Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> ve tribün polisliğini beceremediğimi gösteriyor bu. Kargaşayı yatıştıramadığımı. İsterdim ben de herkes yerli yerinde otursun, ben Balzac’ım, ben Orhan Kemal’im, benim adım Ernst Bloch diye ortalığa fırlamadan edeplice oyunu izlesin. Bu tiplere “zor çamaşır” deniliyor galiba, yattıkları yerden bile karışıyorlar tartışmaya. Sonu gelmez bir hak talebi. “Aylaklık” konusuna gelince... Atılgan’da kitabın adı buydu ama konuyu asıl işleyen, bütün girdi çıktısını ortaya döken Geçgin oldu. Niçin? Çünkü aylaklığı kendi ait olduğu (ait sanıldığı) sosyal sınıfın dışına çıkardığı için. Atılgan’ın aylağı burjuva denemese bile paralıydı, mirasyediydi; Geçgin’in üç romanında dönüp duran avarelerse işçi sınıfından gelen imtiyazsızlardır. Bu sınıfsal odak kayması, bizim gibi amatör sosyologlara da bolca tarihseltoplumsal şerh fırsatı sunuyor. Hani, tersten on birinci tez: Madem yıkmayı beceremiyorsun, bari anlamaya çalış. “BİR MİRAS BIRAKMAK İSTİYOR MUYUM?” n Metinleri, yazarları ve olayları birbirleriyle konuşturma uğraşı var yazdıklarınızda. Peki, siz nasıl konuşuyorsunuz bir metinle, yazarla ya da olayla? n Olay gelip çarpıyor, ben sersemlemişken geçip gitmiş oluyor. Sonra peşine düşsen de nafile. n Bu konuşturma ne gibi imkânlar, bakış açıları sunuyor yazar ve okura? n En kapalı, en hermetik yapıt bile tek, kendinden ibaret değildir. Hele şu çağda bütün kitaplar ve filmler dedikoducudur, boyuna konuşmaktadırlar, kendileri farkında olmasa da. Hepsinin modelleri, öncelleri, rakipleri, umulur ki izleyicileri vardır. Mesela en az “edebi” diye bellediğimiz romancılarımızdan Orhan Kemal – kendi yarıotobiyografik üçlemesini (Baba Evi, Avare Yıllar ve Dünya Evi) yazarken Gorki’nin biraz buna benzer bir üçleme yazmış olduğunu tam ne kadar bilmiyordu? n Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin arasında Nurdan Gürbilek’in kitabının ismi gibi bir ‘Benden Önce Bir Başkası’ ilişkisi var mı? Bu birbirini “besleyen” ya da “tamamlayan” diye nitelenebilecek bir ilişki mi veya nasıl isimlendiririz bu ilişkiyi? n Gayet tabii. Ama Nurdan’ın güzel başlığı meselenin sadece bir yanını gösteriyor. Zihinsel yapıt, en çok da sanat yapıtı (ama bazen mühendislik yapıtı da) her zaman korkulu bir aralık içine düşer: Benden önce hep bir başkası vardır bunu söyleyen, belki daha iyi söyleyen ya da sırf ilk söyleyen ne çare ki işin devamı da vardır: Bir miras bırakmak istiyor muyumdur? Beni doğru anlamış bir ardılım olsun istiyorum mudur? Yoksa asıl istediğim hiç çocuğum veya torunum olmasın, soy gelip bende tıkanmış olsun mudur? Bir süreç içindeki kesik anı mı olmak istiyorumdur? Sanıyorum Goethe gibi bir “deha” da kendinden önceki kuvvetli ustaya (Shakespeare) ve kendiyle başlayan daha zayıf devamcılara (Romantikler) bakarken aynı tedirgin aralıktaydı. Burada işler karışır. Mesela Melih Cevdet, kendisinden sonra gelenleri hiç okumamış gibi yaptı ama oradan KItap gelen şiddeti kullanarak kendisini onların önüne, ilerisine attı. “Beslenmek” olur ama ancak “tamamlamak” fikrini reddederek ya da çarpıtıp saptırarak olur. Kuvvetin dünyasında çatışma hep vardır, tıkanma, yenilgi ve hile. “BENİ ÜYE KABUL EDECEK OLAN KULÜBE BEN BİLE ÜYE OLMAM” İBKİRVİEAKKRAIAZHBKKAAAYHORALDDCOUELLŞUU,ĞBUİR n Bir “döngü”den bahsediyorsunuz Atılgan ve Geçgin arasında. Bu dön günün tamamlayıcı unsurları neler? Ya da bu döngüyü özel kılan bitimsiz ve her yeni okumada kendini yeniden doğurabilmesi mi? Ve Ayhan Geçgin’i neden “Aylak Adam’ın en iyi okuru” olarak tanımlamak mümkün? n Atılgan’da bir döngü var, kitabının “mevsimsel” bölümlenişinin de belli ettiği gibi. Ama sanıyorum çoğumuz ya da benim yaşımdakiler, onu 60’larda, 70’lerde okurken öyle okumamışızdır, dairevi hareketi kaçırmışızdır. Onu döndürmeye başlayan, gecikmişçe başlayan Geçgin oldu (böyle bir ilkel kelime oyunu yapmaktan utanmıyo rum). Bu döndürme Aylak Adam’ın icra edilmesini, sahnelenmesini, oy nanmasını sağladı. Ben de bu yüzden kitapta Geçgin’i, Atılgan’ın ilk değilse bile en iyi okuru diye niteledim. Aylak Adam’ın sanki gizlenmiş, mahcu biyetten açıkça söylenememiş gibi duran “kirli çamaşırları” Geçgin’in bahçesindeki iplerde çoktan kurumuş tu. Şu var ki Atılgan da Geçgin’e tam cevaplayamayacağı sorular sordu ve çok erken verilmiş cevaplara da burun kıvırıyordu. n Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’i edebiyatımızda “özel bir yere” koyan unsurlar neler peki? n “Özel bir yer”... Başkaları adına konuşmak istemem ama bu iki yazarın da burada bir duraklayacağını sanıyo rum. Özel yer, eşsiz yer, Aylak Adam’ı yazdığında (1958) Atılgan için henüz hayal bile edilemeyecek bir yerdi ama sene 1959’a geldiğinde o yer zaten çok tan geçilmişti, hiç sahiplenilemeden. Kendisinin son derece alçakgönüllü bir kişi olmasıyla da ilgisi yok bunun (ben tanıdım ama asıl Eray Canberk’e so run). Geçgin ise hâlâ yaşıyor, yazıyor. Demek sadece bu soruyu ancak kendisi cevaplandırabilecek yerde bulunmak 2015 WILL EISNER la kalmıyor, sorunun esas itibariyle MADALYASI kcyeaavzlaaıyrpıolnarı,nnydadırşaıılyymoaraz.zmYoaalyzdaduığdğueınvnaaumgdöaertebt,iiğlbeianrşeiBkIRVAEIKRBIKAIKARIBZHMAKKAAYACOHREALDRCEDAUSO.L.,.LUUGU egHyyşöeeesrrrrieükozky,elmosWbreah.allGeirırdrhitrıotariilnşğ’oiüirbçngaiırisktbıaaı,işmn.çıŞlabıbeğğoyudılnnadvaşuieyöekkezdacaeeserlbtğıveişiyetımkmat,be. irkdAiasioçbarntigydeinnrnddaeaydı’usiznogauk.ılnarirctNgakuaueesbimnlbnuiavisgmbçdagoaoiriarintnkçamküreıziikça,s?iymkktiohsHaeıazarlrdeek.fkırisÇrtgaüaıünrkizpdssene.eHkyeüerküseeyrsdeyelikebke,AcaieArbermonikdnkrna..neı.bzurdasaineri Gürbilek’in o kitabını da esinleyen Harold Bloom’a göndermeyle: Şiirler yoktur, şiirlerarası alan vardır. Bir çe Türkçeleştiren: Mert Batırbaygil kişme, rekabet, müzakere ve karşılıklı tanıma alanıdır o. Tanımak ne kadar can yakıcı olsa da bir Kâmuran Şipal’in hiç adının geçmediği yerde mesela bir Adnan Özyalçıner de kendisini o kadar sağlam hissetmeyecektir. Ama kur nazlar tersinden söyler bunu, Groucho Marx gibi: Beni üye kabul edecek olan kulübe ben bile üye olmam. n Kardesim ve Ben Raina Telgemeier MACERA ... Ka rdevesiBmenkit“aGbüılbüimrstüe’ryliüoeLklyuimnmndaeJknoöhbynılresathkooanmsuamdıamg. Hittairkiki,a!” Gülümse Gülümse Raina Telgemeier Raina Telgemeier Aile, ArEkVaEdTa,sG, EERrkÇeEkKleBrIRveHDIKisÂYKEâ!busu... AnnaD’Fnbiaısnükyattpüeetkelkblkekbıadrridsdiirl,eaeıagdgmçaıeiıirekpvkkmilariayöerada,nmstaoıd,svgdeiesceraiakkronoenenolkrkıasrlkeemıunbronaublkçml aokbgaosniyröknuaaursanüdlustnpaınontodcrpüpauısesünküklılaenayyfırrafeartkdökmdıazgaıemrrgvzıecasrmnıruıkidc:sblıiegsugg.iı iobvil.eil,mak. Raina Telgemeier ISBN: 9786055678425 Gülümse'nzinıtlyıkalzaarrüı Rzeariinnae,Teeğlgleenmceeliiebr'idragnraafiikleroiçmi ialent.işim ve Orhan Koçak / Tehlikeli Dönüşler / Metis Yayınları / 398 s. TÜYAP BURSA KİTAP FUARI SALON 2 No:502 1523 Mart 2017