30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

s10o0nr1Baginseınycaeıl masalı Salman Rushdie yeni romanı “İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gün”de, yüzyıllar öncesinin Gazali ile İbn Rüşd tartışmasını kitabının merkezine yerleştiriyor (Bu arada Salman Rushdie’nin babasının İbn Rüşd’e duyduğu hayranlıkla soyadını aldığını da öğrenmiş oluyoruz). İslam âleminin bu iki büyük düşünürünü roman kahramanları olarak tarihten ödünç alıyor. D üşünceyi katı biçimde aynı tutmayı isteyenler ile değiştirmeyi isteyenler, tarih boyunca hep karşı karşıya geldi. İslamiyet’in ünlü düşünürlerinden Gazali’ye göre İslamiyet’i kötü yönde etkileyecek ilerici fikirler hızla yayılıyordu; o ise felsefeye karşıydı. Felsefenin inanca zarar verdiğini düşünüyordu. İbn Rüşd ise tam karşıtı fikirleri savunuyordu. Aristoteles’in felsefesini o çağda en iyi bilen düşünür olarak felsefe ile dinî inançların gelişeceğini düşünüyordu. Gazali’nin “Tahafut alfalasifa” (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserine karşı “Tahafut alTahafut” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı yapıtında mantık ve akıl yoluyla imana bakmayı öneriyordu. İbn Rüşd, fikirleri önceleri büyük bir saygınlık kazanmış olmasına, kendisine kadılık ve hekimlik görevleri verilmesine rağmen, ağır eleştirilerle karşılaştı. Rasyonalist din yorumları zamanı için fazla gelişmişti. Kitapları yasaklandı ve yakıldı; 1197’ye dek Marakeş’e dönmesine izin verilmedi. Ancak yetmiş iki yaşındaki ölümünden bir yıl kadar önce affedildi ve saygınlığına yeniden kavuştu. Salman Rushdie yeni romanı İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gün’de yüzyıllar öncesinin Gazali ile İbn Rüşd tartışmasını kitabının merkezine yerleştiriyor (Bu arada Salman Rushdie’nin babasının İbn Rüşd’e duyduğu hayranlıkla soyadını aldığını da öğrenmiş oluyoruz). İslam âleminin bu iki büyük düşünürünü roman kahramanları olarak tarihten ödünç alıyor. AKIL VE İNANÇ Olaylar bugünden yaklaşık sekiz yüz önce İspanya’da başlar. Kurtubalı yaşlı İslam filozofu İbn Rüşd’ün kapısını bir gün on altı yaşındaki güzel Dunia adlı bir kız çalar. Rüşd rasyonel bir adam olduğundan kızın bir cinniye ve cinler kavminden bir varlık olduğunu anlamaz. Dunia tutkuyla bağlandığı filozoftan onlarca çocuk doğurur. Hepsi kendi gibi kulak memesi olmayan cin soyundan gelen varlıklardır fakat soylarını bilmez ve dünyanın dört bir yanına yayılıp çoğalır. Ta ki aradan yüzyıllar geçtikten sonra, bildiğimiz gerçeklikte kopukluklar tuhaflıklar çağı başlayana dek insanlar arasında sıradan yaşamlarını sürdürürler. İnsanlık, yeni bir çağa girmiştir. “Şehrin normal düzeni değişmişti” diye açıklanır bu yeni çağ ve tam iki yıl, sekiz ay, yirmi sekiz gün, yani binbir gece boyunca sürer bu “fantastiğin gündelik olanı istila etmesi” dönemi. Süper güçlere sahip çizgi roman kahramanları canlanır, sıradan bir bahçıvanın ayakları yerden kesilir, uçan halılarla adres bulmaya çalışan “dumansız ateşten yaratılan” cinler New York’ta Salman Rushdie dolanır. Masallar gerçeğe dönüşür. Masal kahramanları Peristan’dan yeryüzüne yeniden gelmiştir. Bu, “tuhaflık zamanı dediğimiz çivisi çıkmış dönemin öyküsü”dür. Tuhaflıklar dönemi büyük bir fırtına ile başlar. Elektrikler kesilir(!), gökyüzünde işgalci bir uzay gemisi gibi görünen muazzam bir beyaz helezonun görüntüleri belirir. Sel suları elektrik santrallerine dolar ve kıyamet başlar. Üç gün üç gece boyunca süren felaketlerden sonra çatlaklar oluşur. Bunlar, Geronimo adlı bir bahçıvanın ayaklarında ya da çatlaklarla dolu yeşil deri koltukta ve en önemlisi de yeryüzünde oluşan çatlaklardı. “Çatlak” sözcüğü farklı şekillerde karşımıza çıkar. İlk başta ne Geronimo ne de başkaları usdışı bir çağın başladığının farkına varır. Bu çatlaklar aslında gerçeklik algımızda oluşan yarıklardır ve böylece cinlerle yeniden aynı dünyayı paylaşmaya başlar insanlar. Bu yeni dönem insanlarla cinler arasında bir savaşa neden olmaz, savaş aynıdır. Bu savaş Gazali’nin cinleriyle Rüşd’ün sevgilisi Dunia arasındadır. Solucan deliklerinin çatlaklarından dünyaya sızan kudretli Büyük İfrit Zümrüt Şah, Gazali’nin “Korku sal” emriyle yanına diğer güçleri alarak saldırıya geçer. Gazali “günahkârları ancak korku Tanrı’ya yöneltebilir. Korku, Tanrı’nın parçasıdır çünkü insan denen zayıf varlığın her şeye kadir Allah’ın sınırsız gücü ve cezalandırıcı doğası karşısında verdiği en münasip karşılıktır” diye açıkladıktan sonra gereken emri verir cine “kendilerini Tanrı’ya eş tuttukları yerlere git, cephaneliklerini ve depolarını, teknoloji, bilgi ve servet tapınaklarını yerle bir et.” Zümrüt, yanında kendisi gibi kudretli üç yardımcısıyla birlikte saldırır. Bu arada Dunia da dünyaya dönmüş, torunlarına cinlerden geldiklerini hatırlatarak kendi ordusunu kurmuştur. Burada başlayan, artık akıl ile inancın savaşı mıdır belli değildir. Korku ile başlayan bu çağdan akıl mı, batıl inançlar mı galip çıkıyor söylersek romanın tadını bozmuş oluruz fakat sadece diğer Salman Rushdie romanlarından farklı olarak çok dengeli ve mutlu bir sonu olduğunu söylemekle yetinelim. Ama tabii her mutluluk gibi bunun da bedeli vardır, insanlar cinler tamamen yeryüzünden çekildikten sonra artık başka tür olarak yaşamayı sürdürür. KALABALIK VE SAPMALAR Salman Rushdie cinlerle perilerle dolu bir masal anlatıyor “İki Yıl” da. Kurgunun altında batıl inançlarla aklın çatışması yer alıyor fakat bu çatışmayı felsefesiyle derinden işlemek yerine basit bir iyilerle kötüler savaşına dönüştürüyor. Dunia, kendi soyundan gelen bahçıvan Geronimo, Britanyalı besteci Hugo Casterbridge, femme fatale Teresa Saca ve çizgi roman yazarı Hint kökenli Amerikalı genç Jimmy Kapoor’u kötü güçlerle savaşmak üzere uyandırıyor. Karşılarındaki kötü cinler, müziği, sanatı, aşkı, bilimi yasaklamak, kadın haklarına sınırlama getirmek, batıl inançlarla insanların içindeki korkuyu çoğaltmak isteyen güçler. Bu noktada düşünsel karşıtlık yerine çok uzun bölümler boyunca parmaklarından yıldırımla saldıran süper güçlerin kavgasını anlatıyor. Sonuçta iyi ile kötünün savaşının başladığı noktada roman, süper güçlerin kavgasına dönüşüyor, sanki Batman ya da Superman çizgi romanlarından fırlamış karakterler güçlerini kullanarak birbirini yok etmeye çalışıyorlar. Galiba biraz romanın başlarındaki sofistike anlatıya ihanet edilmiş hissine kapılıyoruz, bir anda çocuk fantezi romanına dönüşüyor çünkü. Rushdie, zengin kurgu teknikleri kullanan, büyülü gerçekçiliğin önde gelen yazarlarından biri. Bu romanındaki güzellikleri de Begüm Kovulmaz’ın tek kelimeyle harika çevirisi sayesinde görüyoruz. Fakat Rushdie bir o kadar da kalabalık ve sapmalarla dolu yazan biri. Her karakterin geçmişi, örneğin Geronimo’nun eşcinsel amcasının evindeki Raul’lar, konuya o denli yabancı duruyor ki bunların ne işi yaradığını bulmak olanaksız. Ama bu romanda belki de en rahatsız eden bölüm, romana eklenmiş sonsöz. Burada, romanın bizanlatıcısı, bin yıl sonra tuhaflıklar dönemi olarak adlandırdıkları binbir geceyi, bin yıl sonra anlatan torunlarımız. Bize gelecekten bugünü anlatıyorlar; kepçe kulaklı Amerikan başkanı, her vatandaşın saçlarını kendi modeline göre kesmesini emreden Kim JongUn benzeri diktatör ile zaten fazlasıyla göndermeler yer alıyor, bunların üstüne bir de sonsözde açıklama yapılması çok gereksiz, hatta biraz romanı basitleştiriyor. n İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece / Salman Rushdie / Çeviren: Begüm Kovulmaz / Can Yayınları / 316 s. 6 5 Ocak 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle