19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SİBEL K. TÜRKER’DEN “BURADA KALMAK” ‘Modern insan yalnızlığıyla sınanır’ Edebiyatımızın önemli isimlerinden Sibel K. Türker, yeni romanı “Burada Kalmak” ile lise çağındaki anlatıcısı Kutlu’nun gözünden izlenilen, Ankara’daki iki ailenin dünyasına alıyor okuru. Türker, Kutlu’nun bakışıyla kahramanlarının iç dünyalarına yönelik bir kazıya girişiyor. Bu kazıda ortaya çıkan ise kaçıp kurtulmak arzusundaki insanların manzarası. Türker’le romanını konuştuk. ERAY AK [email protected] 2 015’te yayımlanan romanınız Mecnun Kelebekler üzerine yaptığınız bir söyleşide “İlk kez bir kitabım için ‘ümitli’ dendi,” diyorsunuz. Bu damarı sevdiniz sanıyorum. Burada Kalmak da ümitvar bir roman, değil mi? n Aslında Mecnun Kelebekler renkli anlatımından ötürü ümitli gelmişti insanlara. Dilin yarattığı bir illüzyon vardı sanırım. Ama evet, katılıyorum. O damarı sevmekten öte keşfetmek diyebiliriz. Yazı zaten bir keşif yolculuğu. Burada Kalmak, iyicil bir roman diyelim. İyiye inanmak, inanmayı sürdürmekle ilgili. n Ümitvar olmak için aslında çok da fazla sebebimiz yokken nereden geliyor bu duygu? Edebiyatın sağaltıcı gücü bu noktada devreye giriyor mu? n Romanda Kutlu’yu çevresindeki tüm karamsar kişilikler biraz aptal buluyor. İyiye inandığı için. Dalga geçtikleri de oluyor. Özellikle abisi Kutsal ve arkadaşı Erdem. Onlar karamsarlıkta yüksek lisans yapmaktalar. Kutlu ise onların aslında iyi olan ruhlarını örttüğünü düşünüyor. İyi vardır diyor Kutlu. Buna inanmayı, safını burada tutmayı tercih ediyor. Hayrullah amca onun iyilik felsefesinin ortasında açan bir çiçek diyebiliriz. Erdem’in bunu görememesini anlamıyor. Aslında Kutlu’nun da hiç sebebi yok iyimser olmak için. Annesini küçükken yitirmiş, kederli, yalnız bir çocuk. Kadınsız bir evde üç kuşak erkek bir arada yaşıyor. Diğer erkekler biraz da bencil dünyalarında, onu çok da görmeyerek, duymayarak, kendi meselelerine dalmış bir hâlde yaşayıp giderken Kutlu, belki de annesinin evdeki varlığını sürdürmeye çalışarak daha ışıklı bir yol tercih ediyor. İyimserlik göklerden gelmiyor elbette. Hayata olumlu bakabilmek için nedenimiz çok az. Ama yaşıyoruz, gözümüzün iyi olanı da görmesi, alımlaması gerek. Hatta şunu da söyleyeyim: Dünya üzerinde hâlâ yaşıyorsak, var olabiliyorsak sadece kendi sayemizde, kendi yeteneklerimiz, başarılarımız nedeniyle mi acaba? Kaderimiz harika yazıldığından mı? Mutlaka iyilik gördük, en önemsizinden en büyüğüne. Selam aldık, verdik. Çok abarttığımı düşünmezseniz eğer ben böyle bakıyorum bu işe. Beni gideceğim yere kazasız belasız götüren şehirlerarası otobüsün hiç tanımadığım şoförü de bana iyilik yaptı. Belki uykusuzdu, evde karısını, çocuğunu özlemişti. Ama götürdü beni. Eskiler “dünya iyilerin yüzü su NECATI SAVAŞ yu hürmetine dönüyor” derdi. Hep kötü olsaydı, dönmezdi belki de . Modern çağ diye dert yanıp duruyoruz ya, bizim çok bilmiş, ukala bilincimiz de buna katkı sunuyor gibi geliyor. Yalnızlaş ve yalnızlaştır politikasını her birimiz uyguluyoruz diğerine. Sonra şikâyet ediyoruz. Modern insan yalnızlığıyla sınanır. “ANKARA TEKİN BİR YERDİR” n Burada Kalmak’la üzerine gitmek istediğiniz dertler neydi? Bu soruyu romanın adından başlayarak cevaplamınızı rica edeceğim çünkü pek çok insanın gündeminde “kalmak” ya da “gitmek”, ciddi bir madde olarak duruyor. Hâl böyleyken ne türden bir dokunuş bu romanla yapmak istediğiniz? n Yaşadığımız siyasi ortam birçok insanı bunu düşünmeye itiyor. İktidar da defolun gidin diyor zaten açık açık. Kalmak isteyen edebiyle kalır da diyor. Romanın adının bizim bugünkü siyasal iklimimizle örtüştüğünün farkındayım. Kalmak gitgide zorlaşıyor, çember daralıyor. Ancak ben Kutlu’nun kişisel hikâyesini anlatıyorum. Kutlu evini, apartmanını, mahallesini ve anılarını korumak isteyen bir karakter. Onun için gitmek, ayrılmak, kopmak korkunç bir hayal. Gidilirse bir daha dönülemeyeceğine inanıyor. Gitmeyi ölüm gibi algılıyor. Bunda annesinin ölümünün onda yarattığı sancının payı çok büyük. Bir nevi anılarının bekçisi o. Daha büyük ölçekte düşünürsek gitmek çok kolay olsaydı, olabilseydi Nâzım Hikmet gitmiş biri olarak “karşı yaka memleket” diyemezdi. Ben bu romanda hem kişisel hem de toplumsal ölçekte gitme ve kalma ikileminin, dönme dönüşme, dönüştürülme durumlarının muhasebesini yapmaya çalıştım diyelim. Tutunduğumuz yere gitgide yabancılaşmak, buna direnmek ya da direnememek üzerinde düşündüğüm bir mesele oldu. n Ankara, Burada Kalmak’ın başkenti. Ankara’dan dünyaya bakmak nasıl hissettiriyor ya da bir diğer yanıyla nasıl güzellikleri ya da zorlukları var bu şehri yazmanın? Ankara ne anlatıyor size de romanınızın başkenti hâline gelebiliyor? Bu soruyu sormak gerek çünkü şehir de romanın bir diğer kahramanı... n Bana sorarsanız Ankara’da kalınıyor. Pek gidilebilen bir yer değil burası. Dibine kadar battım bu şehre. Belki bunda bir tür tutuculuğun da payı vardır, bilemiyorum. Ankara yazılmak istiyor gibi geliyor bana. Çünkü Ankara küçümsenmiştir >>biraz. Bir Hitit kraliçesi gibi gu rurla bekliyor bunu. En azından 12 26 Nisan 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle