Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JOSEPH ROTH’TAN “HOTEL SAVOY” Yeni Avrupa’ya açılan kapı Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, deyim yerindeyse domino taşı gibi devrilip giden insani değerlerin kara mizaha çalan üslubuyla sözcülüğünü üstlenen yazarlardan biri olan Joseph Roth’un “Hotel Savoy” isimli kitabı, yirminci yüzyılın bu kırılma ânının hemen sonrasını başkarakter Gabriel Dan aracılığıyla anlatıyor. Roth, romanıyla hem bir trajediyi hem de yeni dünyaya dair umutları dile getiriyor. Joseph Roth MEHMET KÂŞIF ÖZKEÇECI K onuya hâkim olan veya kendisini hâkim hisseden; tarihi bilen ya da bilmeyen büyük bir çoğunluk, yirminci yüzyılın kırılma ânı olarak 1929 Ekonomik Bunalımı’nı ve İkinci Dünya Savaşı’nı gösterir. Fakat aslında, hem bu iki olaya hem de yirminci yüzyılın geri kalanına yön veren gelişme Birinci Dünya Savaşı’dır. Ekonomik, siyasi, sosyal ve diğerlerine göre kısıtlı olmakla birlikte kültürel atılımlar, geri kalmışlıklar ya da farklılaşmalar, bu ilk büyük (topyekun) savaşı doğururken denk olmayanları siperlerde eşitlemişti. Birinci Dünya Savaşı, şaşaalı Avrupa’nın kendisini katlettiği, yakın gelecekte yaşanacak kültürel boşluğun ve yozlaşmanın da habercisiydi. En çok Almanya’da karşılaştığımız bu boşluk, savaştan çıktığında nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmeden anlamsızca dolaşan bir kitle yaratmıştı. Böylece savaşta eşitlenen tüm toplumsal kesimler, anlamsızlık ve amaçsızlıkta da birbirine denk hâle gelmişti. İki savaş arası dönem dediğimiz bu zaman dilimine toplumlarla birlikte biliminsanları, sanatçılar, politikacı ve yazarlar tanıklık etti. Hitler 1933’te iktidara geldiğinde; daha doğru bir deyişle Almanya’yı ele geçirdiğinde ülkeyi terk eden, felsefe okuyup gazetecilik yapan, Avrupa’nın en kanlı ve sarsıcı dönüşüm günlerinde kalem oynatan Joseph Roth, dönemin tanıklarındandı fakat yazdıkları çok uzun zaman sonra tam olarak anlaşıldı. Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, deyim yerindeyse domino taşı gibi devrilip giden insani değerlerin kara mizaha çalan üslubuyla sözcülüğünü üstlenen yazarlardan biri olan Roth’un Hotel Savoy isimli roman, yirminci yüzyılın bu kırılma ânının hemen sonrasını başkarakter Gabriel Dan aracılığıyla anlatıyor. SIRLARLA ÇEVRİLİ İNSANLAR Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı travma tek tip değildi. Mesela Roth’un Hotel Savoy’daki başkarakteri, üç yıllık esirliğin ardından savaşın bitimiyle akrabalarının yaşadığı şehre geliyor. Pek çok yerden daha Avrupai görünen otelin kapısından girip odasına yerleştiğinde, savaşın yarattığı yoksunluktan olsa gerek, başka zaman göze çarpmayacak ufak ayrıntılara mest oluyor. Çünkü Dan’ın zihninde kötü hatıralar var: Askerler, katiller, öldürülen insanlar, esirler, sürgünler... Hotel Savoy, içeri giren herkesin neredeyse merasimle karşılandığı ama Avrupa’nın yakın geçmişine uygun şekilde, katlar arasındaki sınıf farklılıklarıyla öne çıkan bir yer; müşteriler her kesimden insanla yüzleşme imkânına sahip. Avrupa’nın; iki savaş arasındaki dengesi şaşmış, ekonomik açıdan tutarsızlıklarla ve kırılganlıklarla örülü durumu, Hotel Savoy’da cisimleşmiş gibi. Oteldeki gezintisini şehre taşıyan Dan’ın gördükleri, tahmin edilebileceği gibi çatışmalar yüzünden harap olmuş sokaklarda kendine gelmeye çalışan insanlardan