18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Sen bana aitsin’ Lou AndreasSalomé, “Ruth” adlı romanında Ruth ve Erik’in ilişkisinde verili cinsiyet rollerini, insanlararası iktidar ilişkilerini, aile yapısının ve toplumsal baskının belirleyiciliklerini tartışmaya açıyor. Üstelik tüm bunları didaktizme düşmeden hatta bunların sözünü bile etmeden romanın doğal akışı içinde anlatmayı, daha doğrusu sezdirmeyi ve okurun bu konuları düşünüp kendi içinde tartışmasını sağlamayı başarıyor. Y aşamöyküsü ile tanınan yazarlardan Lou AndreasSalomé. Özellikle yaşamına giren erkeklerle yaşadıkları o kadar ilgi çekmiş ki kendisi romanlara, incelemelere ve filmlere konu olmuş. İnternette ismini aradığınızda “Nietzsche ve Freud’u Kendine Âşık Eden Kadın” gibi başlıklar taşıyan yazılara rastlıyorsunuz. “Nietzsche’nin kadınlardan nefret etme sebebi olarak gösterildi, Rilke en güzel şiirlerini onun için yazdı” diyen de var. Tolstoy’un da adı anılıyor. “Tüm ünlü düşünürleri kendine âşık etti” diyen de... “Kendine âşık ettiği” erkek sayısı epey fazla biyografilerine bakarsanız. Fotoğraflarına bakarsanız çok güzel bir kadın. Erkekler görür görmez neden âşık olmuyor da Salomé’nin onları kendine âşık etmesi gerekiyor pek anlaşılır değil. Tabii yine biyografilerde “otuz dört yaşına kadar bekâretini korudu” diye bir bilgi de var. Böyle bir şeyin yazılması garip ama sanırım Salomé’nin tensel değil tinsel aşkları tercih ettiğini anlatabilmek için yazıyorlar bu cümleyi. Nedense “kendine âşık ettiği” tüm erkeklerin yaşadığı olumsuzlukların sebebi olarak da Salomé gösteriliyor. Ünlü kişilerin ona âşık olup karşılık bulamamaları sonucunda çıkarttığı dedikodular olduğunu düşünüyorum bunların. Zira hiçbiriyle uzun süreli ilişkiye girmemiş, “bekâretini koruması” mesele edildiğine göre onlarla küçük flörtlerden de ileri gitmemiş. Hatta rezil rüsva etmek için de onları arabaya koşup fotoğraflarını çektirmiş. Nietzsche ve Paul Ree’yi arabaya koşup kırbaçladığı bir mizansende çektirdikleri fotoğraf çok popüler, her yerde rastlayabilirsiniz. Bu kadar ünlü düşünür ve yazarı kendine âşık etmiş ama Friedrich Carl Andreas’la evlenmiş. Andreas özellikle İran hakkında çalışmalarıyla bilinen tanınmış bir oryantalist. KENDİNE HAS BİR GÜZELLİK Lou AndreasSalomé, 12 Şubat 1861’de St. Petersburg’da doğmuş. Zürih’te teoloji, felsefe ve sanat tarihi okumuş. İlk kadın psikanalist. Verimli bir yazar. On beş roman, oyunlar ve denemeler kaleme almış. Felsefe, din ve psikoloji alanlarında da eserler vermiş. Rilke, Nietzsche ve Freud hakkında da yayımlanmış kitapları var. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Salomé’nin roman ve novellalarını “Modern Klasikler Dizisi”nde yayımlamaya başladı. Daha önce Arayışlar (2016) ve Feniçka (2016) çıkmıştı, şimdi de Ruth (Ocak 2018, Çev. İlknur İgan, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) yayımlandı. Bu üç romandan Lou AndreasSalomé’nin özellikle gençlik çağlarını yaşayan kadınları yazdığını anlıyoruz. Tabii bu yayınevinin özel seçimi değilse... Bu genç kadınlar toplumun ve geleneklerin baskısını aşıp kendi yaşamlarını, geleceklerini kurmaya çalışır. Bu gelecekte de aşklarının ne kadar belirleyici olacağını merak ederiz. Lou AndreasSalomé 1895’de yayımlanan Ruth, Lou Andreas Salomé’nin en başarılı romanı olarak nitelendirilmiş. Yayımlandığı dönemde çok okunmuş, konuşulmuş. Modern dünyadaki yerini arayan genç kızların ve kadınların öykülerinin en önemlilerinden sayılmış. Romandan çok etkilenen Rilke’nin kendi kızına Ruth adını verdiği de kitabın arka kapağında belirtiliyor. Romana adını veren Ruth, on altı yaşında bir genç kız. Anne ve babası olmadığı için amcası büyütmüş. Babası yaşındaki ve Ruth’la yaşıt bir oğlu olan Erik de idealist bir öğretmen. Bir ders arasında Ruth’un arkadaşları ile sohbetine şahit oluyor. Ruth’un çok verimli bir hayal dünyası var ve arkadaşlarına kendi hayallerinden kaynaklanan öyküler anlatıyor. Bunlar da daha çok karşı cinsle ilgili öyküler. O öyküleri gerçek yaşamda canlandırmak için çeşitli girişimlerde bulunuyorlar. Erik, zekâsı ile dikkatini çeken öğrencisinin güzelliğinden de etkilenir. Ruth’un hemen fark edilmeyen kendine has bir güzelliği vardır. Ruth’la özel olarak ilgilenmeye ve onu eğitmeye karar veren Erik, kızın amcasıyla konuşur ve Ruth’u yanına almak için onu ikna eder. Ruth, Erik’in evinde kalacak ve ondan sürekli eğitim alacaktır. Zira lise eğitimini tamamlamıştır ve üniversiteye gitmeyecektir. O zamanlarda bir genç kızın üniversitede okuması pek sık rastlanan bir şey değildir. Erik’in bu kararına eşi KlaraBel de destek olur. KlaraBel uzun süredir hastadır, yürüyemediği için yatalak vaziyettedir. Ruth’la tanışan KlaraBel kızı çok beğenir. Onu kendi kızı gibi benimser. Ruth’u benimseyen bir kişi de Erik’in oğlu Jonas’tır. Jonas için Ruth önce iyi bir arkadaş, sonra da aşkla bağlanacağı bir sevgili olur. KADINLARIN İKİLEMİ Ruth, Erik’in duygularını karşılıksız bırakmaz. İlk zamanlarda âdeta birer sevgili gibi davranırlar, elele tutuşurlar, sık sık kucaklaşırlar. Bir an gelir ve Erik kızı dudağından öper. Bu öpüşme Erik için karar noktası olacaktır. Karısına aşkla bağlıdır. Aile yapısına sadıktır. Flörtlere hevesli gibi görünse de yeni bir aşka, ilişkiye de kapalıdır. Zaten Ruth’u sevgiliden çok bizzat şekillendireceği bir eser olarak görür. Ruth, onun ustalık dönemi eseri olacaktır. Ruth’un duygularının da başlangıçta pek net olduğunu söyleyemeyiz. Erik’e tam bir sadakatle bağlıdır ve o ne isterse yapacak bir ruh hâlindedir ama diğer yandan kendi kaderini belirleme arzusu da gelişir. Lou AndreasSalomé genç kadınların yaşadığı bu ikileme Türkçede okuduğumuz diğer romanlarında da vurgu yapmıştı. Kadınlar, ya aşklarının peşinden gidip evlenecek ve düzenin dayattığı yaşam biçiminde kendilerine uygun görülen rolü bürünecek ya da bağırlarına taş basıp aşklarını geride bırakacak ve kendi kaderlerini tayin edecektir. Üstelik bir yetim olarak büyüyen Ruth’un baba sevgisine de aç olduğu belli. Erik’te bir baba, KlaraBel’de de bir anne arar. Bu arayışına da çoğunlukla karşılık bulur. Eleştirmenler, Erik ve Ruth’un ilişkisinde “heteronomi”nin sorun yarattığına da dikkati çekiyor. Heteronomi “insanın kendi seçmediği tutku veya arzulara gore davranması” olarak tanımlanıyor. “Kendi dışındaki bir otoriteye tâbi olma” tanımı, Erik’le Ruth’un ilişkisine daha uygun görünüyor. Erik, tasarladığı eğitimin başarıya ulaşması için Ruth’un kendisine kayıtsız şartsız boyun eğmesini ister. Erik ne isterse onu yapıp ona göre davranacaktır. Ruth bunu kabul eder ve uygular. Olaylar geliştikçe Ruth’un heteronomisinin Erik’i baba rolüne konumlandırmasından kaynaklandığını düşünürüz. Oysa Erik heteronomiyi ideal aşkın temel koşulu olarak düşünüyor gibidir. Lou AndreasSalomé, Ruth ve Erik’in ilişkisinde verili cinsiyet rollerini, insanlararası iktidar ilişkilerini, aile yapısının ve toplumsal baskının belirleyiciliklerini tartışmaya açıyor. Üstelik tüm bunları didaktizme düşmeden hatta bunların sözünü bile etmeden romanın doğal akışı içinde anlatmayı, daha doğrusu sezdirmeyi ve okurun bu konuları düşünüp kendi içinde tartışmasını sağlamayı başarıyor. Lou AndreasSalomé, hem ele aldığı konular ve sorunlarla hem de anlatımındaki ustalıkla dikkati çekiyor. Geç de olsa onu kendisine yakıştıran rol ve roman ve film kahramanlığı dışında gerçek konumunda, yani bir yazar olarak tanımaktan memnunum. Umarım diğer eserleri de Türkçeye kazandırılır. n 12 1 Mart 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle