Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MİNE SÖĞÜT’TEN “GERGEDAN BÜYÜK KÜFÜR KİTABI” ‘Sert bir yüzleşme daveti’ Mine Söğüt, uzun bir aradan sonra öykülerini topladığı “Gergedan – Büyük Küfür Kitabı” ile okurlarının karşısında. Söğüt’le yeni kitabını konuştuk. Bu konuşmaya öykülerin hangi duygular çevresinde dolaşarak yazıldığı da dâhil oldu, gazetedeki köşesinin kalemine etkisi de... ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr Ö zlettiğini söyleyerek başlamak istiyorum. Deli Kadın Hikâyeleri’nden bugüne tam sekiz yıl var arada. Neden böyle bir mesafe koyma ihtiyacı hissettin yazıya? Bu kitap neden bu kadar bekledi? Bir de bu sekiz yıllık süreci nasıl geçirdin? Cumhuriyet’teki köşeni biliyoruz, peki dahası? n Öncelikle şunu itiraf etmeliyim; yazıyla arasındaki mesafeyi ayarlayabilen bir yazar değilim. İstikrarlı ve kontrollü bir ilişkim yok işimle. Hele disiplinli hiç değilim. Yazabildiğim zaman yazıyorum. Ve yazamadığım zaman da yazamıyorum. Yıllardır bir türlü içime sinemeyen bir, hatta birkaç roman taslağıyla boğuştum. Çöpe atıp atıp çıkardığım metinlere bir türlü ikna olamadım. Bu arada hikâyeler de yazıyordum. Onlar birikmeye başlamıştı. Nihayetinde romanla girdiğim mücadeleye ara verip hikâyelere yoğunlaştım. Ve ortaya “Gergedan, Büyük Küfür Kitabı” çıktı. Bu sekiz yıl içinde romanın yanı sıra kendimle de uğraştım. Verimli ve yapıcı bir uğraştı bu. Sonuçlarından şimdilik mutluyum. Ama altı yıldır yazdığım köşe yazarlığını saymazsak, bu verim yazıya yani edebiyata epey geç yansıdı. n Gazete yazarlığından bahsettin az önce; kalemine nasıl etki ettiğini öğrenmek isterim. Gazete yazarlığının, kurmaca kalemi olumsuz anlamda törpülediği söylenegelen bir durum. Sen ne dersin bu konuda? n Belki bir edebiyatçı gazetede kalem oynattığı zaman edebiyatı zarar görüyor diye düşünülebilir ancak gazetecilik benim asıl mesleğim. Ben yazıya gazetecilik yaparak ısındım. Hatta gazeteciliğimin edebiyatçılığıma hem dil, hem üslup hem de akıl fikir açısından baştan be KURTULUŞ ARI ri katkısı oldu sanki. Gerçi köşe yazarlığı muhabirlikten farklı bir alan ama yine de geçmişimdeki muhabirlik dönemim ve yazıyla ilişkimi olgunlaştıran edebî metinlerim de köşe yazarlığımı destekleyen güçlü bir temel oluşturdu diye düşünüyorum. O yüzden gazete yazarlığının kurmaca kalemi olumsuz anlamda törpülemesi benim için söz konusu değil. Aksine gazete yazarlığı bende kurmacayı bilemiş bile olabilir. “HER ŞEY İNSANla BİÇİMLENİYOR” n Yeni kitaba gelelim... Deli Kadın Hikâyeleri’yle akraba metinler Gergedan’da toplananlar? Bu bağı sen den dinleyelim mi? n Akrabalıkları öfkeden kaynaklanı yor. Her iki kitaptaki hikâyeler, bir öfkenin, itirazın dürtüsüyle ortaya çıktı. Her iki kitap, hatta tüm romanlar iktidar meselesini kurcalama ihtiyacıyla yazıldı. Bu anlamda bir bağdan, akrabalıktan bahsedilebilir. n Daha ilk sayfadan başlıyorsun meramını