mürekkep; zenginlerin mekânlarıyla fakirlerinkiler arasında fazla mesafe yok. Fakat bu yakınlık sadece parsellerin konumundan ibaret. Gelir dağılımında bir uçurum söz ko nusu. Savoy da bu anlamda, kentin ve Avrupa’nın tamamını yansıtan bir özelliğe sahip: Para babaları, eski milyonerler, kaçakçılar, askerler... Kimilerinin benzemeye çalıştığı ve görüldüğünde kaçılması gereken herkes orada. Dan, “buradaki insanların hepsi sırlarla çevriliydi sanki” demekte ve “Bunları ben rüyamda mı görüyordum?” diye sormakta haklı. Savoy yeni ve sancılı Avrupa’ya açılan bir kapıya benziyor ve Dan, diğer tüm müşterilerle birlikte orada yaşamaya başladığında teşhisi koyuyor: “Bu Hotel Savoy tıpkı dünya gibiydi, dışarıya parlak ışıklar saçıyor, yedi katından ihtişam fışkırıyordu, oysa içeride Tanrı’ya en yakın olan yerlerde yoksulluk hüküm sürüyordu, yukarıda kalanlar, aslında en diptekilerdi, havadar mezarlara gömülüydüler ve bu mezarlar aşağıda huzur ve keyif içinde, tepelerdeki hafif tabutların ağırlığını hissetmeden yaşayan karnı tokların rahat ve konforlu odalarının üstünde kat kat yığılmaktaydı.” Dan’ın söz ettiği üst kattaki ölülerden biri de soluduğu çamaşır buharı nedeniyle hayatını kaybeden müşterilerden, Varyete tiyatrosunda palyaçoluk yapan Sançin. Bu gelişme, Dan’ın Savoy’a dair kuşkularını artırdığı gibi otelden bir an önce ayrılmak istemesine neden oluyor. BİR TÜR ARAF Savoy’da geçirdiği günlerin hemen hepsinde, savaş esiri olduğu yılları hatırlıyor Dan. Otelin de bir yönüyle kampa benzediğini düşünüyor sık sık ve aklına kaçma fikri düşmesine rağmen Savoy’daki insan topluluğu içinde yaşamayı sürdürüyor. Bu durum, kaçmak istenen savaşa dâhil olmaya, ne kadar arzulansa da anıları unutamamaya veya Dan’ın başına geldiği gibi kentte başlayan grevin bir şekilde insanı önüne katıp götürmesine benziyor. Gururla savaşa giden askerlerin, yurtlarına dönüşte dilenmekten ve hırsızlık yapmaktan vazgeçememesi gibi Savoy’da kalmak da Dan’ın “kaderi” sanki. Dan ve başkaları için Savoy ara durak olmasına rağmen, savaşın ertesindeki Avrupa’nın küçük ölçekli bir yansıması aynı zamanda. Roth, çatışmaların yarattığı boşlukların alelacele doldurulmaya çalışıldığı bir kıta ve insan ilişkilerini tasvir ediyor Savoy ve müşterileri aracılığıyla: “İnsanların durumu kötü, acıları dev bir duvar gibi önlerinde dikiliyor. Toz grisi tasalarla sarmalanmış olarak örümcek ağına yakalanmış sinekler gibi çırpınıyorlar. Kiminin ekmeği yok, kimi ekmeğini bile acılıkla yiyor. Kimi sadece karnını doyurmak istiyor, kimi özgür olmak.” Hangi katta olursa olsun müşterilerin hiçbiri güle oynaya Savoy’da kalmıyor; Roth’un çizdiği otel tablosu ve oradakilerin ilişkileriyle kurulan düzen, tam bir Araf’ı çağrıştırıyor. Hatta “Hotel Savoy felaketin ta kendisi” sözü, yazarın anlatmaya çalıştıklarına dair en kestirme ifade. Savaştan dönen ve “devrim mikrobunu” grevden kırılan kente getiren askerler ise Roth’un ironisinin ve tarihî göndermelerinin bir örneği. Yazarın bu üslubu, Hotel Savoy’u yeni Avrupa’ya, dünyaya geçişin ara durağı hâline getirirken savaş, devrim ve sosyal travmalar arasında kalan şehri, kıtayı resmediyor. Bu bakımdan yazarın romanıyla hem bir trajediyi hem de yeni dünyaya dair umutları dile getirdiğini söyleyebiliriz. n Hotel Savoy / Joseph Roth / Çeviren: Bilge Uğurlar, Türkis Noyan / Can Yayınları / 136 s. 4 14 Aralık 2017 KITAP