22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYDIN ŞİMŞEK’TEN “KOPUK VE HİÇ” ‘Hiç’leşenlerin ‘kopuk’ dünyası Şiirleri ve sanata dair kuramsal kitaplarıyla uzun yıllardan beri edebiyata emek veren Ayın Şimşek’in ilk romanı “Kopuk ve Hiç”; toplumda tutunamayanların, var olamayanların, mağlupların, hiçleşenlerin parçalanmış yaşamlarını kopuk metinler hâlinde dile getiriyor. hÜlya Soyşekerci Ş iirleri ve sanata dair kuramsal kitaplarıyla uzun yıllardan beri edebiyata emek veren Aydın Şimşek’in ilk romanı Kopuk ve Hiç. Beş yıla yakın bir zamanda yazılmış roman, Şimşek’in uzun yıllara yayılan yazınsal emeğini kanıtlıyor. Sayfaları çevirdikçe, derinlik ve sahicilikle yazılan, modernist tarzın sıra dışı deneyselliklerine açılan, özgün bir yapıtla karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Kısa ve yoğun öykülerin yazarlarını, kendi yazı atölyesinde yetiştirme gayreti içinde olan Aydın Şimşek, aynı yazınsal anlayış ve felsefeyle kısa, yoğun, derin, katmanlı ve okundukça yeni anlamlara açılabilen, okurda çoğalan bir romanla selamlıyor bizi. Bir bakıma, kendi yazınsal kuramını uygulama alanında deneyimleyen yazar, Kopuk ve Hiç metnini farklı zaman katmanları içinde anlamlandırıp derinleştirerek, birbirinden farklı anlatıcılarla çok sesli kılarak, yaratıcı ve birikimli okurların dünyasına seslenmeyi başarıyor. Romanda en dikkat çeken özelliklerden birinin, ustalıkla gerçekleştirilen metinlerarası ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç sözcükle, bir kahraman ya da eser adıyla, bir cümleyle, kendi roman metnini başka metinlere açan yazar, böylece metnin anlam katmanlarını çoğaltarak okurun düş ve düşünce dünyasını zenginleştiriyor. Roman dilinin yer yer şiirsel söylemlere açıldığını görüyor; Şimşek’in yıllar boyunca bir şair kimliğiyle var olduğunu anımsıyor ve metin içi imgelere, ses ve çağrışım zenginliği Aydın Şimşek ne bırakıyoruz dünyamızı. Kopuk ve Hiç, yazı ile yaşamın birbi rine paralel ilerlediği bir roman. Aynı zamanda hayatla yazının yanı sıra okurla yazar, kahramanla yazar, kitaplarla hayat, okurla metin de yan yana ve bir arada. Bu birliktelikten oluşan çok sesli koro, metni düz anlamlardan kopararak, çoğulluğa, çoğulculuğa, melezliğe, deneyselliğin keşfedilmemiş ormanına davet ediyor okuru. “SUSMANIN ESTETİĞİ” Yazmak eylemine dair pek çok cümleyle karşılaşıyoruz Kopuk ve Hiç’te. Yazmak eylemiyle yazan insan arasındaki o diyalektik bağı, suskuyu, “susmanın estetiği”ni; yazı yoluyla hayatın hızını yavaşlatma çabasındaki gizemli bağlantıyı ve yazmanın bin türlü hâlini dillendiriyor yazar. Metinde pek çok anlatıcı var; yazar da bunlardan biri. Sıklıkla akışa müdahale ederek, metinle okur arasına girerek yorumlarını ifade eden yazar; çoğu kez, kızına hitap şeklinde dile getiriyor yazı ve insan arasındaki yaşamsal ilişkiyi. Bu dillendirmenin, yer yer bütün yazı kurallarından bağımsızlaşarak bilinçakışı üzerinden bir ırmak gibi sayfalara aktığına tanık oluyoruz. Yazmak eylemiyle ilgili bu yazınsal çabada Kafka’nın, W. Benjamin’in, Calvino’nun, Ferit Edgü’nün... daha pek çok yaratıcı yazarın sesini duyuyoruz. Metinlerden metinlere akıyor bilincimiz, yazardan yazıya, imgelerden gerçekliğe sıçrıyor zihnimiz. Yazmak eyleminin, “insanın içindeki yabancıyla hesaplaşması” olduğunu görüyoruz bir kez daha. Sayfalarda italiklerle dile getirilen bu yazınsal çaba, zihin açıcı bir etki yaratıyor okurunda. Anlatıcı öznelerin sürekli yer değiştirdiği; birinci kişi anlatımından üçüncü kişiye, oradan ikinci kişi anlatımına gidip gelen; bilinçakışı, iç konuşma gibi yöntemlerle çoğalan anlatılar, yazarın, okurun, yazma hâlinin ve metnin sesleriyle yazınsal bir senfoniye dönüşüyor. SEZDİREN BİR METİN Kopuk ve Hiç’te sıklıkla ve bilinçle yinelenen sözcükler var: Kopuk, hiç, uçurum, ırmak, kasaba, yanmak, alev, yalım, alaz, ölüm... Bu sözcükleri en çok ölüm kuşatıyor; hayatın ve dolayısıyla yazının içinde en çok çoğalan ölüm. Roman, bir 12 Eylül anlatısı gibi görünüyor ilk bakışta. Ancak, zamansal kırılmalarla, zaman geçişleriyle yazılmış romanın, zamandizimsel zincirin sürekli koparıldığını, olayların akışının farklı zamanlar içinden anlatıldığını; daha doğrusu sezdirildiğini görüyoruz. Bu bakımdan, Kopuk ve Hiç, “anlatan” ya da “gösteren” değil; “sezdiren” bir metin. Sezgiler yoluyla anlam kazanıyor Kopuk ve Hiç’in dünyası. Geçmişin farklı zaman katmanlarından günümüze gidip geliyor olaylar. “Hatırlamak ağır yüktür” elbette; o nedenle roman kahramanlarının, kendi travmatik geçmişlerini anımsarken aynı zamanda unutmaya meylettiklerini görüyoruz. Geçmişin, 12 Eylül öncesi ve darbe döneminde yaşananların; işkencelerin, korkunç acıların sorgulanması, gerçeklerle yüzleşmeler önemli bir yazınsal çaba. Yeşilırmak kıyısında boğucu bir kasabadayız önce. Romanın kahramanlarından Ejder, ergenlik döneminde sarhoş oldukları bir gece iki arkadaşıyla birlikte intihar girişiminde bulunup nehre atlıyor. Ne yazık ki Ejder’in arkadaşları ırmakta boğuluyor; onu da son anda kıyıda bir dala takılmış hâlde buluyorlar. Ölümü sıradan oyun sanmıştır o ölü kasabanın çocukları. İki arkadaşının ölülerini de yükleniyor genç Ejder; ömrü boyunca iki ölüyü içinde taşıyor. Zamanın, Yeşilırmak gibi ölü aktığı kasabanın ölü zamanı içinde bir deli gibi dolaşıyor. Belleğini yitirmiş, anımsamalardan korkmuş, zamanı ve mekânı kaybolmuştur. “Kasabanın delisi”dir artık. Ölüm hayatı kuşatırken yolu, genç devrimciler Nihat ve Celil’le buluşur Ejder’in. Birlikte eylemlere katılırlar. Ölümler, ağlayan anneler, büyük acıların suskun ifadeleri... Hepsi yolu üzerine serilir. VAROLUŞA DAİR... “Kopukluk” hâli, hem roman kişilerinin toplumdan kopuk, kurallara aldırış etmeyen birer kenar adamı olmalarını simgeliyor hem de romanın bütünleşmeyen kahramanlarının hayatı gibi kopuk kopuk kısımlardan meydana gelmiş yarım/yarıda kalmış bir metin oluşunu... Kısacası “kopuk”, romanın niteliğine dair bir gönderme aynı zamanda. “Hiç” ise romanın felsefi derinliğine; onun, Yusuf Atılgan kahramanlarından Dostoyevski kahramanlarına uzanan toplumda ötekileşmiş, yalnızlaşmış, hiçleşmiş bireylerine atıfta bulunan bir sözcük. Hiçlik; varlığın karşıtı olan, “olmama” hâli. Romanın, bilinçli bırakılan boşluklardan örülü yapısı, kahramanlarının hiçliğe uzanan yaşamlarına eşlik ederek ustaca oluşturulmuş bir biçim/içerik diyalektiğini de ifade ediyor. Romanda “direniş” de önemli bir kavram olarak öne çıkıyor. Böylece karamsarlığın umuda dönüşebildiği gösteriliyor. Susarak direniş; yazarak, okuyarak, anımsayarak, unutarak direniş; aşkla, hayallerle, mizahla direniş... Sanırım, en etkileyici olanı mizahla direniş. Romanda 12 Eylül karanlığının kötü bir uygulamasına, hücreye kapatılan siyasi mahkumların, mizahla, hem de halk mizahıyla karşılık vererek direndiği sahne olağanüstü. Sonuçta Kopuk ve Hiç, bireyin varoluşa dair sorunlarını işleyen; siyasal, toplumsal, yazınsal ve felsefi göndermeleri hayli yoğun bir kitap. Toplumda tutunamayanların, var olamayanların, mağlupların, hiçleşenlerin parçalanmış yaşamlarının kopuk metinler hâlinde dile getirildiği Kopuk ve Hiç, “politik avangart bir roman” olarak, edebiyatımızda öncü rol üstlenen, az denenmişi deneyimleyen sıra dışı bir yapıt. n Kopuk ve Hiç / Aydın Şimşek / Destek Yayınları / 160 s. 4 15 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle