Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com ÖYKÜDENLİK... İclâl Nur; “İnci Zamanı”… Yeni yılı karFşüırlaumzaank’l.a.. Bir okunuşta belleğe yerleşen şiirler, göz göze gelindiğinde yaşanıveren aşk gibi sarar insanı. Sanat türlerini, biçimlerini ayırmak zor. Öykü de böyle; aşk. Yüz metre koşusu olarak başlar bitiverir bir anda, ne ki etkisi yerleşmiştir, sürer yıllar boyu bellekte… Ö ykücülüğümüze, âdeta bir yeni yıl gibi girmişti o… Varlık, Yeni Dergi okuruydum, adını duymamış, öyküsüyle tanışmamış değildim elbette. Ama şiirden öyküye, oyundan romana, denemeye yazınımızın nabzını tutan yayınevlerinden Ankara’da Ahmet Tevfik Küflü’nün Bilgi’si o yıl üç yazardan üç öykü kitabı yayımlayınca bir heyecan dalgası kapladı her yanı. Füruzan, Parasız Yatılı; Tomris Uyar, İpek ve Bakır; Selim İleri, Pastırma Yazı. Yıl 1971’di. Birden bir çağlayan gibi öykü fışkırdı dilimizde. Öykü, ülkede gündem oluşturdu apaçık. 12 Mart’a karşı âdeta öykü özgürlüğü, öykü demokrasisi belirgin öne çıkış yansıttı, böylece öykü sanatı, “bayram”, “şenlik” edasıyla nasıl bir gücü simgelediğini de göstermiş oldu. Füruzan, Bilgi’den üç yıl arka arkaya “öykü bayrağı”, “öykü doruğu” halinde kitap yayımladı o yıllar, belleklere mıh gibi yerleşerek: Parasız Yatılı (Şubat 1971), Kuşatma (Ocak 1972), Benim Sinemalarım (Şubat 1973). Sizin muhtıranız varsa, demiş gibi olmuştu sevgili yazar 12 Martçılara, 6 Mayıs hıdrellezlerinde çöken hüzünlere karşı, ben de bu dilde uçar yurdumun dağlarında baharlarında açar, açarım… Kırk beş yıl önce okuryazar belleğine çakılan, yeni basımları YKY tarafından yapılan, bu öykülerle Füruzan, genç erişkin, kuşaktan kuşağa devreden okurlar arasında âdeta öykü adası hâlinde edebiyatımızda bir kendine özgülük yayıyor… Bugün on binlerce, yüz binlerce okur, Füruzan’ın öykülerini gezindiriyor belleklerinde sabah simidi yanına taze demli çay taşır gibi… ÖYKÜ SANATINI KİTLELERLE BULUŞTURMAK… Pek çok yazarımız var, öykülerini severek, beğenerek okuduğumuz. Ancak verimlediği örneklerle farklı kuşaktan farklı kültürlerden gelen insanları buluşturup, öykü türünü böylesine sevdirebilmek çok başka bir iş doğrusu. İşte Füruzan, Sait Faik’in ölümü ardından yuvarlamayla on beş yıl sonra art Füruzan arda öykü fırtınası estirdiği üç kitabıyla öyküyü kitlelerle buluşturan adlar arasında başı çekenlerden oldu. Öykü, romana oranla daha seçkin okur istiyor olabilir kendisine. Ama farklı düzeydeki kitleler de kimileyin ilişkisini yoğunlaştırıp sıcaklık kurabiliyor öyküyle, kişinin bildiğibilmediği gerekçelerle. Füruzan bu anlamda halkın öyküye dönük beklentisinin de yanıtı oldu belki, kim bilir. Onun, bu açıdan da öykücülüğümüzde ilginç örnek oluşturduğu düşünülebilir sanıyorum. Biz, o yıllarda bunu bilemezdik tabii, ama zaman, o günden bugünlere gelindiğinde, yaşananlara belki böyle bir bakış açısıyla yaklaşmanın en doğru yol olacağını gösteriyor yanılmıyorsam. FÜRUZAN ÖYKÜCÜLÜĞÜ… Bir yazara, onun öykülerine öykücülüğüne bakılırken, karşımızda tek bir öykü gövdesi varmışçasına yaklaşılması, bu yönde tutum takınılması gerekiyor. Böyle bir bakışla kadının “anlatılan” olmaktan çıkarılıp “anlatan” birey/varlık hâlinde alınışının romanla değil öykü sanatıyla gerçekleştiği öngörülebilir genel anlamda. Bunda rol, elbette kadın yazarların. Ne ki örneğin Halide Edip’te, öncesi sonrası öteki kadın yazarlarda “kadın”, yine de “anlatılan” konumu sergiliyor kanımca. Kadının “anlatan” oluşu, 1950’lerde Nezihe Meriç, Leylâ Erbil öykülerindeki atakla göze çarpıyor daha çok. “Anlatılan”, “anlatan” nitelemesi anlatma olgusu ya da anlatım biçimi değil, bir bakış açısı, yaslanılan temel dayanak olarak alınmalı. Buna göre terim anlamında “anlatılan”, eril, erkek egemen, geleneksel bakışla, ”anlatan” ise dişil, erkek egemen karşıtı değişimci bakışla nitelenebilir. Önceki kadın yazarlar da elbette çok katkı koydu, ancak kadın birey, gücünü potansiyel olarak 1950’lerdeki öykülerimizde gösterdi asıl. Sözgelimi Nezihe Meriç, kadını iç mekân varlığı konumunda alsa da karakterleri sıra içi görünse de geleneğe bağlı kadınlardan ayrılır yine de bunlar. Çünkü kadınlar egemen anlayış kurmuştur öykü evreninde, özgürlüğünü sürdürür hep. Leylâ Erbil kadınları ise görece zaten geleneğe sırt dönmüş, ötesinde sıra dışı insanlar olarak ağırlıklarını koyar. Bu yanıyla köktenci tutum da sergiler hatta. Her iki yazarın da kadın bireyi özgüvenlidir. Nezihe Meriç’inki uyar görünse de çevresindeki nesnelerde içkin kıldığı dirençle, Leylâ Erbil’in kadınıysa ruhunda, nesneleri de katıp ayaklandırdığı öfkeyle, isyanla kendisini gösterir. Füruzan’daki kadınlara gelince, andığım iki yazarla buluşan ama onlardan ayrılan kadınlarla karşılaşıyoruz yazarın öykülerinde. Artık kadın karakter hem içerde hem dışarıda yaşamın tüm alanlarına yayılmış, kapladığı alanı giderek genişletip gücünü de pekiştirmiştir. En güç koşullarda bile direnç gösterir. İsyan etmez belki ama dayatılanı kolayına sindirmez öyle. Bir yoktan var ediş süreci içindedir. Potansiyel anlamda buzdağı gibi, görüneni aşan derinliğe sahiptir bu nedenle. Üstü örtük de olsa dışarıya müdahalesiyle ciddi ağırlık yansıtır. Çok önemli bir yanı da kadınların, kendilerinden sonraki kadın varlığa bu tutumlarını aktarmanın yolunu bulmakta gösterdikleri kararlılıktır. Demek yeni yıl Füruzan kadınlarıyla daha güçlü. Çevirin başınızı, her yerde göreceksiniz onları, dirençleriyle kendilerini nasıl bayraklaştırdıklarını… n F üruzan’ın öykülerinden yıllar sonra, âdeta onun öykü karakterlerinden biri kalkıp öyküler yazmaya koyuldu: İclâl Nur. Derken bunlar bir ilk kitapta toplanıp okur önüne geldi: İnci Zamanı (2016; Abis, İkinci Baskı, 2017)… Her örneği bağımsız olsa da türdeş evren çatısına dayalı kurulmuş dizi görüntüsü veren bağlamlı öyküler bunlar. Ana karakter İnci’nin çocukluktan erişkinliğe özöyküsel, elöyküsel ya da dolayımlı aktarımlarla yansıttığı bir yaşam albümü toplamı da denebilir öyküler için. Birer anı havasında alınabilecek metin, öykü gereksinirliklerinin karşılandığı anlatılara dönüşerek değer kazanıyor. İnci’den yola çıkarken herhangi kadın varlığı buna ortak kılacak izdüşümler eşliğinde öykülerin okurca içselleştirilebilmesini sağlıyor. Koygun ağırlığıyla insanın derinliklerine zembil indiren iç ses öykülemesiyle geliyor yazar bu ilk öykü kitabında. Öyküsel öğeleri sıralayıp usulüne uygun yerleştirmekte, sessizlikle suskunlukları kullanmaktaki düzeyiyle göz dolduruyor. İlk elde algılanan ön yüz kadar artalan doluluğuyla da etkileyici atmosfer oluşturabiliyor öyküler. Duygululuğu duyarlıkla, yoksulluğu paylaşımcı yoksunlukla, vefalı içlilikle karşılayıp kıyıda kendi değerleriyle yaşamaya çabalayan insanlar öykü kişileri hep. Geçmekte olan bir hayata bakış diyelim. Lirik ama hüzünlü, doğrucu ama içli bir hayatı örüntülüyor İclâl Nur, temel karakter olarak seçtiği İnci aracılığıyla. Böylece Füruzan’dan nice yıl sonra yine bir Füruzan zamanı yakalamış oluyoruz bir bakıma İclâl Nur’un İnci Zamanı’nda. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 26 11 Ocak 2018 KITAP