04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> DÜŞÜNCE İLHAM KADAR GEREKLİ n Romanın kötülerini anlatır mısınız? n Onları asla yargılamadan. Onlara ruh üfleyen benim ve benim gözümde böyle olmalarının geçerli, haklı anlaşılır, nedenleri var. İyilik, kötülüğe dönüşme potansiyeli taşıyabilir. Gecenin gündüz oluvermesi gibi. Birbirini tamamlayan bütün ikilikler böyledir. Felsefe bunun üzerine bizi düşündürür. Romandan önce yaptığım okumalarla sanırım hep buradan beslendim. Bir romanı yazmak kadar üzerine düşünmek önemli. Roman kendini bu düşünceyle yazdırıyor çünkü. Ateş olup içinize düşüyor ilkin yazacaklarınız. Ama sizi kül etmeden kendisini doğurması gerekir. Bu yüzden akıl fikir ve keskin bir düşünce ilham kadar gerekli bence. Romanı asla duygusuz ve ruhsuz bırakmayacak biçimde sağlam bir fikrinin olması gerekiyor. Dolayısıyla kahramanlar da buradan doğuyor. Herkesin kötü olmak için geçerli bir nedeni var. İyilik eden de çoğu zaman kendini yüceltmek için yapıyor bunu. İyilik ve kibir çoğu zaman kolkola dolaşıyor. Romanın diğer kahramanları aslında bundan mustarip. Mine Hanım öyle olmayı hak görüyor çünkü işveren. Alkol sorunu kontrolsüzlüğünün nedeni. Avukatın ise işi bu. Güya hak arıyor, adalet peşinde koşuyor. Güyalar üzerine yaşayıp gidiyor herkes. Diplomacılar da görünüşte işlerini yapıyorlar. Onların işi de bu. Sahte diploma sahibi yapmakla kötülüğü iyiliğe dönüştürüyorlar aslında. Nereden baktığınıza göre değişen gerçekler bunlar. Tüketime dayalı bir sistemde herkesin kendisini kaybetmesi, yok etmesi kaçınılmaz. Bu kahramanlar sistem hatası. Herkes içsel hayatı kayıp ne halde olduğunu bilmeden yaşıyor. Neredeyse ilkel bir güdüyle diyeceğim. Çünkü temel hazlara ve ihtiyaçlara dayanan bir yaşama biçimi oluştu. Şimdiki zamanın trajedisi de buradan başlıyor işte. n Neden dudaklarından eksilmiyor o sözcük; iyilik? n Burada itirazsız yaşayan ve itiraz ederek ölen bir kahraman var. Ve ona iyilik adı altında yapılan şeyler. Daha doğrusu bu “iyiliklerle” şekillenen bir hayat hikâyesi. Akıllı, güzel, yetenekli bir kadını tüketen şeyler hep bu dayatılanlardı. Ebeveynlik görmediği için yeterince kuvvetli bir kişiliği yoktu. Buraya kadar yapabildi. Kendisine bir iyilik yapamadan yaşayıp gitti. Kadehlerin kaldırıldığı şeyler zamanla içi boşalan şeylere dönüşüyor. Sözde şeylere. “İyiliğe” dileği de böyle bir şey. Romanın sadece iki yerinde geçer bu. Yaşamak üzerine hayatın ne olduğu üzerine bir roman bu. Onu herkesin ihtiyaç duyduğu ama hep uzağına düştüğü içini çoktan boşalttığımız bir şeyle süslemek istedim. Adıyla başlı başına bir güzellik olmasını istedim bir bakıma. Çünkü kahramanımın hayatı su gibi akıp gitmesine rağmen öyle olamadı. Buna rağmen her hayat gibi kıymetliydi çünkü bize derin şeyler hissettirmeyi ve düşündürmeyi başardı. Herkesin kendisi adına dilediği ama kimsenin bir başkasına yapmadığı bir şey iyilik. Herkesin hayalinde herkesin uzağında. Yenilen bir hayat hikâyesinin son sözü olmaya yakıştı doğrusu. n Şebnem İşigüzel / İyilik / İletişim Yayınları / 204 s. Kıyılarda ölümünü bekleyen dişi bir yaban kazı Şebnem İşigüzel’in yeni romanı İyilik, şimdinin ve geçmişin İstanbul’unda var olmaya çalışan, yalanlardan ve bazı gerçeklerden kendi hikâyesini ören ve tam da yolun yarısında, otuz beşte kanserin tüm bu örgüyü ters yüz ettiği bir hayatı anlatıyor bizlere. Bir diş çürüğü kadar küçük ama ağrısı kadar büyük bir kadının hikâyesi. BUSE ÖZLEM BAY Bütün hikâyeyi bize başkarakterimiz anlatacak. Adını bile bilmediğimiz “o kadın” ya da “her kadın”. Yazmak, konuşmak, travmaların tedavisidir derler. Bir heykeltıraş gibi elinize aletlerinizi alır, dertlerinizi sesiniz yaparak acıdan bir deri yaratırsınız kendinize. Ama bazen o sesi çok geç bulursunuz. Yaşanılan her saniye belki de onu aramakla geçer, ama iyilik için sadece kadeh tokuşturabilen bu dünyada, arka masadaki o acı sesler hep bastırılır. Sonra acı bilindik bir toprak olur. Anne kucağını andıran zehirli bir zambak olur. Kanser olur. Çok geç olur. Oysa belki çok geç olmadan fark edebilsek bazı şeyleri, bizim için bir umut olurdu bu. Şebnem İşigüzel’in İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni romanı İyilik, işte bu son umudun sesi oluyor. Hikâye, eşiyle ve eşinin engelli kızıyla birtakım problemler yaşayan, muayenehanesini yeni devretmiş bir diş doktoru olan ve kanser olduğunu öğrenen başkarakterimizin itirafı ya da bir iç dökümü sayabileceğimiz cümleleriyle başlıyor. Olumsuz duygularla çevrili bir başlangıç. CEHENNEM BAŞKALARIDIR İstanbul’un gürültüsünde duyulmak ve o kulaklarda takılı kalmak isteyen bir kadının hikâyesi bu, ama yenilmek baki. Sartre “Cehennem başkalarıdır,” der. Dünya üzerinde baktığın ve görüldüğün her an cehenneme yenik düşer, cennetten düşersin; fakat Dostoyevski ve Poe hatırlatır: Cehennem tam buradadır. Sende. Cehennem her gün hatıralardan kaçarken yarattığın “öteki” olur, karanlık ikizin olur. Romanda başkarakterimiz de kendine yeni bir benlik yaratmaya çalışıyor. Bunun için de hem tırmalanıyor hem tırmalıyor. Ama yarattığı bu benlik her seferinde geçmişi daha çok hatırlatıyor. Belki de karakterimiz bu yüzden Dostoyevski’nin Öteki’sini elinde gezdiriyor, fakat unutuyor, bitiremiyor ya da bitirmek istemiyor. Romanın yazılış biçimi de bizi bir tür “öteki” haline getiriyor. İşigüzel, romanında kronolojik bir anlatım tercih etmiyor. Bizi, yani okurlarını, karakterin zihninin bir parçası haline getiriyor. Hikâyeyi onunla birlikte yaşıyor ve hafızasının izin verdiği ölçüde çözümlüyo ruz. Hem terapist oluyoruz hem de hasta. Belki de bu yabancılaşmış kadına bir yoldaş. Karakterimizin içindeki kanser hücresi karnından yayılmaya başlıyor. Tesadüf diyebilir miyiz? Karın: dişinin en büyük lanetinin oluştuğu yer. Doğurganlığını topluma görünür kılan parçası. Aynı zamanda annemizle aramızdaki son bağın izine ev sahipliği yapan bir hatırlatıcı. Romandaki sıkıntılı annekız ilişkisine bakacak olursak, kanser kendisi için başını sokacak güzel bir yuva bulmuş diyebiliriz herhalde. İşigüzel, bu adaletsizliğe sınıf ayrımını da ekleyerek romana başka bir boyut katıyor. Hem kadın olmanın hem de yoksulluğun tırmanılan her basamak için yeni bir yokuş yarattığı gerçeğini tekrar tekrar hatırlatıyor bizlere. Giyilen marka kıyafetler, binilen arabalar, oturulan güzide semtler geçmişteki yokluğu unutturamıyor. Tüm bu yenilgiler yetmiyor. Sonuçta İstanbul büyük, karnı çok aç ve her köşesi geçmişle dolu. Karakter, İstanbul’dakilerin içlerindeki çürükleri tedavi ettikçe yok oluyor, kendisi çürüyor. Ama ölüm yanında cesareti de getiriyor. Yarını yok sayma ve “Ben de buradayım, varım!” deme gücünü. Belki İstanbul bunu duymuyor ama tüm bu serüven boyunca biz bu sese ortak oluyoruz… n 28 Şubat 2019 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle