Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JOHN RALSTON SAUL’DAN “KÜRESELLEŞMENİN ÇÖKÜŞÜ” Patlayan küreselleşme balonu John Ralston Saul; “Küreselleşmenin Çöküşü” isimli kitabında, insanlığın ekonomik ve politik açgözlülükten kaynaklanan, denetimi zor bir krizle karşı karşıya olduğunu ifade ediyor. Yazar, küreselleşmenin bolluk yerine bolluk hayalinin geçerli olduğu, gelecekten çok gelecek vaadiyle avunan bireylerle dolup taşan bir dünya yarattığını söylüyor. ali bulunmaz alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr K üreselleşmenin, bir yerelliğin evrenselmiş gibi gösterilmesi olduğunu kabul ederek yola koyulduğumuzda yaşananların arka planını çok daha rahat görebiliriz. 1990’ların başında Fukuyama, “tarih sonu” deyip “büyük anlatılar devrinin kapandığını” ilan ettiğinde uluslararası ilişkilere, jeopolitiğe, ekonomiye, jeostratejiye ve tarihe hâkim gerçek uzmanlar, insanlığın tahminlerden daha kapsamlı bir krizin eşiğinde olduğunu söylüyordu. Adı 1970’lerde konan, resmî olarak uygulamasına 1980’lerde geçilen küreselleşmenin, aslında krizin ta kendisi olduğu yorumları da dillendirilmişti. O yıllarda ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlar dünyanın dört bir yanına hızla dağılırken umut tacirleri, tıpkı 1929’daki gibi yaşananların ve yaşanabileceklerin üzerini örtmekle meşguldü. Bu arada krize kriz diyebilenler azdı, temkinliler ve hakikati görmek istemeyenler ise sayıca fazlaydı. John Ralston Saul; Akdeniz havzası başta olmak üzere, dünyanın hemen her noktasında küreselleşme krizinden mustarip insanlar bulunduğu, onların nı derinleştiren, lümpenleşmeye ivme çok uzun bir zamandır ekonomik ve kazandıran ve dünyaya geleceksizlik politik anlamda huzursuz olduğu tezini armağan ederken bunların yanına neo ortaya atanlardan. Hatta bunun yer yer liberalizmi ve vekâlet savaşlarını ekle bir sinir krizine dönüştüğünü belirtiyor yen küreselleşme ideologları, Saul’un Küreselleşmenin Çöküşü isimli kita deyişiyle “banka kurtarmanın ülke bında. kurtarmaktan daha önemli olduğu” bir ÖDENMESİ GEREKEN BORÇLAR sistem yarattı. Bunun doğal sonucu daha fazla çatışma, mülteci, ayrımcılık, Ekonomi ve politika, kimi zaman eşitsizlik ve popülizmdi. ateşle barut kimi zaman da bir kardeş Üretmek yerine ithal etmeye zorla gibi. Her iki durumda da birbirinden nan kırılgan ekonomiye sahip ülkeler, ayrılamıyorlar. 1980’lerin ilk yarısın sistemin çarkları arasına sıkışırken dan itibaren, dünya siyaseti ve ekono Saul’un ifadesiyle “devletin meşruiye misine tek başına yön vermek isteyen, tini güvence altına alan vatandaşlar”, yanına çokuluslu şirketleri alarak liderler ve teknokratlar tarafından birer kendisine muhalif seslerin yükseldiği istatistiğe indirgendi. Taşları yerinden ülkelerde gözünü kırpmadan rejim oynatan, itinayla görünmez kılınmaya değişikliklerine giden ABD, tüm başa çalışılan sosyal, siyasi ve ekonomik rısızlıklarına ve çelişkilerine rağmen buhran, giderek kültürel krizlere ev küreselleşmeyi ortaya atan ve savunan rildi. larla yoluna devam etti. Sınıf çatışması Bugün iyiden iyiye yükselişe geçen muhafazakârlık ve popü lizm; etnik ayrımcılığı, şiddeti ve yabancı düşman lığını körükleyerek krizin ateşini harlıyor. Saul’a göre ekonomik büyüme manipü lasyonu bile küreselleşme ve noeliberalizm kaynaklı krizleri sumen altı etmeye yetmiyor. Ahlakın, belleğin ve öngörünün yitimi ya da felce uğraması, 1990’ların ortalarından itibaren gös tere göstere gelen krizin altyapısını oluşturdu. Yazar, pek çok insanın sırf kendi çıkarları yüzün den bu çöküşü görmezden gelip olan bitene kayıtsız kalarak süreci hızlandırdı ğını düşünenlerden. Başka bir deyişle popülist öfkeyi, sığ politikacıları ve ente lektüellik düşmanlığını sahneye taşıyan, bu boş vermişlikten başka bir şey değil. Bugünkü kriz, ekonomik gibi görünse de bir var oluş problemi aslında. Saul, ko nunun bir ucundan tutup şöyle diyor: “Bugün uyarı John Ralston Saul’a göre gelecekten çok, gelecek vaa cılar, kemer sıkmalar ya da diyle avunan bireylerle dolup taşıyor dünya... barajlar, kredi ve bono sal dırıları arasında sıkışıp kaldığımız bir yerdeyiz. Bunların hepsi, çeşitli kutsal kâseler için gerçekleşiyor, onlar kazanılmazsa insanlar şüphelenir; borçların ödenmesi gerekir, yoksa ahlaki standartlar düşer.” TAZE BİR UMUT Saul’a göre küreselleşme krizinin diğer yüzünde, insanların üretim fazlasını ve boş zamanını, hayal gücünü geliştirip kendi geleceğini tasarlamak yerine finansal spekülasyona ve büyüme yalanlarına ayırması, başka bir deyişle sınırsız tüketimin tükenişin önünü açması yer alıyor. Dolayısıyla söz konusu olan bolluk değil, bolluk hayali. Gelecekten çok, gelecek vaadiyle avunan bireylerle dolup taşan dünyada “üretimi değil, parayı finanse etmek için paradan doğan bir enflasyon meydana geldi.” “Entelektüel masumiyet ya da saflıkla” çevrelenmiş, gelip geçici doğasıyla küreselleşmenin Saul’a göre önemli bir yanlışı var: “Küreselleşmenin belki de asıl hatası, on dokuzuncu yüzyıl serbest ticaretinin başarısını abartmasında yatıyor; buna, teknoloji ve akılcı yönetim sistemlerinin üstünlüğünün abartılması eşlik ediyor. Bu kaçınılmaz değişimin kesinliği, medeniyetlerin nasıl yavaşça ilerlediği gerçeğinden bizleri kopartıyor.” Bu abartma; ekonominin dine, pazar veya piyasanın da yeni mabetlere dönüşmesinin önünü açtı. Kayıtsız şartsız küreselleşme savunucusu olan teknokratlar ve bazı ekonomistler de yeni din adamları hâline geldi. Ekonomik çalkantıları negatif ulusalcılıklar, eski Yugoslavya coğrafyasında ve Ruanda’daki gibi soykırımlar izledi. İlerleme adı altında insanlar atomize edilirken “müşteri” diye nitelenenler iş güvencesizliğiyle yaşamak zorunda bırakıldı. Saul, küreselleşmenin politik ve ekonomik açgözlülükten kaynaklanan, denetimi zor bir kriz yarattığını ifade ediyor. Üstelik bu durum, özgürlükgüvenlik dengesini özgürlük aleyhine bozarak bir başka dengesizlik daha doğurdu. Saul, küreselleşmenin salt ekonomik değil, toplumları derinden sarsan politik, sosyal ve kültürel krizler yarattığını söylerken bir umut kapısının var olduğunu hatırlatıyor: Ortodoks küreselleşme savunucuları yaşlandı, onların yerine krizlerin cefasını çeken; taze fikirler ortaya atıp yeni seçimler yapabilecek genç bir kitle geliyor. Söz konusu kesimin, toplumsal ve çevresel ihtiyaçlara dayanan sofistike bir zenginlik yaratma ihtimali de hayli yüksek. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ise zaman gösterecek. n Küreselleşmenin Çöküşü / John Ralston Saul / Erdem İlgi Akter / Ayrıntı Yayınları / 416 s. 8 29 Kasım 2018 KItap