20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Öyküyle romanda çatışan, buluşan... Öyküroman, yazınsal türler olarak farklı bir okuma yı da zorunlu kılıyor. Öyle ya, öyküyü roman gibi almak, romanı hikâyeye indirgemek mümkün mü? Sanat türleri, biçemleri kendi özgünlüğünü daya tıp alımlama biçimlerini de etkiliyor çünkü bu yolla. 1990’larda sanat alanlarında köklü biçimde, büyük bir hızla yaşanan değişim son çeyrek yüzyılda bambaşka yönseme, açılım sergileyerek bugünlere durduğum Hasan Gören gibi tıpkı Ayhan da bilişsel anlamda sonradan öğreneceği bir döneme özgülüyor romanı. Ancak, farklı biçemle fantastik bir evren üzerine oturtup öyle geliştiriyor anlatısını. geldi ülkemizde. Özellikle öy Bir sanat yapıtının, yüksek estetik haz küde, romanda birdenbire önümüze çıkı kadar eğlenceyi de savsaklamaması ge veren “ilk kitap” salgını, çığ hâlinde ciddi rekliliği üzerinde duruyoruz hep. Ayhan yatak oluşturdu denebilir kendisine. Koç, ilk elde kendisini parlatan bu eğlen İlk kitap yayınındaki çokluğa karşı çı celi anlatımla okurun gönlünü fethediyor kıyor değilim, yıllardır bunlara geniş yer elbette. Romana giydirip yakıştırdığı alay açmış, açmayı sürdüren biri konumun samanın yanı sıra damak şakırtılı Evliya dayken hele, böyle bir tutumum olabilir Çelebivari abartıdan pay alan bu anlatıyı mi? Ancak ilk kitapları dikkate almakla alabildiğine uçuruyor böylece genç yazar. birlikte bunlarda ille boncuk bulunması Anlatıcı Sadık’ın, anılarını aktarıyormuş gerektiği kanısında da değilim doğrusu gibi bıçkın tutumla kaleme aldığı metin kendi payıma. havasında anlatı olarak geliyor yapıt. AYHAN KOÇ; “SIRLIÇEŞME”… “İsmiyle müsemma sadık”, “sahibine bağlı bir gölge”dir âdeta (59). Fikret’tir Bunlardan son okuduğum “2017 bu. Sadık, okuduğumuz romanı şu sa Everest İlk Roman Ödülü”nü alan Ay tırlarla tanıtır bize: “Fikret kasabanın han Koç’un (d. 1983) yapıtı: Sırlıçeşme tarihindeki kişilerin yaşamları ile şimdinin (Everest, 2017). İlk romanıyla üzerinde insanları arasındaki ortak paydaları tespit [email protected] www.sadikaslankara.com ederek, panoramik, büyülü gerçekçilikle bir roman yazmak istiyordu. Kitapta bir başkahraman olmayacaktı. Anlatıcı kendisi olacaktı. (…) Kitap bittiğinde okurun zihninde bir Sırlıçeşme tablosu yaratmak istiyordu. Roman o tablo olacaktı. Yalnız, uzak, ama çok yakın bir kasabanın resmi” (172). Sadık, “Fikret’in romanını devraldığı”nı (231), “hasbelkader” romanı kendisinin yazdığını, Fikret’in tasarladığından farklı olarak arkadaşının yaşamını buna kattığını söyleyip sürdürür anlatısını. Sonuçta kasaba parodisi bağlamında nitelenebilecek anlatı, büyük bir Türkiye alegorisi getirmiş olur önümüze. Sadık için bu, arkadaşı Fikret’i başrole oturttuğu aşk romanı olacaktır ama idealist kuşak döneminden gelen son temsilcilerden birinin hüzünlü öyküsü olarak da okunabilir yapıt. Ötesinde bir televizyon dizisinin arka arkaya getirilmiş hikâyelerini çağrıştıran bir seyirlik olarak da bakılabilir buna. ROMANDA HİKÂYE: SIRT SIRTALIK, YAN YANALIK, PAYDAŞLIK… Yine de fantastik evren üzerine oturtulan, bu yönde masalsöylen diliyle, ama meddah sunumundan ortaoyunu düzenine bir geniş yelpazeyi arkasına alan gülmece desteğinde, yer yer kara anlatı çağrışımıyla yapılandırılarak, açık biçemle örüntülenen böylesi romanın anlatıyla içlidışlı hikâyeler aracılığıyla gerçekleşeceği kesin. Nitekim Ayhan da ana omurgayla çevrimsel bağlar içinde pek çok hikâyeyi konuk ediyor kurgusuna. XII. Bölüm (ss.167179), bir yandan romanın dayanaklarını açımlıyor öte yandan öykü, roman türlerine değiniyor. Fikret öyküler de yazmakta, hatta yayımlamaktadır zaten (171, 223 vb.). Bunda örtük bir Martin Eden vardır ayrıca: “İçimde bir Martin Eden olmadığını söyleyemem.” (224) Böylelikle biz, Ayhan Koç’un Sırlıçeşme adlı romanında pek çok hikâyenin ana omurgaya eklendiğini görüyoruz. Birbirinin döngüsünde, iç içe halkalanarak gelişen anlatı biçemi, romancılığımızda artık başat konum sergiliyor. Bu açıdan Ayhan’ın tutumu farklı değil. Ama o, buna eğlence katıyor diyelim. Nitekim kendisi de dillendiriyor bunu: “İnsanları güldürmekten oldum olası zevk almışımdır” (170). Öykü, olan bitenin sığdırılıp anlatıldığı hikâyeden farklı, bundan hoşlanan bir tür değil. Bu, roman için gereksinirlik durumunda kaçınılmaz elbette, ancak anlatının bunu gereksinmesi zorunlu yine de. Roman evreninde, kapsayıcı dil mantık yapısı içinde hikâyeyle paydaşlık kurmak zorunda anlatı. İşte o zaman yerli yerine oturur bunlar hikâye olarak. Ama paydaşlık kurulamıyorsa, bu sırıtacak, uyumsuzluk sergileyecek, hikâyeyle roman birbirine sırt dönecektir. Oysa gereksinilen sırt sırtalık değil, yan yanalık da değil, doğrudan katılımcılık, özetle paydaşlık. İşte Ayhan Koç, onlarca kurgu kişisi yaratıp bir o kadar hikâye kurarak yapılandırdığı ilk romanında, bunları aşmış görünüyor, hoşnutlukla okunan bir romanla çıkıyor okur karşısına. n ÖYKÜDENLİK... Yusuf Atılgan; “Bütün Öyküleri… H epi topu onon beş öykü, Yusuf Atılgan’dan kalan, “Bütün Öyküleri” (2017) başlığı altında son olarak Can’ın yayımladığı. Yazarın Bodur Minareden Öte (1960) adıyla yayımladıkları da içinde. Kimileyin az da olsa, öykü yoğun etkiye yol açabiliyor. Sözgelimi Onat Kutlar’ın İshak (1959), Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken (1975) adlı öykü verimleri anımsanabilir. Yusuf Atılgan da bunlardan biri. Az sayıda belki, ne var ki hemen her öykü, kendi dalında olgun laşıp koygun, kıvamında tada ulaşmış izlenimi bırakıyor yine de. Dramatik olanı, tam da nirengi noktasında kendi içdış çelişkisiyle öyküye yerleştirip işleyen bir öykücü Yusuf Atılgan. Öykü kişilerinin böylesi kırılgan yanlarına, kökten gövdeye öyle uzanıyor ki biz de bu mahzun anları onlarla yaşıyor ya da en azından bu yaşanmışlığa tanıklık ediyoruz. Müthiş etkileyici öyküler bu yanıyla. Romanlarında umutsuzluk halesiyle çevrili anlatı karakterleri, öykü lerde bu kez âdeta bir kara umutla yaşamayı sürdüren kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Öykü karakterlerindeki çıkışsızlık apaçık görülebiliyor. İster kentten köye geçmiş, isterse kasabadan kente göçme düşü kuruyor olsunlar, sınırların dışına çıkamıyor hiçbiri. Herkes kendi karanlığında yaşıyor sonuçta. O hâlde romanlardaki umutsuzlukla öykülerdeki umut arayışı da bir biçimde örtüşüp kendi içine kıvrılıyor. Nitekim Yusuf Atılgan anlatıları, tümden içe kıvrılış metni olarak özetlenebilir. Özöyküsel anlatımlı leylek, tavuk, deli gibi karakterler bile bu genellemeyi doğrulayacak yapıda karşımıza çıkıyor. Kentteki öykü kişisi ne diyor örneğin: “Perdeler inik, bir de kapı sürgülü oldu mu kendi ülkemdeyim burda” (69). Bu içsel kapanışı, onun bütün öykü kişilerinde gözleyebiliyoruz zaten. Gerçekten de kendilerini hep “ırak”ta görüyor öykü kişileri. Çıkışsızlık değişmiyor kesinlikle. Öte yandan gerek öykü gerek roman, bütün anlatılarında yine de bir senlibenlilik içinde havası yayıyor yazar. Yanı sıra halk ağzına yaslandığı halde yerellikten alabildiğine sıyrılıp evrensel temelde bir yükseliş hüneri ortaya koyuyor. Ama bu kadarı bile, anlatıdaki ufku genişletip okurun zengin bir açılım kazanmasının önünü açıyor. Yusuf Atılgan, öykü yazınımızın önemli bir uğrağı. n www.sadikaslankara.com, öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında her perşembe güncellenerek sürüyor. 26 14 Aralık 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle