21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> gerçekliğe ulaşmak için hayatın kıyı köşelerinde dolaşıldığına ve en ücra duyguların derinliğine inildiğine, dahası bulunduğuna dair bir küçük saptamayı işaret etmek için kullanıldı yalnızca. Çünkü öyküler hayatın öyle noktalarından can buluyor ki kendine ve yazar bunları öylesine incelikle işliyor ki geriye sadece mayasında en has gerçekliği taşıyan küçük mucize hayatların içine dalmak kalıyor. Güçlü öyküler Açık Sırlar’da bir araya gelenler. Okurken alıp götürdüğü gibi ardında bıraktığı izler, sahneler, diyaloglar ve dünyalarla da okurunun yanına kalıyor. İşte bunu da Munro’nun yarattığı mucizeye borçluyuz. O kadar gerçekçi ve seçilmiş sahnelerle elini uzatıyor ki okuruna Munro, ardında bıraktığı etki de uzun zaman zihinden silinmiyor. Bu kalıcılığın diğer nedeni de Munro’nun bir duygular öykücüsü olması. Her öykünün bir duygusu yok. Öykü içlerinde duygu yumakları var âdeta. Aynı öykü içinde birden çok duygu damarını yokluyor okurun Munro. Üstelik bir karmaşadan söz etmek mümkün değil. Munro’nun duru dili gibi her duygu zerresi de kelimelerinin arasından kendini gösterecek bir yer buluyor. Aynı çeşitliliği yazarın öykülerine davet ettiği konular arasında da görüyoruz. Bu da Munro’nun öykü dünyasına taşıdığı hünerlerden biri. Öykü üzerine genel bir algı vardır; tek bir olaya, âna ya da duyguya odaklandığı ve bir şimşek çakımındaki güçle var olup okuyanını yakaladığı gibi... Munro’nun öykülerinde bu şimşek çakımlarından öyle çok var ki okur kendini sarsılmış hissediyor metin sonlandığında. Savaş, kadınlık, mücadele, erkeklik, ikili ilişki, yalnızlık, gizem... Hepsi birlikte var olabiliyor öyküde. Bu anlamda meseleleri birbirine dolama şekli de hayli enteresan Munro’nun. Her katman kendini çok güçlü hissettirmesine rağmen öyküye hizmet ediyor sadece. Alice Munro’nun alametifarikalarından kabul ediliyor bu özelliği. Öykü adına az önce bahsedilen algıyı yıkıp geçtiğinden ve ortaya yeni bir fikir attığından söz edebiliriz Munro’nun... GÖRSELLİĞİN GÜCÜ Açık Sırlar’da sekiz öykü yer alıyor: ‘Kapılıp Gitti’, ‘Gerçek Bir Yaşam’, ‘Arnavut Bakire’, ‘Açık Sırlar’, ‘Jack Randa Oteli’, ‘Issız Bir Mahal’, ‘Uzay Gemileri İndi’ ve ‘Barbarlar’. Munro bu sekiz öyküde, hemen yukarıda değindiğim üslubu ve duruşuyla, yemek pişirmekten hayal kırıklığı yaratan sekse ve en kusursuz ilişkilerde bile görülen önemsiz yüz karalarına, cinayetten kırık kalplere ve pervasız tutkulara kadar uzanan konular çevresinde kadının adını arama yolculuğunun öykülerini yazmış. Bu yolculuk ise 1850’lerden başlayıp iki dünya savaşının içinden geçerek bugüne dek uzanıyor. Tarhî bir perspektif bu anlamda Munro’nun Açık Sırlar’daki öykülerinde sunduğu. Her tarih döneminde yoklayıp aradığı ise aynı... Farklı acılar ve yaşanmışlıklar üzerinden gitse de Munro, hep aynı soruyu soruyor. Kitap da bu anlamda öykülerin dert birlikteliğinden doğan bütünlüklü bir yapıya kavuşuyor. Öyküler, zamanları dolaştığı gibi coğrafyaları da dolaşıyor. Kendi toprağı olan Kanada’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafya bu ve Munro anlattığı coğrafyaların hepsine hâkim. Alice Munro’nun farklı coğrafyalara hâkimiyetini, taşranın öyküsünü anlatmasıyla açıklayabiliriz. Sonuçta taşra ve kasabalılık kavramları dünyanın hemen her yerinde aynı algıyla karşılanıyor ve kahramanlarınız da kırsal kesimin temsilcileri olunca ortaya bir şekilde peşinen aşılmış duvarlar çıkıyor. Yani taşranın vaatleri dünyanın hemen her yerinde aynı şekilde yankılanıyor ve Munro bu algıyı çok iyi yakaladığından taşranın evrensel boyuttaki verimlerine ulaşabiliyor. Farklılığını ise konuk olduğu coğrafyaların gelenekleri üzerine konuşabilmesinde yakalıyor. Açık Sırlar’da da göreceğimiz gibi Balkanlar’da ya da Kanada kırsalında geçen bir öykü anlatabiliyor Munro, farklılığı ise az önce de değinildiği gibi yazarın bu ayrı geleneklere dokunuşunda görüyoruz. Munro’nun kahramanları genellikle kırsalda, taşrada yaşayan ve bölgeye has geleneksel çerçeve ile modern yaşam arasında seçim yapma ikileminde kalmış kadınlar. Öykülerde betimlenen kasabalar, modernizm ve kapitaliCzmin sancılarını çekiyor. Tabii savaş yaM ralarını da unutmamak gerek... Kasabanın insanları ise endüstrileşmenin geYtirdiği olumsuz sonuçlarla darbe alıyor.CTM aşranın temsil ettiği toplum ve aile yapısı, bu anlamda ikilik arasında sıkışıMyY or. Kentlerin ya da modernitenin vaaCYtleri, taşranın vaatleriyle kavga hâlindCeMY. Kahramanlar buna bakarak gelenek ve modernite arasındaki yol ayrımK ının baskısı altında buluyor kendini. Kadınlar, geleneğin ve ikilemlerinin sancılı baskısıyla mücadele ederken kendi varoluşlarının peşine takılıyor. Açık Sırlar’daki kadınlar buna paralel bir gücün temsili olarak yerleşmiş öykülere. Munro, kadın karakterlerine gerçekçiliğe sıkı sıkıya bağlı kalarak sevgi, kazanım, kayıp, yalnızlık ve geçen zaman ile biçimlendirerek nahif ve insani niteliklere sahip bir hayat veriyor. İşte biz de Munro’nun can verdiği bu hayatların içinde dolaşıyoruz Açık Sırlar’da; yine Munro’nun can verdiği müthiş manzaralar eşliğinde... Munro öykülerindeki görselliğin altını özellikle çizmek gerekir diye düşünüyorum. Ev içlerinin, doğanın, insanların âdeta fırçayla renklendirilmiş cümlelerini okuyoruz yazarın kaleminden. Öykülerdeki görselliğin altını çizmek için yazarın kaleme aldıklarından yola çıkılarak dört filmin çekildiğini de söyleyebiliriz: Away From Her (2006), Canaan (2008), Hateship Loveship (2013) ve Julieta (2016). Öyle bir malzeme ki öykülerde sunulan, film çekmeye aday yönetmenler âdeta sahne sahne yönlendiriliyor. n Açık Sırlar / Alice Munro / Çeviren: Püren Özgören / Can Yayınları / 336 s. KItap 1313 Temmuz 2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle