Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ALICE MUNRO’DAN “AÇIK SIRLAR” Kadının adı için... 2013 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alice Munro, Püren Özgören çevirisiyle Türkçede yeni yayımlanan kitabı “Açık Sırlar” ile ezberlenmiş kadın imajının, öğretilmiş kalıpların ve önyargıların yıkılması için çabalıyor. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr S onda söylenmesi gerekeni başa alalım; Nobel Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olan Alice Munro, yazı çerçevesini, evrenselliğin sınırlarıyla çevrelemiş bir yazar ve tam da bu nedenle öykülerinde hangi toprağın hikâyesini anlatırsa anlatsın dünyanın tüm insanlarına ve dillerine seslenebiliyor. Munro’yu tanıyıp bildiğimiz, öykü evreninin merkezine oturttuğu mesele ise “kadın”. Hâl böyle olunca da Munro, merkez çevresine ne yerleştirirse yerleştirsin olay kendiliğinden bir dünya derdine dönüşüyor. Alice Munro’nun ele aldığı konular kapsamında Türkiye göz önüne getirildiğinde kadın cinayetleri ve yok saymalarını, ötekileştirmeleri tabii ki öncelikli olarak gündemimize alabiliriz ancak bu bağlamda Munro’nun öykülerinde çizilen çerçevenin çok daha geniş ve kapsamlı olduğunu söylemeliyim. Öykülerde, az önce Türkiye özelinde değinilen kısım da tarihin farklı kesitlerinden müthiş sahneler eşliğinde veriliyor ancak Munro kadının adı derdine düşmüş bir yazar olarak çıkıyor öykülerinde karşımıza daha çok. Duygu Asena, 1987’de yayımlanan romanı Kadının Adı Yok’ta, kendi ayakları üzerinde durabilmek için hayatın kıvrımlarında yol alan ve Türkiye’de cinsiyeti kadın olan hemen herkesin yaşayabileceği bir serencamı anlatıyordu. Bu serencamın düşüş ve yokuşları arasında hayatın köşesinden başını uzatıp ona tutunmak isteyen bir kadının yaşamıydı bu ve kendisi için varolabilme savaşımını vermekten başka bir şey değildi yaptığı. Asena’nın romanı, bugünden çok uzak olmasa da, yazıldığı tarih için epey kışkırtıcıydı. Öyle ya, bir kadının kendi adı için, varoluşu için yaşayabilmesi, bunun için hayatın ta kendisiyle kavgaya tutuşabilmesi toplum şartlarını ne kadar zorluyordu(!) Tam da bu nedenleydi yazıldığı dönemde yankı bulması ve pek çok adı olmayan kadının kendi ad arayışına ilham vermesi. Duygu Asena’nın romanının bugün hâlâ okunup üst üste baskı yenilemesinin ve Asena adına her yıl ödül verilmesinin nedenlerini durumun çok da değişmediğine yorabilir miyiz? ROMANTİZMDEN UZAK BİR GERÇEKLİK Alice Munro’nun Türkçede yeni yayımlanan öykü toplamı Açık Sırlar’ın sayfaları arasında dolaşırken dümeni birden Duygu Asena’ya kırmamın nedeni; Munro öyküleri arasındayken de tıpkı Asena’nın Kadının Adı Yok’unda duyulan güçlü çığlığın benzerini yakalamaktan kaynaklanıyor. Nasıl ki Duygu Asena’nın isimsiz kahramanı bu hayat içinde kendine yer açmaya çalışıyorsa Munro’nun öykülerindeki kadınlar da hayat cenderesinde kendilerine bir yer açma, seda bırakma, kısacası yaşama derdine düşüyor. Asena’nın isimsizini ve Munro’nun kendine isim arayan kahramanlarını birbirine yaklaştıran en önemli nokta ise cesaretleri. Vurdulu kırdılı bir yiğitliği kast etmiyorum elbette “cesaret” kelimesini kullanarak; bu “cesaret” öyle vurdulu kırdılı değil. Duygu yüklü bir cesaretin resmi Munro öykülerinde çizilen; tıpkı Asena’nın adı olmayan kadınındaki gibi... Munro, kitabında yer verdiği sekiz öyküsünde de ezberlenmiş kadın imajının, öğretilmiş kalıpların ve önyargıların yıkılması için çabalıyor; tabii ki kendine has duru üslubuyla. Az önceki Duygu Asena ve Alice Munro benzerliğini bu noktadan yakalamanın mümkün olmadığını da söylemek gerek. Alice Munro’ya Nobel Edebiyat Ödülü’nü getiren ve tüm dünyada el üstünde tutulan bir edebiyatçı olmasını sağlayan da kadın dünyasının en ince duyarlılıkları arasında dolaşması kadar bu üslubu aynı zamanda. Munro öykülerini daha önce okuyanlar da bilir bu cümleler arasında gezen sessiz müziği. O derece yalın, katışıksız ve süssüz bir anlatımı var ki Munro’nun, buna bir anlamda sessizliğin müziği de diyebiliriz ancak bu yalınlığa karşın öykülerden duyulan çığlık çok derin. Alice Munro öykülerinin farklı bir yere koyulmasına neden olan en önemli unsur da bu belki. Munro, öylesine derin ve ajitasyona müsait acıları o kadar sessiz ve olduğu gibi anlatıyor ki, okur da yaratılan bu kurmaca evrenin sahihliğinden ve olağanlığından zerre şüphe etmiyor. Romantizmden uzak bir gerçeklik deniyor Munro’nun bu tavrına; “ayakları yere basıyor...” Gerçeklerin ve gerçekçiliğin öyküleri bu anlamda Munro’nun kaleminden çıkanlar ve yeni yayımlanan kitap Açık Sırlar da Munro’nun yıllardır ilmek ilmek işlediği öykü evreninin önemli bir parçasını meydana getiriyor. DUYGULAR ÖYKÜCÜSÜ Ancak öykülerin şöyle bir yanı da var; ele alınan gerçeklik, Munro’nun duru üslubu, insanın yüreğine nasıl yaklaşacağını bilen duyarlılığı, öykü evrenini çok iyi tanıyan ve nerede hangi adımı atacağını bilen bir yaza rın ustalığıyla birleşince “mucizevi” denebilecek nitelikler de kazanıyor. Bu “mucize”, metinlerin gerçekten uzaklaştığına değil, aksine >> 12 13 Temmuz 2017 KItap