Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYTEKİN YILMAZ’DAN “ERNESTO’NUN DAĞLARI” ‘Dağlar bizim değildir’ Aytekin Yılmaz “Ernesto’nun Dağları”nda, hiçbir davanın uğruna ölünecek denli kıymetli olmadığını anlatmaya çalışıyor. İyi bir şey ararken buluyorsunuz kendinizi; büyük veya küçük iktidarlardan kaçıp sığınılabilecek bir aralık. Böyle bir sığınağın olmadığını, vicdanı ve aklı diri tutmak gerektiğini fark ediyorsunuz. adalet Çavdar İ çine doğduğumuz çekirdek aile, hayatta karşılaştığımız ilk iktidar biçimlerinin de toprağı. Aklımızı hizmetimizde kullanmaya başlayana kadar adına anne ya da baba dediğimiz insan ve yardımcılarının hükmüne boyun eğmek durumunda kalırız. Sonra mahalle girer işin içine, başka çocukların kendince kurduğu iktidar sahalarına dahil oluruz. Taraf olmak eninde sonunda boyun eğeceğimiz bir buyruk gibidir. Kendi azınlığını ya da çoğunluğunu zamanla belirlemek zorunda kalır her çocuk. Okul, iş, şehir, memleket... İktidar sahaları genişleyip karmaşıklaşınca ve birbiriyle çekişmeye başlayınca kendimizi şu ya da bu kategorinin içinde buluruz. Bu kategorilerle ne yapacağımız, onlarla vicdanımız arasındaki müzakereye ve karşı çıkmak için kullanacağımız kaynaklara bağlı; ya giyiniveririz üstümüze bize biçilmiş elbiseyi ya da onu kendimizce eğip bükerek, olmuyorsa soyunup kendi yalnızlığımızı donanarak devam ederiz büyümeye. En geniş anlamıyla politika bu olsa gerek. En sonunda kendine yakışanı olma ve onu olmak için mücadele etme hâli. CAN YAKAN KAHRAMANLAR Ben belki kuşağımdan ötürü pek inanmadım tüzüklerin yazıldığı, bildirilerin dağıtıldığı, muhabbet masalarında kimliklerin çarpıştırıldığı, bir yandan verili “büyük” iktidarı eleştirirken diğer yandan kurgusuna hizmet ettiği “küçük” iktidar için onca kurban vermeyi olağan gören gruplara dâhil olmaya. Abicilik, ablacılık yapılmasını ya da yapmayı tercih etmedim. Tercih edenlere bakarken de içten içe “keşke şu insanlar kadar inansam düzenin değişeceğine” dedim içimden. Küçük ya da büyük, içine dâhil olduğumuz iktidarın bizim anlamadığımız bir matematiği var sanki. Bir an aydınlandığında da oradan kaçıp kurtulmak istiyor insan, yol bulabilirse eğer. Dünyayı değiştirmek isteyen insanlar kendi kurdukları iktidar düzeneklerinin eleştirilmesine ve değiştirilmesine ya da onları terk etmenize izin vermiyor genelde. Belki de bu yüzden değişmiyor dünya. Aytekin Yılmaz’ın yazdığı Ernesto’nun Dağları, iktidarın dağlardaki boyutunu ele alıyor. 2017, Che Guevara’nın ellinci ölüm yıldönümü. Kendini sol ve sosyalist tarafta gören insanların, hayat hikâyesi hakkında hasbelkader bilgi sahibi olduğu; kiminin sevmekten vazgeçmediği, kiminin unutmayı tercih ettiği bir karakter Che. Ölüyü yüceltmek insanoğlunun kendini ölüm fikriyle mücadele etmek için icat ettiği evrensel yollardan biri. Oysa Yılmaz’ın da kitabında dediği gibi onun silahından çıkan da gül değil, kurşundu sonuçta. İdeoloji ya da yaşam tarzı olarak bir şekilde benimsediğimiz kahramanların, aslında bildiğimiz gibi olmadığını öğrendiğimizde hayal kırıklığına uğrarız. Sonra zamanla anlarız can yakmadan kahraman olmanın yolunun olmadığını. Soğuk dağlarda geçiyor Yılmaz’ın romanı. Yıllarca hapiste kalıp işkenceler çekmiş, ölüm oruçlarına yatmış Heja içerden çıktıktan sonra, sadece bir gün ailesinin yanında kalıp dağa, örgütünün yanına gitmeyi tercih ediyor. Dağlardaki becerisi ve duruşu hasebiyle ona da “Ernesto” lakabı takılıyor. Daha cezaevinden çıktığında gördüğü ilk muamele ile hayal kırıklıkları başlıyor Heja’nın. Sonra onlar büyüdükçe büyüyor. Okuyarak örgütlenen, öğrenen bir adam değil Heja. Onun derdi ve ederi beceri. Kendi maharetlerini başkalarına öğretmekten geri durmuyor. Bir yerden sonra örgütün kendisini gözden çıkardığını düşünmeye başlıyor. Örgütün bir numaralı ama asla eline silah alıp dağa çıkmamış lideri Sanço’ya karşı iki numaralı adam diye namı yürüyor. Örgütte gördüğü yanlışları dile getirmek ten çekinmiyor. Onlara anlatamadığı her şeyi günlüklerine yazıyor. Hayvanların öldürülmesine karşı çıkıyor örneğin ya da insanların... Örgüte dâhil olan insanların birbirine âşık olmasında bir mahzur bulunmadığına ikna etmeye çalışıyor. CEVAPLANMAYAN SORULAR Bir zaman sonra öldürüle ceğini düşünmeye başlayan ama örgütten ayrılmasına da izin verilmeyeceğini bilen Heja başka bir örgüte sığın maya karar veriyor. Yazık ki bu isteği kabul görmüyor sığınma talep ettiği örgüt Aytekin Yılmaz tarafından. Üstelik gitme sine izin verilmediği gibi Sanço’nun bulunduruyor can alma, ocak söndür örgütüne iade ediliyor Heja. Özeleştiri me ayrıcalığını? Hangi can, kime helal vermesi isteniyor. Sorgulandığı koşul kılınıyor? ları kaçınılmaz olarak daha evvel aynı Üç kuşaktır bitmeyen nedenli ya da muameleye tabi tutulduğu devlet ha nedensiz bir savaşın içinde yılladır in pishaneleriyle karşılaştırıyor. Sorguya sanın insana kırdırıldığı öyküler anla dayanamadığı noktada “ya özgürlük ya tılır bu topraklarda. Karakollar basılır, ölüm” diyerek ölüm orucuna giriyor. dağlar bombalanır, ormanlar yanar, Daha son nefesini vermemişken dağla köyler yağmalanır. Bütün bu hikâyeleri ra sığmayan Heja’yı, bir çuvala sığdırıp dinlerken aklımız başımızdan çıkar gömüyorlar. Ardından bu infazı yapan gider âdeta. Başımıza gelse nasıl ta herkesi öldürmeye karar veriyor San hammül edeceğimizi asla düşünemedi ço. ğimiz işkenceleri okuruz romanlarda Ernesto Heja öldü ölmedi kavgaları ve haberlerde. Fakat aklımıza öykünün yıllarca sürüyor tabii. O infaz sırasın yalnızca yarısını gördüğümüzü düşün da orada olan Kenda örgütten bir batı mek gelmez. En yakın politik doğru ülkesine kaçıyor. On beş yıl sonra culuğa teslim oluveririz vicdanımızı Heja’nın günlükleriyle beraber anıla yormaktansa. rını da yazdığı bir kitap yayımlanıyor. Ernesto’nun Dağları, yazım biçimi Böylece Heja toprağın altından çıkıyor. ve diliyle okuru aklından ısrarla kov Yılmaz’ın romanı çok temel bir soru duğu bu sorularla yüzleşmeye davet yu gündeme getiriyor: Yıllardır cumar ediyor. Yılmaz, hiçbir davanın uğruna tesi günleri meydanlarda çocuklarının ölünecek denli kıymetli olmadığını nerede olduğunu soran ailelerin ken anlatmaya çalışıyor. İyi bir şey ararken dilerine aldığı yegâne muhatap devlet buluyorsunuz kendinizi; büyük küçük ken örgüt içi infazlar bu ülkede neden iktidarlardan kaçıp sığınılabilecek bir hiç konuşulmuyor? Örgütler kendi aralık. Böyle bir sığınağın olmadığını, infazlarını neden haklı görüyor? Can vicdanı ve aklı diri tutmak gerektiğini almak kötü ise neden biri yaptığında fark ediyorsunuz. n affedilir ya da görmezden gelinirken diğeri yaptığında kızılca kıyamet Ernesto‘nun Dağları / Aytekin Yıl kopabiliyor? Kim, hangi hakla elinde maz / Siyah Kitap / 168 s. 8 15 Haziran 2017 KItap