05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EZGİ POLAT’TAN ‘HİÇBİR YERİN ORTASINDA’ Soruları çoğaltan öyküler... Ezgi Polat, öykülerinde, insana dair çelişkilerin, hayatın ve ölümün karşısında takınılan bir durum olarak acizliğin, bilinçaltının karmaşasını dindirmek adına yaratılan savunma mekanizmalarının izlerini edebi bir dille sürüyor. NİLÜFER ALTUNKAYA E zgi Polat’ın ilk öykü kitabı Susulacak Ne çok Şey Var Aramızda’dan sonra yayımlanan Hiçbir Yerin Ortasında, uzun öykü diyebileceğimiz, roman tadında okunabilecek altı öyküden oluşuyor. Yazarın bu kitabında da atmosfer yaratmadaki başarısı, kurgu içi gerilim ve anlatı zamanının dışına taşan olay zaman geçişlerindeki uyumu, öykülerin niteliğini arttırıyor. Kitaba adını veren “Hiçbir Yerin Ortasında” adlı öykü bir ‘kara anlatı’ havası taşıyor. Çaresizliğin kol gezdiği artık ‘hiçbir yere’ dönüşmüş olan bir ölüm yurdunda, anlatıcı kahramanın dehşet verici görüntüler ve anılarla boğuşurken, yeniden bir gelecek yaratabilmek için çözümler arayan yakın çevresinin çabalarına tanık oluşu, distopik bir atmosfer ve büyülü gerçekçilik unsurlarından yararlanılarak anlatılıyor. İkinci öykü “Kıyıya Vuran”; annesinin hastalığı nedeniyle bir süre amcasında kalan bir çocuğun bakış açısıyla aktarılan, güncel hayatın küçük ayrıntılarının metaforik unsurlarla beslendiği, dip akıntısı güçlü bir öykü. “Başka Bir Boyutta” adlı öykü ise anlatıcı kahraman kadın yazarın bakış açısıyla kaleme alınmış. Evlerine kocasının şizofren olduğunu bildikleri bir arkadaşının konuk olması, evliliğini, kadınlığını, annelik duygularını ve yazarlığını sorgulamasına neden oluyor. En çok altını çizdiğim öykülerden biri olan bu öykü, Ezgi Polat’ın öykülerinin genel özelliği olan günlük hayatın rutininden beslenen ayrıntı zenginliğini, kahramanın kendisiyle hesaplaşırken acımasız içgözün gördüklerini yorumlayışını barındırıyor. Sonunda kaçınılmaz olansa çatışma ve kaçınılmaz dönüşüm... “O günden sonra iyice koptuk. O geç saatlere kadar eve gelmiyordu, ben de çalışma odamdan çıkmıyor, bütün gün elimdeki kitabın sayfalarına boş boş bakıyordum. Çamur dan çıkarmak için iteleyip durduğumuz araba artık çalışmıyordu. Bütün eksiklikler şişmiş, morarmış bir ceset gibi suyun yüzeyine vurmuştu. Sonra bu dağ evine sığınıp her şeyi unutmuş gibi yaptık.” (s.51) YABANCILAŞAN BİREY “Sığınak” adlı öyküde yazar, toplumsal olaylara duyarsızlaşmış, kendi kabuğunda yaşamayı tercih eden ve geleceğe dair akademik planları olan bir kadın kahramanın dünyasından yola çıkarak günümüz Türkiye’sinde bireyin yabancılaşmasını ele alıyor: “Kütüphane binasının duvarlarında kurşun izleri var. Burası hayatında gördüğü en soğuk yer. Yüksek tavanlı, karanlık, kasvetli koridorlar ve onları ısıtamayacak kadar küçük kalorifer petekleri. (...) dağınık saçları, gözaltı torbaları, sıradan giysileri, metal çerçeveli gözlükleriyle hiçbir canlılığı ışığı olmayan insanlar. Sanki ruhlarının çekinikliği onları bedensel olarak da sindirmiş. Onlarla olmak, dışarda alevlenen protestodan uzak kalmak canını sıkıyor. (...) Artık onlara katılmanın ve bir şeyleri değiştirmeye çalışmanın kendi yaşamını engellemekten, yoluna taş koymaktan başka bir işlevi olmayacağını biliyor. Yalnızca vakit kaybı.” (s.58) “Aynadaki Bataklık”a gelince, psikolojik handikapları olan Charlotte adında bir akademisyenin genç bir öğrencisiyle yaşadığı aşka odaklanarak, sosyal hayattaki iktidar mekanizmalarının ve hiyerarşik yapıların hastalıklı bir aşk ilişkisine nasıl yansıyabileceğini ele alan dikkat çekici bir öykü. Ezgi Polat, yine canlı bir atmosferle, iç hesaplaşmaların monologlarla verildiği, başarı başarısızlık kavramlarının ve sosyal ikiyüzlülüğün sorgulandığı son öyküsü “Yunus”ta ise, kadın erkek ilişkisindeki varoluşsal çatışmaları bu kez erkek kahramanın bakış açısıyla ele alıyor. n Hiçbir Yerin Ortasında / Ezgi Polat / Can Yayınları / 96 s. / 2019. IAN MCEWAN’DAN ‘KAYIP’ Zamanın akışında çocukluk ve ‘kayıp’... Ian McEwan, Kayıp’ta; ülkesinin bunaltıcı politik havasını da temel alarak bir ailenin, bir bireyin yaşayabileceği en büyük acıları gün yüzüne çıkarıyor. SEVDA FİDAN R omanın ana karakteri, çocuk edebiyatı yazarı Stephan Lewis, kızları Kate’i süpermarkette kaybeder. Evlilikleri bu kayıpla birlikte sarsılır. Stephan ve eşi Julie’nin kendi kayıplarına gömüldükçe, dile getirilemeyen küskünlüklerinin her geçen gün daha da arttığına tanık oluruz. Bu kayıp; bencil, tahammülsüz, sevgisiz bir çift yaratmakla kalmayıp onları ayrı yollara savurur. Stephan’ın yaşamında ciddi değişimler ve farkındalık süreçleri başlar. Ciddi bir alkol bağımlılığının eşiğinden geçer, dünyanın derdini dert edinen yazarları okur. Bebeklere ve çocuklara dair bildikleri artar. Bu, onu kendi yaşantısını ve çocukluğunu irdelemeye götürecektir. Babası asker olan Stephan çocukluğunda Kuzey Afrika’yı, Süveyş’i görür. Yatılı bir okulda okur. Sessiz ve dikkatli bir çocuktur. Mesleki kimliğine bakıldığında da yazdığı çocuk kitaplarını tüm gücüyle savunduğu görülür. Acaba hayatta emin olduğu, tutunabildiği ve savunabildiği tek şey o mudur? Stephan’ın çocukluğuna dair anımsamaları göz önünde bulundurulduğunda karşıtlıklar da belirgin bir biçimde göze çarpmaya başlar. Romanda bu zıtlık, Stephan ve Charles üzerinden verilir. Çocukluğun sağladığı emniyeti, güçsüzlüğü, itaatkârlığı, aynı zamanda da getirdiği özgürlüğü yani paradan, kararlardan, planlardan ve taleplerden uzak olmayı isteyen bir karakterdir Charles. Charles’in eşi Thelma ile birlikte şehir dışında doğayla iç içe bir yaşama adım atması, Stephan’ın böyle bir hayatın içinde ne kadar bocaladığını, kontrolcü olduğunu görmemizi sağlar. Öte yandan Charles’in bu yapay çocukluğun getirdiği özgürlüğü yaşama arzusu ise hayatına mal olacaktır. İKİ CİNSİN YAŞAYIŞ BİÇİMLERİ Roman, kadın erkek ilişkilerine ve iki cinsin yaşayış biçimlerine dair düşünceler de sunuyor. Zamanın değişkenliği, art arda yaşanan olayların gerçek anlamda nasıl hissettirdi ği ve nasıl meydana geldiğine dair anlamlı parçalar bulabilmek, gerçeğin peşinde koşarken arayışın aslında bir işkenceden ibaret olduğunu fark ettirebilir miydi? Sıkışmış bir ruhun verdiğin ezici bir ağırlıktan kurtulmak adına batıl inançlara, sihirli düşüncelere kapılmak gerekliydi belki de. Sevgi diye bir olgu varsa eğer kayıpla beraber yok olanların yankısını daha derinden hissetmeye neden olabileceği ne kadar yüksek bir olasılıktır, yükseklikten korkusu olanlar için? Yanılsamalara kapılmadan, kendisini deliliğe vurmadan sadece kendisi için neler yapabilirdi insan? Geçen zamana rağmen karanlık ve şekillenen yalnızlık ne kadar kaybolabilirdi? İyimserliğini kaybeden insan dayanacak gücü de kaybediyordu. Stephan’ın seyir halindeyken tanık olduğu kaza, Thelma ve Charles ile geçirdiği bir gün, anne babasına dair izlenimleri ve hatırladıkları, okulda gördüğü küçük bir kızı Kate’e benzetip onu sahiplenmek isteyişi ve hayatının dönüm noktasını yeniden yaratan, Julie’den gelen o telefon... Zamanın geçiremeyeceği bir acı var mıdır yoksa her şey akışında tamir olacak mıdır? n Kayıp / Ian McEwan / Çeviren: Murat Karlıdağ / Yapı Kredi Yayınları / 220 s. / 2019. 6 19 Aralık 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle