23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAYDAR ERGÜLEN’DEN “SEN GÜNEŞ KOKUYORSUN DAHA!” Muhallebicide Nişanlımı Beklerken Haydar Ergülen’in yeni şiir kitabı “Güneş Kokuyorsun Daha!”, genel itibariyle semantik okumaya açık görünmekle ve şairin anlamı öncelemiş olduğu sezilmekle birlikte bazı şiirler fonetik veya morfolojik okumaya izin veriyor. BÂKI ASILTÜRK “İçinizde bulamadığınız şiiri başka yerde aramayın.” Y (Shelley) üzyıllar boyu şiir ve şair üstüne çok şey söylenmiş, şairler ve şiirleri teraziye vurulmuş, sorgulanmış, şiir görüşleri sürekli bir itişmeçatışma içinde olmuştur. Şair milleti tuhaftır; birinin kırmızı gördüğünü öteki pekâlâ yeşil görebilir, birinin sığ dediğine öteki derin der, birinin dudak büktüğünü diğeri baş tacı edebilir. Şiirin doğası gereği midir bilinmez ama bu itişme ve çatışmalar da hep doğal karşılanmış, “şairlik”in “böyle bir şey” olduğu kabullenilmiş, bir dergi sayfasında gerçekçiliğin hayalciliği yendiği savunulurken hemen yanı başındaki sayfada hayalci/imgesel bir şiir gerçekçiliğin pabucunu dama atabilmiştir. Sözün kısası, sürekli bir değişim, dönüşüm, yenilik arayışı gidedurur. Fotoğraf böyle. Böyle değil demek, şiirin güncel renk ve şekillerinden, şair tiplerinden haberdar olmamak demek. Şöyle dörtbeş değişik derginin sayfalarında dolaşın, fotoğrafı daha net göreceksiniz. Yıllardır sıkı bir dergi okuru olan ben, durumu böyle görüyorum. Fakat işin tuhaf tarafı şu: Ne zaman bir Haydar Ergülen şiiri okusam bütün bu itişip kakışmanın, öne geçme çabalarının, poetik arayışların uzağında bir yerde buluyorum kendimi. Ergülen’in, iddiasını kendi içinde taşıyan bir şiiri var çünkü Shelley’in dediği gibi kendi içinde bulduğu şiiri yazıyor. Son iki aydır sürekli çantamda taşıdığım; vapurda, parkta, bahçede, balkonda, fakültedeki odamda, (sürekli resim karalayan Şiir ve Eylül’den sıra bana gelirse!) evdeki çalışma masamda, misafir hoca olarak Modern Türk Şiiri dersi verdiğim Mimar Sinan ve Yeditepe üniversitelerinin kantinlerinde açıp açıp okuduğum Sen Güneş Kokuyorsun Daha’nın sayfaları arasında kaybolduğum zamanlarda hep bunu duyumsadım. Bütün çaba ve hırslarına rağmen 1980 Kuşağı içinde kendine yer bulamamışlar, zamanla sonbahar yaprakları gibi savrulup defterden düşmüşler, öncü şairlere kuyu kazmaya çalışan yeni yetmeler, yalan ve iftirayla yol almaya çalışan acemi fareler, çıkar peşinde koşmaktan hakiki şiiri unutmuş tepegözler, hepsi ama hepsi kaybolup gitti gözlerimin önünden. İyi şiirin ne işe yarayacağını da böylece bir kez daha anladım. İyi şiir, çekememezlik hastalığıyla malul yeteneksizlerden, çırak yazıldığı ustanın gölgesinden bir türlü çıkamayan sinsi ve kindarlardan, arkasını dayayacak bir kapı bulunca ilk işi vaktiyle kendisine yardım eli uzatanlar hakkında olmadık iftiralarla karalama kampanyaları başlatmayı emel edinmişlerden, kara hanlarda konaklayan kifayetsiz muhterislerden, şiirden anlamadığı hâlde sürekli kötü metinler üreten sönüklerden uzaklaştırıp koruyor sizi. Sen Güneş Kokuyorsun Daha’daki “insan olmak ne çok hayvan istiyor” dizesi bile bunu anla(t)maya yetiyor! Öylesine sahici, öylesine duru ve içten... “YOLCUYMUŞ MEĞER BENİM ARKADAŞLARIM” Evet, Haydar Ergülen şiiri hakkında uzun zaman sonra yazılacak yazılarda, yapılacak değerlendirmelerde ortak yargı herhalde “içtenlik” olacaktır. Onun bazı imgeleri içtenlikle sahiplenip kendine mal ettiğini daha önce de yazdım: keder, anne, kardeş, oda, gül, şiir, terzi, arkadaş, çocuk... Şiir yazarken bu sözcük/imgeleri kullanmaya çekinir oldum! Eminim pek çok şair arkadaş bu çekinceyi hissediyordur. Bunlar Ergülen için Hâşim’in “melâl”i veya “akşam”ı, “merdiven”i; Yahya Kemal’in “deniz”i; Orhan Veli’nin “nasır”ı; Necatigil’in “ev”i; Turgut Uyar’ın “gök”ü; Edip Cansever’in “otel”i veya “karanfil”i; Ziya Osman Saba’nın “nişanlı”sı gibi oldu. (Sahi, bu kitapta da o kadar belli oluyor ki Ergülen’in Ziya Osman’a derin sevgisi! Herhalde bir dergi “Şair ve Alçakgönüllülük” dosyası yapsa akla gelecek ilk iki isim Ziya Osman ve Haydar Ergülen olurdu. Elbette, Necatigil’i de listeye ekleyerek...) Önceki kitaplarında da sık sık karşımıza çıkan “keder, anne, kardeş, gül, şiir, çocuk, arkadaş, terzi, aşk izlekleri Sen Güneş Kokuyorsun Daha’nın da belirleyici izlekleri denebilir. Farklı şiirlerden alıp bir aradaymış gibi düşündüğüm şu dizeler bunun göstergeleri: “aşk kısa şiir uzun, denizi özleyen çocuklar vardır evlerin arka odalarında, benim bir arkadaşım var güneşle harfleri ısıtıyor, ince defter çocukluğun içi sizden beri boş, bir kumaş olduğu şimdi terzilerin de ikindide”... Saydığım bu izlekler içinde herhalde arkadaşlık bu kitapta en geniş yeri tutuyor. Diğer bölümler de yer alan şiirlerde de göndermeler olmakla birlikte “Herkes Gitmiş!” bölümündeki şiirler “şair, arkadaşınındır” dedirtecek cinsten. Kimler mi bu arkadaşlar? Ahmet Erhan, Behçet Aysan, Nilgün Marmara, Mehmet Günsur, Salih Ecer vd. Otobiyografik verilerin imgesel bir dil içinden kullanıldığı şiirlerde ölmüş arkadaşların ardından yakılan ağıtla hayata bağlılığın verdiği direnme duygusu iç içe geçiyor. “Yolcuymuş meğer benim arkadaşlarım / öyleymiş, valizi elindeymiş son gidenin / aramızda imgeden fazla bir şey vardı”... İLGİNÇ BİR ATÖLYE ÇALIŞMASI GİBİ Sadece kendi arkadaşlarına değil, eski şairlere de dost, arkadaş, kardeş, sırdaş gözüyle bakıyor, gizli veya açık göndermelerle onları yeniden yaşatıyor Haydar Ergülen. Bu nedenle, şiirlerin önemli bir kısmının ruhuna nüfuz edebilmek hatırı sayılır bir şiir/şair bilgisi gerektiriyor. Herhalde Ergülen kitapları içinde en çok özel ad geçen kitap bu; birebir bir karşılaştırma yapmamakla >>birlikte bunu söyleyebilirim. Her bir özel isme, çağrışım yoluyla 26 15 Mart 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle