06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> eleştirdiği, eşinizin giyiminiz ya da dostlarınız konusundaki yorumları otoritenin farklı seviyelerdeki uygulamasıdır. Hem çocuğunuz özgür olsun istersiniz hem de o özgürlük alanını kendi ideoljiniz, geçmişiniz, hayat felsefeniz ya da korkularınızla sınırlarsınız. İktidar belki de en hoyrat hâliyle aile içinde hissedilir. Eğer ortada sağlıklı bir aile yapısı ya da evlilik yoksa hem psikolojik hem de fiziksel şiddet kaçınılmazdır. Bugün bunun en büyük mağduru kadınlar ve kız çocukları. Dinî, siyasi ya da toplumsal kurallar, gelenekler ve âdetler kadını daha da kısıtlıyor. Kadın hakları konusunda ilerleme sağlamak için devlet ve hükümet düzeyinde pozitif ayrımcılık, kotalar ya da öncelikler sağlanmalı. Kadın içeriye değil, sokağa, çalışma hayatına, okullara, kamusal alana itilmeli. n Mantolu Kadın, kadına şiddet meselesini merkezine alarak genişleyen bir roman. Bugünün gündemini maalesef fazlasıyla işgal eden bir konu bu. Sen neden böyle bir hikâyeyi anlatma ihtiyacı hissettin? Bu yaranın derinlerine inmek ne hissettirdi, ne düşündürdü sana? n Ben Mantolu Kadın’ı sözde bir “kadın romanı” olarak tasarlamadım. Kafamda bir cinayet kurgusu vardı onu yazdım. Romanın olay örgüsü nedeniyle bunu iki kadın karakterin üzerinden anlattım. Romanı bir buçuk yıl önce bitirmiştim ama bugüne baktığımızda kadına karşı şiddetin yükseldiğini görüyoruz. Bunun yansımalarını Türkiye’de de görüyoruz. Bu ülke giderek daha çok erkeklerin ülkesi hâline geliyor. Toplumun yüzde ellisi daha az görünür, daha az dinlenir, daha az dikkate alınır oldu. Açık konuşan, iyi işler yapan, çalışkan kadınlarla dalga geçiliyor, bu kadınlar aşağılanıyor ve sosyal medyada hırpalanıyor. İşin kötüsü bu hem sol hem de sağ cenahta böyle. Öte yandan tüm bunlara karşı bir isyan dalgasının geldiğini de seziyorum. Batı’da #MeToo hareketiyle başlayan dip dalga bir kadın hareketi var. Bunun etkilerini mutlaka Türkiye’de de göreceğiz çünkü Türkiye’deki kadınlar da rahatsız. “SANAT KURTARACAK BİZİ” n Roman özelinde eril tahakküm de gündemine aldığın konulardan biri olarak öne çıkıyor. Güne yansımaları özelinde bu konuda neler düşündüğünü merak ediyorum. Bu bağlamda romana etkisini de elbette... n Erkekler genelde iktidarı seviyor. Bu yeni bir şey değil. Kadınlar arasında da güce yakın olmaya, manipüle etmeye, ona ulaşmaya çalışanlar var elbette. Ancak istatistiklere baktığımızda kadınların çocuklar, evlilik ya da ayrımcılık gibi nedenlerle iş dünyasında yüksek pozisyonlara başvurmaktan kaçındığı ya da bu rollerden istifa ettiğini görüyoruz. Erkekler için daha önemli iktidar. Bunun öğrenilen “erkek olma” tanımıyla ilgili bir durum olduğunu sanıyorum. Öte yandan bizimki gibi sert liderlikten hoşlanan Doğulu toplumlarda erkeğin de pek çıkış noktası yok. Kadına kibar, yumuşak, şefkatle yaklaşan bir erkek hemcinsleri arasında alay konusu ediliyor. Bir de devletin ve toplumun tüm hücrelerine işlemiş “baba figürü” olma kaygısı var. Vatandaşların hepsinin çocuk olduğu, “devlet babanın” mutlak hâkimiyet içinde çocukları adına önemli kararları aldığı ve gerektiğinde cezalarını verdiği siyasi bir kültür de mevcut. Yani bir bakıma erkekler bir türlü ergenlikten çıkıp büyüyüp adam olamazken küçücük kız çocukları hemen kadın sınıfına sokuluyor. Belki de en temel toplumsal, hatta cinsel sorunumuz bu. Roman da bu sorunu merkezine alıyor. n Gerçek anlamda bir dedektifin var bu kez: Herkes tarafından “antika” olarak görülen Aydın Andız. Orijinal bir karakter. Üzerine nasıl çalıştığını anlatır mısın? Polisiye romanlar ve yazarları genelde dedektifleriyle anılır. Bu ilk romandan sonra Aydın Andız’la yolculuğunun akıbetini merak edenler çok olacaktır. Andız’la ilgili planlarını da sorayım... n Başkomiser Aydın Andız çok sevdiğim bir karakter. Feminist bir erkek. Biraz melankolik, kesinlikle nostaljik, şefkatli, ağır, yaralı bir adam. Açıkçası hem yerli hem de yabancı polisiyede “sert erkek” polis ya da dedektif karakterlerinin yüceltilmesinden sıkıldım. Başkomiser Andız bunun tam tersi. Asla dövüşmüyor, silah kullanmaya karşı. Kaba kuvvetin ancak zekânın yetmediği yerde ortaya çıktığını düşünüyor. Zarif bir adam. Özellikle Türkiye’de erkeklerde zerafet ve şefkati özlüyorum ben. Başkomiser Aydın Andız biraz Muhsin Bey, biraz Yaşar Usta biraz da “modası geçmiş” centilmen bir polis. Andız’ı sadece bu roman için düşündüm ancak polisiye yazarına güvenilmez, yazacağı tutar yazıverir. n Son soru: “Bir ses kulağıma eğilmiş yazmalısın diye fısıldıyor. Yapabileceğin tek şey bu. Elinde kalan son silah!” Böyle diyor anlatıcın... Sen de son silah olarak kalanın yazı olduğunu düşünenlerden misin? n Dünyaya bakıyorum, milliyetçi popülizm hem Avrupa’yı hem de Amerika’yı alev gibi sarmış. Ortadoğu karman çorman. İstanbul’un göbeğinde Suudi bir gazeteci boğularak parçalara ayrılıyor. İstanbul’un, Roma’nın, Berlin’in sokaklarında göçmen bebekler kâğıt mendil satıyor. İklimler kalmadı, artık fırtına ve tufanları yönetmeye çalışıyoruz. Aşk, cep telefonuna gelen kuru bir mesajdan öteye gidemiyor. Romantizm çoktan öldü ve idealizm artık enayilik. Küresel anlamda bir kimlik bunalımı yaşıyoruz. Tarihe bakın, dünyanın en çalkantılı dönemlerinin ardından müthiş sanat eserleri ortaya çıkmıştır. İnsanın kötülükten kaçması, nefes alması için gereklidir sanat. Resim, müzik, dans, heykel, tiyatro, film, edebiyat kurtaracak bizi. Bir kişi de okusa, izlese ümit var demektir. Yazmak son silahım değil, yaşamak için tek silahım. n Mantolu Kadın / Elçin Poyrazlar / hep Kitap / 192 s. KItap 1129 Kasım 2018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle