Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
NECMİ SÖNMEZ’DEN ‘PARİS TECRÜBELERİ’ ‘Para sanatı yuttu!’ Necmi Sönmez Paris Tecrübeleri Ecolé de Paris ve Çağdaş Türk Sanatı: 1945 65 kitabında, Fransız başkentinde çalışmış önemli sanatçılarımızın izini sürüyor. TURGAY FİŞEKÇİ P aris, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet döneminlerinde örnek alınan bir konuma sahip. Bu kente yerleşmiş sanatçılar hakkında çalışmaya nasıl karar verdin? 1988’de öğrenciyken müzeleri görmek için gittiğim ilk kent Paris’ti. Avni Arbaş, Tiraje, Selim Turan ile İstanbul’da açtıkları sergilerde tanışmıştım. Paris’e gidince Abidin Dino, Hakkı Anlı, Albert Bitran’la tanışmak, atölyelerini ziyaret istedim. O kısa konuşmalarda onlara hayran kaldığımı, atölyelerindeki ilginç insanların merakımı kamçıladığını gördüm. 1989’da sanat tarihi doktorası için Heidelberg’e gittiğimde de aklımda hep Paris vardı. Yüksek lisans tezimi 1950’li yıllardaki Alman sanatı üzerine hazırlarken, bizimkilerin de aşağı yukarı aynı dönemde açtıkları sergilere ve haklarında yazılmış yazılara rastlıyor, şaşırıyordum. Yavaş yavaş onların Paris ortamında epeyce söz sahibi olduklarını gördüm. Ama haklarında ne Fransız ne de Türk sanat tarihinde yazılmış bir kitap, doğru dürüst bir inceleme vardı. Bunun için o yıllara ait afiş, davetiye, katalog, dergi, gazete küpürlerini toplayıp onları incelemek gerekiyordu. Paris’teki efemera dükkânlarında, ikinci el kitapçılarda, pit pazarlarında bu malzemenin peşine düştüm. Kimse ilgilenmediği için litografiler, gravürler, hatta kâğıt üzerine yapılmış resimlerde müthiş ucuza satılıyordu. Onları toplayarak bir arşiv oluşturdum. Bu arşiv çalışması daha sonra onlar hakkında katalog yazıları yazmama, sergiler hazırlamama kapı araladı. Bir şekilde onların çekim alanına girmiştim. Sonra baktım ki elli yaşıma doğru ilerliyorum, bu arşivi tekrar elden geçirip, bir kitap hazırlamayı düşündüm. ‘500’E YAKIN SANATÇI PARİS’TE EĞİTİM ALDI’ n Hem Osmanlı, hem de Erken Cumhuriyet dönemlerinde Paris’e eğitim için gönderilen sanatçılarımız var. Onlarla 1945 sonrasında Fransız başkentine gidenler arasında nasıl bir farklılık var? Onları Paris’e çeken özellikler nelerdi? Neredeyse tamamı Galatasaray, SaintBenoit gibi Fransızca eğitim veren liselerde okumuşlar. Dil bilmeleri onları Fransa’ya yönlendiren bir öğe olabilir mi? Sayıca kesin olmamakla beraber, 18. yüzyılın ikinci yarısından 1950’ye kadar neredeyse beş yüze yakın sanatçı devlet ya da kendi imkânlarıyla Paris’e giderek eğitim alıyor. Azımsanamayacak bir sayı. Ancak bunların neredeyse tamamı akademik bir eğitim alıp geri dönüyor, sonra da sanat kariyerlerini öğretici olarak sürdürüyorlar. 1945 sonrasında gidenler ise dönmemek üzere Paris’e yerleşerek, bağımsız bir konuma geçiyorlar. ‘TÜRK SANATI ONLARLA ÖZGÜVEN KAZANDI’ Onların bu sırada Paris’te bulunan öteki sanatçılarla kurdukları diyalog son derece önemli. Yaptıkları resimlerde, heykellerde son derece açık olarak görülüyor ki, Paris’te geçerli olan sanat dilini yakalayarak ilk kez Batı ile Türkiye arasında eş zamanlı bir diyalog kuruyorlar. n Bu diyaloğun önemi nerede yatıyor? O zamana kadar Türk sanatı ve sanatçıları öğrenci konumunda. Çünkü bir şe kilde eğitim aldıkları hocaların izindeler, sanki Paris’te başlarını toprağa sokup yaşıyorlar. 194565 arasında buraya yerleşenlerse etraflarında olup bitenleri son derece dikkatli izleyerek o dönemin sanatına sesini, soluğunu yansıtan işler gerçekleştirip birçok olguyu deneyimlerek kendilerini ve Türk Sanatını özgürleştiriyorlar. Onların üretmiş oldukları eserlerin başka sanatçılardan aşağı kalır yanı olmadığı gibi kaligrafi, çini, ebru gibi geleneklerden beslenen etkileyici bir görsel dil geliştiriyorlar. Kitap zaten bu diyaloğu farkı sorulardan yola çıkarak ayrıntılı olarak ele alıyor. Bu sayede Türk Sanatı üzerindeki komplekslerden sıyrılarak bir özgüven kazanıyor. Nejat Devrim, İlhan Koman, Mübin Orhon, Fahrelnissa Zeid, Albert Bitran, Tiraje başta olmak üzere Paris’e yerleşenlerin yakaladıkları çağdaş anlatım biçimi, yenilikçi ve dinamik kimliğiyle, sanat tarihinde müthiş bir görsel fırtına yaratıyor. n İstanbul sanat ortamı bu sanatçıları nasıl değerlendirdi? Bir çoğu vatandaşlıktan atıldığı için ve politik nedenlerden uzun süre Türkiye’ye gelemiyorlar. Doğru ama eserleri çok sık olmada da geliyor, gelebiliyor. Nedim Günsür, Av ni Arbaş daha 1951’de küçük ölçülü resimlerini göndererek İstanbul’da sergiler açıyorlar. Ancak işin doğası gereği onları en yakından izleyenler Türkiye’deki arkadaşları oluyor. Ama o yıllarda İstanbul’da sergi olanağı son derece kısıtlı ve ancak büyük özverilerle sergiler açılabiliyor. SANAT PİYASASININ BEZİRGÂNLARI Parisli sanatçıların eserlerine gerçek ilgi 1980’den sonrasında gösteriliyor. Tuhaf ama bu sanatçılar 1950’lerde Paris’te, en ileri galerilerde, müzelerde sergilenirken eserleri ancak 198090’larda Türkiye’de görülmeye, toplanılmaya başlıyor. Yani onların kaymağını galericisi, müzayedecesi, fuarcısı, ayakçısıyla sanat piyasasının bezirgânları yedi, yemeğe de devam ediyor. n Bu biraz da ülkemizde müze kültürünün olmamasından kaynaklanmıyor mu? Var olanların durumu içler acısı, Ankara Resim Heykel müzesi soyuldu resmen. İstanbul’daki koleksiyon ise neredeyse yirmi yıldan beri depolarda bekletiliyor. İstanbul’da resim görebileceğimiz yer yok gibi. Müzecilik ne yazık ki bizim alanımızda doğru dürüst yürümüyor. Müzelerin eserleri korumasının ötesinde bir değerlendirme sistemi oluşturarak, öğretici, sorgulayıcı olmaları gerekirdi. Çok iyi koleksiyonlara sahip olan devlet müzelerinin çalışmaması, özel müzeciliğin henüz emekleme devrinde olması da dönemsel bir sıkışıklık yarattı. DÖNEMSEL SIKIŞIKLIK n Dönemsel sıkışıklık derken tam olarak dile getirmek istediğin nedir? Sanat piyasası 20002015 arasında hiçbir dayanağı olmaksızın yüzde iki yüze varan fiyat artışına gitti. Bu sanatın kara paranın aklanması için de kullanıldığının altını çizen bir durum olduğu için, sanat eseri bakılan, zevk ve heyecan alınan bir değer olmaktan çok, spekülasyon objesi olarak algılandı. Sanat para yuttukça, para da sanatı yuttu. n Bu aynı zamanda sahte resim olayını da tetikliyor değil mi? Fikret Mualla’nın ardından geçenlerde Mübin Orhon’un sahtelerinin olduğu söylendi. Ne yazık doğru. Üç gün önce Bitran’ın, Zeid’in sahtelerini gördüm. Bunun yanı sıra sanatçıların atölyelerinden çalınan, yağmalanan eserler de olduğunu unutmamak gerekiyor. Parisli sanatçılar büyük zorluklarla, çoğu kez Türkiye’ye rağmen, bir varoluş mücadelesi verdiler. Bu çabaya karşı tarihsel sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Onların sergileri yapıldıkça, haklarında kitaplar yayımlandıkça farklılıkları, değerleri daha da iyi kavranacak. n Paris Tecrübeleri Ecolé de Paris ve Çağdaş Türk Sanatı: 1945 65 / Necmi Sönmez / Yapı Kredi Yayınları / 304 s. / 2019. 14 19 Aralık 2019