anlatmaya: “Zamanın içinden geçeceğim,” diyorsun. Aynı şekilde “Ailenin, ahlakın, inancın, devletin...” Nedir toplum için böylesine “önemli” görülen “aygıt”larla derdin, anlatabilir misin? n İnsanoğlunun kurduğu şu beşerî düzende hiçbir şey ilahî bir kudretin emriyle gerçekleşmiyor. Her şey insanın kendi tercihleriyle biçimleniyor. Başımıza gelen her şeyden biz sorumluyuz. Suskunluklarımızla, korkularımızla, kabullenişlerimizle, kanışlarımızla, umursamayışlarımızla... İtiraz eder gibi göründüğümüz, yakındığımız şeylerde bile sorumluluk payımız var. Bununla yüzleşelim istiyorum. İktidar diye tarif ettiğimiz ve bize zarar verdiğini düşündüğümüz o kavramı önce kendi içimizde yarattığımızı ve onayladığımızı fark edelim istiyorum. Onun için toplumun irili ufaklı tüm kurumlarına, tüm tabularına başka başka açılardan ve mümkün olduğunca acımasız bir taraftan bakmayı öneriyorum. Ahlak gerçekte nedir ve gerçek ahlaksızlık nedir? Bu sorunun çok sert cevapları var. Gözümü karartıp insanın, uygarlığın, sistemin, ailenin, devletin falan hiç gözünün yaşına bakmadan bu cevapların peşine düşüyorum. n Bu öyküleri aynı kitabın çatısı altında toplayan duygu ve fikir ne peki? n Sanırım öfke. İnsanın kendini beğenmesi ve insanlığının bu hâline kolayca ikna olması korkunç. Cenneti ve cehennemi de tarif edebilen insan, iş gerçekleştirme aşamasına geldiğinde cenneti değil cehennemi gerçekleştiriyor. Ve cenneti gerçekleştirmenin imkânsızlığına da kendisini ikna ediyor. Benim buna itirazım var. Bu korkunç sistemi onaylayıp sanki başka türlüsü mümkün değilmiş gibi kötülüğü kutsaya kutsaya var olan insanlık istese tam aksini de yapabilir. Bunun için kendi gücünü fark etmesi ve tanrı tahayyülünü aradan çıkarıp kendisine, kendi mevcut gerçekliğine öfkelenmesi gerekiyor. Bu öyküler insanın en fena hâline bir ayna ve o öfkeye bir davet. “GERGEDAN BUGÜNÜN HİKÂYESİ” n Kitap boyunca arasında gezdiğimiz öyküler genelde “orta sınıf” mantığının, yaşantısının “sakat”lığını derde dökme uğraşında. Neydi bu “orta sınıf” yaşantı sına seni çeken? n Öncelikle ait olduğum ve yakından tanıdığım sınıfın hikâyesini yazıyorum. Bu sınıf aynı zamanda tercihleriyle, kor kularıyla ve ahlakıyla insanlığın ortala ma kaderini de biçimlendiren bir sınıf. O yüzden önemli. Bu sınıfın uyanışı, alt ve üst sınıfları da kendine getirecektir ve bu sınıfın uykusu bugün üst ve alt sınıf ların da kaderini belirlemektedir. Orta sı nıfı uykusundan öperek uyandıramazsı nız. Aksine onu öperek anca uyutursu nuz. Onu uyandırmanın yolu öpmek değil dövmek. Ben yazarken bunu yapmaya ça lışıyorum. Orta sınıfı kendi gerçekliğiyle acımasızca yüzleştirerek sarsmak ve uy kusundan mümkünse artık uyandırmak... n Günün dertleri nasıl etkisi altına alı yor peki yazdıklarını? Ya da alıyor mu? Gergedan’ın çok sıkı bir gün okuması ol duğunu düşünüyorum aynı zamanda, ya nılmıyorum değil mi? >> 12 21 Şubat 2019