Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ORHAN KOÇAK’TAN “TEHLİKELİ DÖNÜŞLER” ‘Bütün kitaplar dedikoducudur’ Şahan nuhoğlu Adını şiir eleştirileriyle andığımız Orhan Koçak’ın yeni kitabı “Tehlikeli Dönüşler”, Yusuf Atılgan’ın romanı “Aylak Adam” ve Ayhan Geçgin’in üç romanı “Kenarda”, “Gençlik Düşü” ve “Son Adım” üzerine bir okuma girişimi. Koçak bu romanlar paralelinde modern zaman aylağına eşlik ediyor, ona nüfuz etmeye, anlamaya çalışıyor. Böylelikle “Tehlikeli Dönüşler”, Atılgan ile Geçgin’in kitaplarını karşılaştırmaktan çok, içerdikleri anlamları yeniden inşa etme çabası hâline geliyor. Orhan Koçak’la kitabını konuştuk. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr B u söyleşiye eleştiri ve eleştiri anlayışımız üzerine konuşarak başlamak en doğrusu. Edebiyatımızda güdük kalmış ya da bir şekilde halkanın dışına itilmiş bir verim mi eleştiri? Bunun nedenleri neler sizce? Eleştiriyi alımlayış mantığında bir sakatlık mı söz konusu, yoksa farklı nedenleri mi var? n Benim özel, “bana özgü” bir eleştiri anlayışım yok. Okuyorum, etkileniyorum, o zaman yapıt hakkında ileri geri konuşmak geliyor içimden. Uğraştığım şey çoğu zaman yapıtın (veya yapıtların) kendi kendini icra etmesini, kendi kendini oynamasını sağlamak oldu. Güçlü, zorlayıcı, ikna edici yapıt zaten kendisi hakkında söylenmesi gerekenlerin yarısını yine kendisi bize söyler, öbür yarısını da sezdirir, gizleyerek, çarpıtarak, saptırarak sezdirir. Bilmediği şeyler de vardır kendisi hakkında, anlayamadığı, belki uzun süre anlaşılmadan kalacak şeyler. Okur ya da eleştirmen bunların bir kısmını fazla kırıp dökmeden açığa çıkarabiliyorsa ne âlâ... Eleştirinin “güdük kalması” meselesine gelince... Bilmiyorum. Neye kıyasla güdük? Romana, filme, şiire mi? Belki. Yine de size bir çırpıda on beş yirmi iyi eleştirmen sayabilirim, üstelik bunu yaparken Tanpınar ve Cemal Süreya adları aklıma bile gelmemiş olabilir. Ama ben burada işin “talep” yanını kurcalamaktan yanayım. Şahıs iyi bir roman okurudur mesela, bir kitaba bayılmıştır, “şurada şöyle bir yazı çıktı onun hakkında” dersiniz. Hiç istifini bozmaz. Kendi okuması yeterlidir onun için, orada o anda aldığı zevk yeterlidir. Başka insanların ne düşündüğünü merak etmiyordur. Kitap okunmuş ve derhal unutulmuştur. İkinci derece düşünmenin “güdüklüğü” diye bir maluliyet söz konusu olabilir, refleksif düşünme eksikliği. n Bugüne kadar çoklukla şiirle andık adınızı. İmgenin Halleri’ni dışarıda bırakarak söylüyorum; yazdıklarınız da bu yöndeydi: Bahisleri Yükseltmek, Kopuk Zincir, söyleşi kitabı Turgut Uyar ve Başka Şeyler... Tehlikeli Dönüşler ise romana odaklanan bir çalışma. Tehlikeli Dönüşler’i yazmaya iten, diğer bir anlamda sizi roman üzerine bir kitap yazmaya yönlendiren neydi? n Geçgin’i okudum, en hafif deyimle “etkilendim”. Yaşadığımız zaman ülke ve hayat hakkında tekinsiz şeyler söylüyordu. Ama bu metinler başka bir yerden, başka bir zamandan da çağrılıyordu sanki, Atılgan’ın yarım yüzyıl önceki Aylak Adam’ından... Bu iki yazar, kendi aralarında artık sadece ikisine ait de olmayan bir çağırma, adlandırma, anlamlandırma, tartışma ve teşhir alanı açıyordu. Bu alana başka yerlerden, farklı zamanlardan ve iklimlerden isimler de üşüşüyor: Duygusal Eğitim, Lukács ve Benjamin, Şato, Kapital ve Lacan vb. Bu itişip kakışan kalabalığı sakinleştirmeye, belli çıkışlara “yönlendirmeye” çalıştım. “İZLEK VE ODAKTAN DAHA ÖNEMLİSİ, SINIR VE ÇERÇEVEDİR” n Yusuf Atılgan ve Ayhan Geçgin’i aynı kitap çatısı altında birleştiren ilmekleri merak ediyorum... Hangi ilmekler, hangi izlekler size bu iki yazarı birlikte okuttu? n İzlekler, ilmekler... Atılgan’ın uzattığı ip vardı önce: Arayış. Ama ben onu önce okurken fark edememişsem bile, Geçgin onu okurken bu arayışın boyuna büküldüğünü, kıvrıldığını, bir “dönüp durma” hâline geldiğini göste riyordu. Böylece dönüş kavramı çıktı, dairevi bir hareket. Buradan giderek “arayış” denilen şeyi “arzu” denilen şe ye eşitlemek benim için bile zor olma dı. Bu da her şeyi kolaylaştırdı. Arkası çorap söküğü gibi geldi, kısa çorap. n Peki, nasıl bir çerçeve sundu size bu iki yazar? Tersten bir bakışla; siz okura nasıl bir çerçeve sunma gayreti içindeydiniz bu iki yazarla? n Onlar, ikisi de, kendi çerçevelerini dayatıyordu zaten; arayış, dolanma (“aylaklık”), varış zorluğu... Ben sadece bu çerçeveyi görünür kılmaya çalıştım. Çünkü ressam tuvalini çerçevesiz sun muştur bize, yine de bir sınırı vardır görüntünün ama biz onu görmeyiz çoğu zaman, resmin sonsuzca yayı lamadığını ve bunun da görüntünün içeriğini veya anlamını belirlediğini fark etmeyiz. İzlekten ve odaktan daha önemlisi, sınır ve çerçevedir: Dışarıda bırakılan her şey. Şu var ki ben bunu yapamadım. n Tehlikeli Dönüşler’i sadece Atılgan ile Geçgin üzerinden “aylaklık” kavra mını anlama çabası olarak okumak ye terli mi? Demem o ki, kitapla amaç sa dece bunlar üzerine düşünmek miydi? Yoksa yalnızca yola çıkışınızı ateşleyen fikir mi bu oldu? Şundan soruyorum; Tehlikeli Dönüşler’i söylediklerimden çok daha fazlası olarak görüyorum. Kavram etrafında sadece Atılgan ve Geçgin değil, dünya edebiyatı dile geli yor. Dolayısıyla kitabın seyir defteri de epey kabarıyor... n “Kabarık” kelimesini bir iltifat olarak almıyorum, maç >> 14 23 Mart 2017 KItap