Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Poetika ve Politika Politikadan arınık bir “saf şiir” var mıdır sorusu çerçevesinde gelişen tartışma hayli eski olmakla birlikte, 19. yüzyılda Bremond ve Valery tarafından bir poetikaya dönüştürüldü. Ülkemizde bu anlayışın en ateşli savunucusu olan Yahya Kemal’in kendi şiirleri bile bu anlayışa pek de uymaz. S es olarak birbirini andıran, Aristoteles’in iki kitabına da başlık olan “poetika” ve “politika” kelimelerinin an tik dönemlere uzanan kökenleri, yani etimolojileri ortak de ğil. Gel gelelim, bütün insanlık tari hi, bu iki kelimenin simgesel iç içeliği ne tanık olmuştur. Sıklıkla karşılaştı ğımız “politika sanatı” nitelemesi ise, az çok denk düşmüş bir “metafor” ol manın ötesinde, biraz da “ironi” çağ rıştırıyor. Aristoteles’in döneminde edebiyat neredeyse şiirden oluşmaktaydı, do layısıyla Poetika’sı aynı zamanda ge nel edebiyat teorisi niteliği taşır. Za man içinde düzyazı türleri de gelişmiş olduğu halde, Aristoteles’in bıraktığı izlenimle, “poetika”yı sadece şiir teorisine özgüleme alışkanlığı sürüp gitti. Kuşkusuz modern şiirde “poetika” denince akla mutlaka kuralları saptanmış ve yazıya geçmiş ilkeler dizisi gelmiyor, salt ürünlerden dahi çıkarsanabilen şiirsel tutumlar akla geliyor. Bu tutumlara, şairin politik konumlanışı ya da dünya görüşü de eklemlenince poetika / politika denklemleri kurulmaya başlanıyor. epey farklıdır. Hayli “politik musahebe” (söyleşi) yazmışlığı da var. “Saf şiir” anlayışı, çoğu kez pastoral ve lirik şiirlere indirgenerek, tarih boyunca savunuldu durdu, ancak yazılan şiirler sadece bu tanımlara uygun olmadı. Çünkü tarihte her toplum, aynı zamanda sınıfsal farklılıklar içerdi, politik çatışmalar da yaşadı. Yaygın anlayış, politikadan arınık saf şiiri egemen toplumsal sınıfların çıkarına uygun saymaya yöneliktir. mün isyanlarının da etkisiyle şiirin politik öğeleri daha çok barındırır olmaya başladığı döneme denk düşer ve kendisini “şiirin araçlaştırılmasına karşı” bir refleks olarak sunar. Gel gelelim, karşıtlar böylesi bir diyalektiği “negatif” sayarak kabullenmezler ve “saf şiir” diye bir şeyin olamayacağını savunurlar. SOSYALİST EDEBİYAT DA Özellikle sosyalist edebiyat da bu Gel gelelim tam olarak öyle de olma karşıtlık üzerinden yürüyerek ken “SAF ŞİİR” VAR MIDIR? dı, “hegemonya” da kendi politikala di poetik çerçevesini çizmiştir. Top Politikadan arınık bir “saf şiir” var rı açısından “gül bülbül edebiyatı”nın lumsal dönüşüm için yola çıkanlar da mıdır sorusu çerçevesinde gelişen ötesine geçen şiirlere de ihtiyaç duy sonuçta insandır, onlar da her çeşit tartışma hayli eskidir. İlginçtir, edebiyatımızda, Türkçeye “saf şiir” “ha du, vurdulu kırdılı “hamaset edebi duygu durumuna uygun şiirler üretir yatı” da en çok şiirlerde yapıldı. Top ve tüketirler, ama onlar sadece ve sa lis şiir” “öz şiir” gibi biçimlerde çevril lumsal sınıfların “altta kalan” kesimi dece “saf şiir” anlayışın gözdesi pas miş olan “poésie pure” kavramını en ne gelince, onlar da politik içerimleri toral şiirler ya da lirik şiirler ile yetine çok benimseyen ve savunanlardan olan şiirlerden çok, lirik şiirlerle hem mezler. İlginçtir, en çılgın lirik biri, Yahya Kemal olmuştur, hiç geçinemediği Ahmet Haşim de durak hal olmayı seçtiler. Ancak kimi dönemlerde, isyan ateşleri sadece so şiirleri ve en uçarı doğa sever şiirleri de, Mayakovski gibi, samadan ona katılmıştır. Ancak, şiir kaklarda değil, “yüksek edebiyat”ta Nâzım Hikmet gibi, Pablo Ne pratiklerine baktığımız zaman Ahmet da yakıldı. Hatta şiirin muhalefeti tek ruda gibi, “saf şiir yoktur” di Haşim’in saf şiir anlayışıyla görece başına taşıdığı dönemler oldu. yen şairlerden okuyabildik. örtüştüğünü görebiliyoruz ama Yah Nâzım Hikmet’in şiirle ya Kemal için aynı şeyleri söylemek “SAF ŞİİR” TEORİSİ ri, Türkiye’de 1960’larda ye o kadar kolay değil. Salt Osmanlı uy Aslına bakılırsa, “saf şiir”in 19. yüz niden yayımlanmaya başla garlığını, sanatı, askeri başarıları dün yıl sonlarında, Henry Bremond, Pa dığında, politik kimliğiyle tar ya görüşünün öğeleri olarak sunu ul Valery gibi adlar eliyle daha teorik tıldığı için önemsenen bir şa şuyla değil, buna uygun “anlatım bir zemin edinmesi, yani poetikalaş ir olduğunu öne sürenler, so cı” bir şiir dili kullandığı için de, poe ması süreci, tam da “her şeyin karşı ğuk savaş diliyle “beynelmi tik konumlanışı saf şiir anlayışından tıyla var olması” ilkesi uyarınca, ko lel komünizm”in onu özellik le parlattığını savunanlar oldu. Bunlar, politik karşıtlık nedeniyle Nâzım’ın şiirinin poetik değerini inkâr edenlerin daha çok olduğunu göz ardı ettiler. Beri tarafta da, o yılların sıcak ortamının etkisiyle, Nâzım Hikmet’i daha çok ajitatif şiirleriyle bilen ve önemseyenler vardı. 1960’lı şairler arasında yapılan bir soruşturmada onu bu yönüyle öne çıkaranlar, kısmen de dışlayanlar olduğu görüldü. Ancak, zaman içinde Nâzım’ın politik okunuşu yerini poetik okunuşa bıraktı. Anılan soruşturmada, Nâzım Hikmet için “Eh, öğrendik bir şeyler” diyerek hafifseyici bir ifade kullanan Güven Turan, yıllar sonra Nâzım’ın şiirdeki poetik öncülüğünü teslim eden bir yazıyla, bu erken ve hazırlıksız bakışını telafi edecekti. ELUARD, ARAGON, ATTİLÂ İLHAN... Şiir, nasıl edebiyatın vurucu gücü, motoru sayılmış ise, parti de politikada benzer bir işlev görmüştür. “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” yazısı, Lenin’in Türkçeye en çok çevrilmiş, bizde ve dünyada en çok tartışılmış yazısıdır. Eşi Krupskaya’nın tanıklığına dayanılarak, Lenin’in ‘edebiyat örgütün bir vidası olmalıdır’ biçiminde özetlenen görüşünün, sanatsal edebiyatı değil sadece parti içi yazışmaları kast ettiği iddiası (Lukacs, vd.) tam kabul görebilmiş değil. Attilâ İlhan ise, bir yazısında, Eluard ve Aragon’un, üyesi oldukları Fransa Komünist Partisi için yazdıkları şiirleri küçümserken, bir bakıma kendi kompleksini yansıtıyor. Eski partililer, İlhan’ın TKP’ye katılmak istediğini, ama “üyelerimizi biz seçeriz” cevabıyla geri çevrildiğini anlatmışlardır. Oysa İlhan, 1950’de Paris’te Nâzım’ın özgürlüğü için yürütülen kampanya sırasında kendisine verilen parti üyelik kartını, Türkiye’ye döndüğünde insanlara gösterdiğini de anlatır. Gizli çalışan örgütlerde üye kaydı tutulmaması ilkesi olduğu için, Fransa’daki çalışmaları yürütebilmesi için verilen karta farklı bir anlam yüklemiş olabilir, ancak İlhan’ın TKP içinde bilinir bir etkinliği yok, Esat Adil’in legal Türkiye Sosyalist Partisi’ndeki etkinliği ise kısa ömürlü olmuştur. İlhan, TKP’yi sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle suçlayacaktır. Önceki bir yazımda, İlhan’ın O Karanlıkta Biz adlı romanında döneme ve örgütsel ilişkilere tam olarak “nüfuz” edemediğini de anımsatmıştım. Poetika / politika ilişkileri karmaşıktır. n 10 19 Aralık 2019