreç, ona Benerci Kendini Niçin Öldürdü kitabını yazdıracaktır. ŞİİRLERİNİ BESLEYEN DİNAMİZM: ÇALIŞMAK Nâzım Hikmet, büyük cezaya yatırıldığı 1938 yılına kadar, ekmeğini taştan çıkartmayı sürdürdü. Arada Piraye Hanım ile evlenmiş, onun ve eski eşinden iki çocuğunun geçimlerini de üstlenmişti. Köşe yazarlığı yaptı, tefrika romanlar yazdı, oyunları sahnelendi. Üvey oğlu Memet Fuat’ın aktardığına göre, daha kitap ortada yok iken, Şeyh Bedreddin Destanı için yayıncısından avans almış, yayıncı sıkıştırmaya başlayınca, Piraye Hanım’dan kendisini odaya kilitlemesini, kimseyle görüştürmemesini istemiş ve kitabı öyle bitirebilmiş. Nâzım Hikmet’in sonraki durağı sinema sektörü oldu. Özellikle İpekçi kardeşlerin firmasında, “joker” gibi hemen her işi yaptı: Senaryo yazarlığı, yönetmenlik, film şarkılarına söz yazma, seslendirme... Memet Fuat, yeri geldiğinde eline fırça alıp dekor bile boyadığını anımsatır. Nitekim, 1938’de, bir Harp Okulu öğrencisinin habersizce çıkagelip onunla ilişki kurmayı denemesi, çalıştığı stüdyoda gerçekleşecek ve Nâzım’ın büyük cezaya yatırılmasına gerekçe sağlayan olaylardan biri olacaktır. Nâzım Hikmet, 1938’den 1950’ye kadar süren uzun mahpuslukta da, sadece ailesini geçindirmek için değil, mahpus arkadaşlara katkıda bulunmak için de, yine emekçiliği sürdürmüştür. O dönemde yazdığı mektuplarda, “mevzuat” sınırları içinde cezaevinde kurduğu tezgâhlarda dokuduğu kumaşları, yaşadığı sorunları, adeta bir “kumaş uzmanı” gibi anlatıyor. Cezaevi arkadaşları, onun “kan ter içinde” iplikleri, kumaşları nasıl omuzuna vurup taşıdığını anılarda dillendirdiler. Cezaevinde, ayrıca yine film şirketine senaryolar ve çeviriler yetiştirmiş, Zeki Baştımar aracılığıyla çeviriler yapmıştır. Kemal Sülker, yurt dışına çıkışından bir önceki gün buluştuklarında bile, Nâzım’ın İpek Film’deki işinden çıkıp gelmiş olduğunu anlatır. Nâzım Hikmet’in ekmeğini taştan çıkartma süreci, bütün bu işleri yaparken asla boşlamadığı şiirlerinin hangi dinamizmden beslendiğine dair ip uçları da veriyor... n 8 28 Şubat 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle