30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Bırakır beni zaman’ Büyük Britanya’nın Galler bölgesinde, Swansea’de 1914’te doğdu. Ortaöğreniminden sonra bir süre South Wales Evening Post gazetesinde çalıştı. 1930’larda yayımladığı dizeler, Eliot sonrası dönemin zekâya öncelik tanıyan şiir anlayışından sonra yeni bir romantizmin habercisi sayıldı. Çürüğe çıkarıldığı için savaşa katılamayan Thomas, BBC’ye oldukça ilginç programlar hazırladı, şiir sanatının radyo yayınları yoluyla geniş dinleyici kitlesine ulaşmasında büyük emeği geçti. Şiirlerindeki doğal öğelerin şaşırtıcı imge zenginliği ve etkileyici bir sesle dışa vurulması, daha disiplinli bir şiir anlayışından yana olan eleştirmenleri yadırgattı. Oysa Thomas’ın şiirleri daha titiz bir gözle incelendiğinde, kendisinin en yoğun duygularını bile belli bir mantık süzgecinden geçirerek imge ve ses dengesi sağlam bir şiir yapısı kurduğu görülür. 18 Şiir (1934, Yirmi Beş Şiir (1938), Aşk Haritası (1939) gibi kitaplarıyla gittikçe artan bir ilgi toplayan Thomas, olgunlaştıkça ilk şiirlerinin güç anlaşılır özelliklerinden sıyrıldı. Daha açık seçik, daha ustaca şiirler yazmaya başladı. Erken üne kavuşması bazı çevrelerde “yeni İngiliz şiirinin Rimbaud’su” diye alkışlanması, kişisel yaşayışı ile sanatının birbirine karıştırılması Thomas’ın şiirini değerlendirmeyi güçleştirdi. 1953’te New York’ta öldüğü zaman, geride bıraktığı efsane 1950’lerde şiir yazmaya başlayan kuşağın Thomas’a olumsuz bir gözle bakmasına yol açtı. Bugün Thomas’ın şiirlerindeki doğaya yakınlık ve iç dünyasını dile getirişindeki etkileyici ses tonu, Gerard Manley Hopkins ve W. B. Yeats geleneğini çağrıştıran özellikler olarak tanımlanıyor. DYLAN THOMAS/ ŞİİRLER/ ÇEVİREN: RECEP NAS Geceleyin uzaktan göz kırpan yıldızlar altında Atlar atlamaz terkisine uykunun alır götürürdü Çiftliği uzaklara baykuşlar Gece boyunca kutsanır ahırlar arasında Ve duyardım, çobanaldatanlar uçardı lodalarla Ve atlar bir çakım görünür kaybolurdu karanlıkta. Ve sonra uyandım, çiftlik gezginci bir masum gibi, Üstünde çiy damlaları, döndü geri, Âdem ile Havva olarak Omzunda horoz, parıldayan tüyleriyle Topluyordu yine eteklerini gökyüzü Ve tam da o gün bir top kadar güneş, O masum ışığın doğumundan sonra olmalı öyleyse Dönenip dururlarken oldukları yerde büyülenmiş atlar ilk başta, Kişneyişleriyle çınlayan tavladan çıkıp dışarı Seğirtirler övünç tarlalarına doğru. Ve onurluydum neşeler taşan evin böğründe Tilkiler ve köylüler arasında, tazelenmiş bulutlar altında Ve mutluydum gerilirken yüreğim hasretle Her gün tazelenen güneş altında Koşuyordum gözü kara Taşıyordu arzularım ta evden loda boyuna Umurumda değildi zamanın izin verdiği hiçbir şey çocuk düşlerimde Tüm ezgileriyle giderek sönen böylesi sabah şarkılarında Çocukların dirimi ve delişmenliği bitmeden Düştüm ardına ve merhametinden uzağa. Değildi umurumda, kuzular denli masum günlerde, Nereye götürdüğü zamanın beni, ha elimin gölgesinde Giderek yükselen, hep yükselen ay aydınlığına Kırlangıç ailesine yuva çatı aralığına Ne de terkine bindiğim uykunun götürdüğü yere Duyuyor olmalıydım sonsuz tarlaları yükleyip kanatlarına Uçup gittiklerini ve sonsuz çiftliğe uyanmak Çocuk seslerinde yoksun toprak parçalarından Ah, gençken ve keyfe kederken, gönenirken Bereketinde ışığının, tutsak etti beni zaman Dirimim ve ölümümle Denizler gibi şarkılar söylesem de zincirlerimle… Dylan Thomas FERN TEPESİ Gençken ve keyfe kederken elma dalları altında Mutluyken çimenlerin dirimince, çalgı çengi evin yanında Yıldızlı vadiden yükselen gecede Bırakır beni zaman, selamlarım Ve gözlerindeki delişmenliğin zirvesine varırım. Ve vagonlar arasında onurlu, elma ülkesinin prensiydim Ve bir zamanlar azametle hükmederdim Dallar arasından sağılan ışıktan nehrin akımınca Takılıp papatyalarla arpalara Sürüklenip giden ağaçlara ve yapraklara. Ve kan damlarken yanaklarımdan, kaygılardan uzak caka satardım Ahırlar arasında, mutluluğun durağı avluda şarkı söyler gezerdim Yurdumdu çiftlik, güneşin altında, ki ne de gençti bir zamanlar Bırakır beni zaman, ben oynarım Ve ışığının bereketinde gönenirim. Ve hayat dolu ve gönençli avcıydım, çobandım Kutsardı şarkılarla gücümü buzağılar, tilkiler tepelerde Ürürdü uzaktan buz gibi, içimde bir ürkü Ve usuldan çalardı kutsal dinlence gününün çanı Çakıl taşlarının kutsal akıntısında. Akıp dururdu gün boyu, şirindi üstelik Dam boyu saman tarlaları, ezgiler yükselirdi Bacalardan havaya oyun oynaş içinde, şirin mi şirin Ve su berraklığında ve çimenler gibi dirim yangınında GİRME ŞU GECENİN KOYNUNA BÖYLE NAZENİN Girme şu güzel gecenin koynuna böyle nazenin Bırak yansın eski çağ ve çılgına dönsün kapanırken gün Kus öfkeni, kus; ışıklar ölürken. Ahir ömürlerinde bilgeler, öğrenseler de adaletini karanlığın Çün şimşekler çakmaz olmuştur sözlerinden Girmezler şu güzel gecenin koynuna böyle nazenin. İyi adamlar, nasıl da haykırırsınız aydınlığı, son vedayla çekip giderken Dans etmiştir belki de yeşil bir koyda naif edimleriniz Kusun öfkenizi, kusun, ışıklar ölürken. Vahşi adamlar, yakalayıp gökte güneşi, şarkısını söyleyen Ve akarken kendi yolunda, ah, ne de geç, öğrenirler yas tuttuklarını güneşe Girmezler şu güzel gecenin koynuna böyle nazenin. Ölü gözlerle bakan ciddi adamlar, kıyısında ölümün Göktaşları gibi alevlenirdi kör gözleriniz ve neşe saçardı Kusun öfkenizi, kusun; ışıklar ölürken. Ve sen, babam; orada, doruğunda acının Kargışla beni, kutsa beni öfkeyle döktüğün gözyaşlarıyla, yalvarırım Girme şu güzel gecenin koynuna böyle nazenin Kus öfkeni, kus; ışıklar ölürken. n 18 18 Mayıs 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle