Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AHMET ÖNEL’DEN “KONUMLANDIRMALAR” Gelenek değil denemek Ahmet Önel, “Konumlandırmalar”da bizi ‘konuşma’ kavramına çağırıyor. Bu konuşmalarda çağın saati yavaşlatılıyor ve ‘sahiden konuşma’ vücut buluyor. çetin balanuye D avid Shields, yazın dünyasını ilgilendiren ilginç bir tezi gündemde tutuyor: Roman, sessiz bir çekiliş deneyimliyor ve yerini ağır ağır kurmaya çalışan yeni bir türe bırakıyor. Bunun nedeni, yeni okur tipinin ortaya çıkışı. Yeni okur tipi, seri tüketim çağının sürpriz olmayan bir ürünü: Acelesi olan bir okurun hacimli metinlerle ilişkisi epey mesafeli artık. Shields’ın “örnek vaka” dediği, devasa hacimli romanlarındaki karakter enflasyonu, anlatıda geliştirilmek istenen örgünün anlaşılması için gerekli uzun ve dikkatli okuma seansları ömrünü tamamladı. Sonuçta bu yeni “türleşme”nin ortak nitelikleri parçalı pasajlar ve çarpıcı bir ifade gücüne sahip söyleyişler. Ahmet Önel’in yeni kitabı Konumlandırmalar böyle bir dönemde okurla buluşuyor. Önel, yukarıda özetlenen dönüşüme eşlik edercesine “çağcıl” kalmayı başarıyor; kitap bu anlamda “yazın uğraşını” tam bir yeni den konumlandırma girişimi olarak okunabilir. Edebiyatın hemen her kovuğunda ikamet etmiş bir yazarın sözcüklerle yeni bir sığınak inşa ettiği anlaşılıyor. DELEUZE ANIMSATMASI Önel, Konumlandırmalar’da bizi “konuşma” kavramına çağırıyor. Bu konuşmalarda çağın saati yavaşlatılıyor ve “sahiden konuşma” vücut buluyor. Her konuşma yeni bir yaşantısal/deneyimsel gözden kaçanı fark etmeye çağırıyor. Alışıldık perspektifler sağa sola kaçışıyor ve yeni perspektiflere yer açılıyor: “Bir yazarı tanımak, ona dokunmak, onunla konuşmak ve insan yanıyla yüz yüze gelmek onu tüketmektir, dedin. Düşündüm. Neden olmasın! Dört yıldır birlikteydik ve artık hiçbir kitabımın kapağını aralamıyordun.” Romandan ayrı bir deneyimi zorlayan bu yeni türde en zoru bağlam yaratmanın en azından bir öykülük hacim gerektirdiğini bilmek ama bu hacimden de mahrum bir hâlde parça pasajlarla bir iklim yaratmak. Konumlandırmalar bunu başarıyor: “Evimin eksikleri var, diyor kadın. Damlayan Ahmet Önel musluklar, çalışmayan prizler, işlemeyen çekmeceler. Bu pazar uğrarım, diyor adam telefonun öbür ucundan. Gülümsüyor kadın. Sevinirim, diyor. Zaman ayırıyorsun bana. Fena mı işte, diyor adam, hem seni görmüş olurum böylelikle. Yüzüne al basıyor kadının. Neyse ki telefonda. Sahi, çağırmışken şu telefonun da çaresine baktırmalı. İnsanın aklından geçen ancak söylemeye çekindiği şeyleri bir güzel söyletiyor, gördün mü! Ah... Bir iki arıza olmalı insanın evinde. Mutlaka olmalı!” Konumlandırmalar, klasikleşmiş kimi yazın temalarını da yeniden ziyaret ediyor. “Düşte ısrar” teması bunlardan biri. Belki de edebiyatın bu en eski teması Deleuze’ü anımsatırcasına farkla tekrar ediyor; bu düpedüz değirmenlere saldıran çılgın düşseverin bir tekrarı gibi. Konumlandırmalar, yeni bir tür arayışının olmazsa olmazı disiplinlerarası kolajı da gözetiyor. Nietzsche’nin “tehlikede yaşayın” önerisi beklenmedik bir anda buyur ediliyor: “Akıl almaz olan hayatın kendisi değil, ona katılma biçimimizdir. En mantıklı, en seçilmiş davranışın uçurum kenarından iki bilet olmadığını kim söyleyebilir!” POLİTİK HİCİV Disiplinlerarası kolaj arayışının bir başka örneği de politikadan; Önel, tüm metnin örtük bir politik hiciv barındırmasına dikkat ediyor: “Eğer bir ulusu yok etmek istesem, ona her şeyi bol bol verip mutsuz, açgözlü ve hasta yapardım. Bir yazardan aldım bunu. Belki kocaman harflerle yazıp kentin girişine asmak isterdim. Evinin kapısına as, diyorum. Belki de söz konusu hastalık orada başlıyor.” Politik hiciv, okuru kendisiyle hesaplaşmaya çağırırken doğrudan, açık, sert ve çarpıcı olmayı başarıyor: “Anne, sonunda acı haberi veriyor. Meyve suyu kalmamış. Meyve verebilirim! Çocukların yüzü gölgeleniyor. Akıllarından geçen şunlar olmalı: Dünya giderek çekilmez oluyor. Üstelik güvenilmez! İyi şeyler vaat etmişlerdi. Şimdi taklitleriyle kandırıyorlar!” Önel, yazında ustalaşmanın ödülünü koltuğuna gömülüp dinleneceği bir emeklilikte beklemiyor. Güç olanı seçiyor: Yeniden başlamak! Konumlandırmalar bu güçlükle yüzleşmenin başarılı bir ifadesi. n Konumlandırmalar / Ahmet Önel / Ve Yayınevi / 86 s. METİN ERTEN’DEN “NASIL BİR YEREL YÖNETİM?” Yerel yönetim önerileri Metin Erten, “Nasıl Bir Yerel Yönetim?” isimli kitabında, belediyecilik bağlamında ülkemizde hemen hemen hiç tartışılmayan konuları gündeme almasının yanında ‘Nasıl olmalı?’ diye sormuş. çetin fatsalı Y erel seçimler yaklaşıyor. Ama yanlış giden bir şeyler var. Sokaktaki vatandaşlar, yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini ve nasıl olursa yaşadığımız çevre için daha iyi olacağını değil, kim başkan olursa işimize gelir gibi tartışmalar yapıyor. Hemen herkes belediye başkanından, belediyesinden şikâyetçi. Yerel yönetimlerle ilgili tartışmadığımız o kadar çok şey var ki? Dünyada kentlerin bizdeki gibi yönetildiğini sanıyor, geneli ve farklılıkları bilmediğimiz için özelle ilgili tartışacak konu da bulamıyoruz. Ülkemizde yerel yönetimlerle ilgili derslerin okutulduğu üniversiteler, bu dersleri veren hocalar, dahası, yerel yönetim okulları bile var. Ama gel gör ki toplum olarak dünyada ve Türkiye’de yerel yönetimlerden habersizsiz. Örneğin, belediye başkanı makamının olmadığı ülkeler, tam tersi başkanın neredeyse tek başına kentleri yönettiği ülkeler, bölge yönetimi, kent suçu, kent mahkemeleri, yerel vergi, okulların tüm giderlerinin karşılanması, tüm sağlık hizmetleri, iletişim, nüfus, referandum, geri çağırma, özerk kentler, başkentler, belediyelerin görevleri... Onlarca konu. Tam da bugünlerde, tam da bu konuları tartışan, tartışmaya açan ve sonuçta tümüyle yeni model öneren ve Metin Erten tarafından kaleme alınan bir kitap yayımlandı: Nasıl Bir Yerel Yönetim? “Kim bilir belki de yirminci yüzyılın Birleşmiş Milletleri varsa, yirmi birinci yüzyılın da Birleşmiş Kentler’i olacak. Kentler arasındaki kültürel ve ekonomik işbirliği süreçleri, ülkeler arasındakileri geride bırakacak. Böyle olunca ‘Nasıl bir kentleşme?’, ‘Nasıl bir kent yönetimi?’, ‘Nasıl bir kent demokrasisi?’ gibi soru ve kavramlar, insanlık gündeminin başköşesine oturacak. İşte yine bu kitap, aslında şimdiden başlayan böylesi bir sürecin de kaynakları arasında yerini alacak. Dahası, ‘yol gösterici’ olacak”. Böyle demiş kitabın önsözünde Oktay Ekinci. Erten; belediyelerde çalışmış, sonra öğretim üyesi olarak üniversitede belediyeleri anlatmış, daha sonra kent meclisleri, konseyleri kurmuş ve bu alanda tüm Türkiye’yi kapsayan örgütlenmelere öncülük yapmış. Erten, ülkemizde hemen hemen hiç tartışılmayan bir konuyu gündeme almasının yanında “Nasıl olmalı?” diye sormuş. Dünyanın yirmi dört ülkesinde bu işlerin yürüyüşünü araştırılmış önce. Sonra Türkiye’deki sürecin işleyişi ve bugüne nasıl gelindiğini. Ama kitabın neredeyse yarısı bu “Nasıl olmalı?” sorusunun yanıtlarına ayrılmış. Hiçbir ülke tam olarak örnek alınmamış. “Bizim kültürümüz, bizim yerel yönetim tarihimiz var” denmiş. Türkiye’deki farklı uygulamalar araştırılmış. Fatsa, Dikili, Aliağa, Urla, Karşıyaka... Kent yönetimine katılım örneklerine değinen Erten, soldaki tüm belediye başkanlarının, çalışmalarını tanımlarken kullandığı “sosyal, toplumcu, halkçı” gibi sıfatların aslında ne olduğunu yazmış. Merkezî hükümetyerel yönetim ilişkilerinden başlayan yazar, merkezin yereldeki ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini anlatmış. Sonuç olarak tümüyle tartışılabilir yeni bir model önerilmiş kitapta. Ülkemizin yerel seçim “sathı maili”ne girdiği şu günlerde manidar bir kitap. Erten, sanki “bir yerden tartışmaya başlayalım da...” demiş gibi. Yazıyı kitabın arka kapağında yer alan Erten’in cümleleriyle bitirebiliriz: “Yerel yönetim anlayışının yeni sokaklardan, yeni kaldırımlardan, yeni binalardan, yeni yollardan ibaret olmadığını düşünüyor. Bunların yanında daha çok kültür, sanat ve spor, daha çok iletişim, daha çok aidiyet ve kendini ifade edebilme alanı, kentinden daha çok gurur duygusu, daha çok fikir sorma ve hesap verme, daha mütevazı, çevreye ve tüm canlılara daha saygılı bir bakış açısı olarak özetlediği bir yerel yönetim anlayışına inanıyor.” n Nasıl Bir Yerel Yönetim? / Metin Erten / Anahtar Kitaplar / 432 s. KItap 1329 Kasım 2018