Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> benden bekliyor. Ankara bende çocukluk demek daha çok. Dert, sızı demek. İnsanın anıları bir yerde ne denli birikirse orası bir ağrı olur içinizde. Bir de o Cumhuriyet ruhunu vermek istedim biraz, gitgide azalan hatta yitip gidecek olan. Suna teyze örneğin; eğitimli, laik ve asabi bir Cumhuriyet kadını. Benim çocukluğumdaki büyüklere benziyor. Eğitimli, misyon sahibi ya da kendini öyle adlandırmış bir memur kuşağından. Hayrullah bey de böyle. Bu insanların bir tür saflıkları vardı. İdeallerine inanıp sahip çıkıyorlardı. Demek ki Ankara benim için Cumhuriyet, bana hiç de uymayan bir pozitivizm, biraz Alman mimarisi, ruhu düzen, karmaşadan uzaklık, cetvelle çizili, ölçülü ve kaçınılmaz olarak yeknesaklık demek. Ankara tekin bir yer, fazla sürprizi yok. Attilâ İlhan, “Ankara’da ufunet yok” demişti. Pis koku yani. Sanatçılar o pis kokuyu arar. “DERDİM İNSANI ANLAMAK” n Romanın, aynı zamanda anlatcısı da olan Kutlu’yu, en yakın arkadaşı Erdem olmadan anamayız. Sizin deyişinizle ikisi de “içeri çocuğu”. İkisi de yalnız ama yalnızlığını farklı yaşıyor. Kayıpları aynı, yaşayışları farklı. Bu iki aynı ama aynı zamanda çok farklı karakteri, bir çatı altında okuyabilmemizin nedenleri neler? Bu ikili ne söylemeye çalışıyor bize? n Gerçeğin iki yüzü gibi Kutlu ve Erdem. Annesiz, hemen hemen aynı yaşlarda iki genç. Dikkat etmişsinizdir; Kutlu, Erdem’e her gittiğinde camı açmak istiyor, Erdem ise kapatmasını söylüyor sinirlenerek. Burada bir mutsuzluğu ve intihar olasılığını anlatmaya çalışmıştım esasen. Belki Kutlu Erdem’de bu olasılığın farkında ve onu korkusuyla yüzleştirmek istiyor. Kutlu, Erdem’i kendisi de sorunlu bir psikiyatr olarak hayal ediyor mesela. Dişçilik fakültesinde okuyan Erdem Kutlu’nun dişini çekerek onu sağaltıyor romanın bir yerinde. Sonra dikişlerini alıyor. Tamamen şefkate dair bölümler bunlar. Erdem’den hiç beklenmese de. Mahrum kalmışlık, anneye özlem, ergenlik ve yapayalnızlık onları birleştirmemi sağlayan şey. Birbirlerini iyileştiremeyecekleri aşikâr ama en azından bir şeyler paylaştıkları kesin. Ankara’nın karanlık, soğuk sokaklarında, bu sokaklara bakan evlerinde yine de bir dostluk var. n Özünde bir aile hikâyesi Burada Kalmak fakat “kendini beğenmiş” erkeklerden mürekkep bir aile bu... Kadınsız bir hikâye değil okuduğumuz ancak kaleminizde kadın meseleleri önemli bir yerde dururken böyle bir sapağa girmek ne hissettirdi size? n Evet, erkek yoğunluklu bir roman oldu. Sürekli kadınları yazmak gibi bir görev edinmek istemiyorum. Bu edebiyatıma da haksızlık olur. Çünkü derdim insanı anlamak ve anlatmaktı en başından beri. Yine kadınlar var, Suna teyze, Esin abla, Oya ve Melike var. Üstelik üç erkeğin arasında sessiz sedasız yaşayıp giden, derdi hiç sorulmayan Kutlu’nun da bir kadınsılığı var. Babası “bu ev kadınsız bir eve benzemeyecek” demişti ya. İşte o eksiği, tertip, düzen ve uyumluluğuyla Kutlu dolduruyor gibi. Ben cinsiyetleri kurcalamayı seviyorum. Dolayısıyla Kutlu’nun durumunu düşünmekte fayda var. “AİLE SORUNLU BİR YAPI” n Peki, bu aile hikâyesini toplumsal damara yönelten nedir? “Aile bir çamurdur,” diyorsunuz romanda. Bu bağlamda ailenin toplumun aydınlık mı yoksa karanlık tarafında mı durduğu üzerine de konuşalım... n Bu cümleyi yüksek karamsar Erdem söylüyor çünkü yüzü gülmeyen, memnuniyetsiz bir çocuk. Ben buna bir yorum yapmayayım. Aile bana kalırsa da sorunlu bir yapı. Hele ülkemizdeki gibi özgür iradeyle değil de gelenek ve dinsel olanın gölgesinde kuruluyorsa buradan çok sağlam şeyler beklemeyelim. Bu yapıda bireyin önemi yok, çoğu kez örgüt mantığıyla çalışıyor. Topluma çocuklar veriyor fakat ne kadar sağlıklı bir üretim bu? Kadının ailedeki yeri başlı başına bir tartışma konusu. Bir de psikolojik yıkımın çoğu kez ailede başladığını düşünürsek. Batılı toplumlar bu bireysel trajedileri baştan önleyemiyor belki ama sağaltabiliyor, tedbir alabiliyor. Bizde o da yok. Kadınlar, çocuklar ve hatta erkekler bu sorunlu yapının içinde yaşamaya çalışıyor. Bir de bizde psikolojik yaklaşım yoktur. Ailede kimse birinin hayatını kararttığını düşünmez. Görevler ve sorumluluklar alanıdır. Haklar ise pek az dağıtılır. Kutlu ve Erdem’in ailesi tam bu yapıyla örtüşmüyor. Eğitimli orta sınıf aile yapısı içinde ancak daha bireysel sorunlar yaşanıyor. Anlayışsızlık, birbirini dinlememe, tanıyamama, var oluşunu görememe gibi. n Yazmak üzerine de konuşalım mı? Entelektüel bir aile romana konu olan. Yazmak üzerine düşünülebiliyor pekâlâ birbirleriyle konuştuklarında... Bu bağlamda romanda yazdıklarınız ne kadar sizin düşünceleriniz? n Kutsal ve Fuat çok bilmişlik yapıyor. Kesinlikle benim fikirlerimi dillendirmiyorlar. Benim adamım Kutlu. Onun dünyaya bakışındaki alçakgönüllülüğü seviyorum. Yazıya da böyle bakıyor işte. Ama bu çok bilmiş iki karakter de yazı söz konusu olunca çuvallıyor. Kutsal’ın romanı yayınevince reddediliyor, öte yandan Fuat gizli gizli bir roman yazma hazırlığındayken oğlunun bu reddedilişinden korkup vazgeçiyor. Yazı hayatları bitiyor yani. Oysa Kutlu yıllar sonra o günleri romanlaştırıp yazıyor. Bu iki adamın “iyi bir hikâye” arayışı nihayete ererken belki de o iyi hikâyeyi hiç önemsemedikleri, yeteneği olup olmadığını bile bilmedikleri Kutlu yazıyor. n Her roman okuru için de, yazarı için de bir sınanmadır. Burada Kalmak neyle sınadı sizi? n İyi ve güzel üzerine düşünmeyle sınandım. n Burada Kalmak / Sibel K. Türker / Can Yayınları / 240 s. KITAP 1326 Nisan 2018