22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“SELİM İLERİ EDEBİYATIYLA ELLİ YIL” ‘Elli yıl avcumun içindeydi’ Hayatı kitaplar üzerine geçmiş bir insanın hayatı kitaplarıyla değil de neyle anlatılır? Selim İleri’nin edebiyattaki elli yılının bir dökümü olan ve Ayşe Sarısayın’ın yayına hazırladığı “O Aşk Dinmedi”, ancak böyle tarif edilebilir. Kitapta, henüz ilkgençlik çağlarındaki bir yazar adayı ‘Selim’den, kalem ve yaşam olgunluğuna erişmiş Selim İleri’nin yolculuğunu görüyoruz. Ayşe Sarısayın soruyor, Selim İleri yanıtlıyor. Sarısayın sorarken edebiyatın basamaklarını etraflıca dolaşıyor, Selim İleri yanıtlarken tüm roman kahramanları ve öykü kişileri dile geliyor; dahası Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Mansfield bizimle konuşan… Selim İleri ve Ayşe Sarısayın’la usta yazarın edebiyattaki elli yıllık dökümü olan kitapları üzerine söyleştik. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr S öyleşiye sizinle başlamak istiyorum Ayşe Hanım. Bir okurun hayatı mıydı bu kitabı hazırlamak için sizin ilginizi çeken, yoksa bir usta yazarın mı, bir emekçinin mi, bir sinema âşığının mı, bir İstanbul sevdalısının mı, bir dostun mu... Yani kimin portresi bu kitapta okuduğumuz? AYŞE SARISAYIN: Her şeyden önce usta bir yazarın portresi; edebiyattaki Selim İleri’nin ya da Selim İleri edebiyatının da portresi aynı zamanda. Onu sinema, tiyatro, resim gibi sanatın diğer alanlarından ayrı düşünmemiz mümkün değil tabii ama bu kitabın önceliği edebiyattı. Selim İleri’nin kendisi ise küçük şimşek çakımlarında belirip kayboluyor kitap boyunca. Böyle olacağını, önceden de az çok hissetmiştim sanırım. Yaşamdaki Selim İleri ile edebiyattaki Selim İleri birbiriyle kesişiyor kuşkusuz; bu çalışma arkadaşım, dostum Selim’i edebiyattaki varoluşuyla daha yakından tanıma imkânı yarattı bana. Selim İleri’yi ben de tüm okurları gibi önce kitaplarıyla tanıdım. Daha öncesi ilkgençlik yıllarımda, o henüz yirmili yaşlarındayken, evimize girip çıkan, babamı ziyarete gelen bir genç yazar, yazar adayı. O dönemde bir yakınlığımız yoktu, babamın arkadaşı olarak görüyordum onu. Babamın ölümünün ardından yaklaşık yirmi beş yıl boyunca sadece kitaplarıyla, yazdıklarıyla birlikte olduktan sonra tekrar bir araya geldiğimizde, edebiyatıyla tanıdığım bir yazarı, odağında yine edebiyatın olduğu bir arkadaşlık ilişkisinde tanımaya başladım. Kitabı hazırlama süreci ise daha farklı, yepyeni bir boyut: Artık dostum olarak da bildiğim bir edebiyat insanını, kitapları üzerin den yeniden tanımlama, konumlandırma uğraşı, daha önceki iki durumun birleşip bütünlendiği bir zaman dilimi... “BAŞTAKİ YAZMA İHTİRASIM KÖRELDİ GİTTİ” E.A.: Daha önce de ortak bir çalışma yaptınız ancak şu an tabii ki farklı bir form. Elimizdeki, duyguların da ortaya çıktığı bir kitap. Daha doğrusu anılar ve duygularla yol aldığınız bir kitap. Bu anlamda çalışmanın zaman zaman zorlayan ve sıkıntı veren anlarının olduğunu düşünüyorum. Nasıl bir çalışma yöntemi belirlediniz ve çalışma süresince yaşadığınız sıkıntıları nasıl aştınız? Aynı şekilde kitap kitap ilerlemenin avantajları, dezavantajları nelerdi? Bu form kendisini mi doğurdu, yoksa yeni bir şekil üzerine kafa yordunuz mu? SELİM İLERİ: Ellinci yıl için pek bir şey yapmayı düşünmüyordum. Yapılırsa bir kitapla hareket edilebilir diye aklımdan geçiriyordum sadece. Ayşe’nin başına iş açmak için de ben rica ettim zaten bu çalışmayı ondan. Kâğıt üzerinde, taslak diyebileceğimiz bir hazırlık yapmadık önceden; kitaplar üzerine bir harita belirlenmesi fikri kendiliğinden doğdu. Bir anlamda deneme yanılma metoduyla kitap yolunu yine kendi buldu. Sonrasında ikimiz de bu fikre bağlandık, sevdik. Özgün bir mimarî gibi geldi. Uzun vadeli ve zor bir çalışmaydı. Zordu çünkü ben hem iyi bir konuşmacı değilim hem de söylediğim her sözü çok farklı yerlere taşıyan bir insanım. Eğer kişiliğim metne doğru yansıdıysa bunu Ayşe’ye borçluyum. E.A.: Az önce de dediğim gibi bu süreç içinde zorlandığınız anlar illa ki olmuştur. Bunlar nelerdi ve nasıl aşıldı? S.İ.: Oldu tabi... Tüm bu süreç içerisinde kitabı yapıp yapmama konusunda müşterek olarak tereddüt ettiğimiz can erok zamanlar oldu. Benimle ilgili değil de gündemin getirdiği sarsıntı ve üzüntülerden ötürü. Onların etkisi altında kaldık. Ayşe’nin ısrarlı destekleriyle çalışmalarımızın arkası gelebildi. Edebiyat öyle bir şey ki durmuş, oturmuş bir ortamı gereksiniyor. O ortamın içinde iniş çıkışlar, sarsıntılar, üzücü olaylar gerçekleşince insan yaptığını sorgulamaya başlıyor. A.S.: Aynı sorgulamalar bende de oldu; içinde bulunduğumuz çaresizliğin sürüklediği ruh halinin yanı sıra bu ruh haliyle kitabın altından nasıl kalkacağız sorusu da vardı. Selim’e itirazım şuydu: Varlığımızı, sohbetlerimizi, dostluğumuzu edebiyata borçluysak bu çalışmayı da yapmak zorundayız; başka bir alanımız yok. Sarsıcı olaylar yaşandıkça ki çok sık oldu bu ne yazık ki ve hâlâ sürüyor Selim’i böyle ikna etmeye çalıştım. Ek olarak yetememe meselesi de vardı aklıma takılan. Onun sıradışı bilgisine, edebiyat ve kültür birikimine uygun sorular soramamaktan ürktüğüm zamanlar oldu. S.İ.: Hiç olur mu öyle şey! Konuya dönersek; benim kaygılarıma kişisel olarak tabii ki o noktadan yaklaşabiliriz ama genel olarak şöyle bir düşünceye saplanmaya başladım ben; bu ve diğer tüm kitaplarım için. Deniz Feneri romanında Virginia Woolf’un bir saptaması vardır: Shakespeare yazdı, neyi değiştirebildi der. Shakespeare yazmış değiştirememiş de ben neyi, kimi, nasıl değiştireyim ufacık bir karınca olarak... Halbuki başlarda yazdığım her kelimenin dünyayı değiştireceğini sanırdım. Ya da Sait Faik; “Yazmak müthiş bir ihtirastan başka bir şey değildir” diyor. Benim yolun başlangıcındaki o yazma ihtirasım köreldi gitti. İyisini yazmak ihtirası ise elbette var, onu henüz yitirmedim... A.S.: Dünyayı değiştirmek değil de az sayıda insana bir sığınak yaratmak çerçevesinden bakmak daha gerçekçi bence. S.İ: Ayşe’nin bu sözüne ben de katılıyorum. Sayısız sığınak var etrafımda bu anlamda. Onlar olmasaydı zaten bugünlere nasıl gelinirdi, bu elli yıl nasıl geçerdi bilmiyorum. Ama dünyanın acıları, yoksulluğu devam ediyor ve insanda tuhaf bir karamsarlık yaratıyor. E.A.: Yazmaktan söz açmışken oradan devam edelim. Selim İleri’nin kişisel tarihinde 80’ler bu noktada önemli bir dönemeç gibi geliyor bana. Darbe olduktan sonra millet şaşkın şaşkın etrafına bakarken Selim Bey üretmiş... Nöbet hali... Bir anlamda yazıya sığınmış. Sizi hâlâ ayakta tutanın “yolun başlangıcındaki o yazma ihtirası köreldi gitti” deseniz de bu yazma derdi olduğu fikrine katılır mısınız? S.İ.: Haklısın tabii, beni yazmak ve okumak ayakta tuttu. Dahası, var etti. Zaten var olabilmem için yazmam gerektiğini düşünerek yola çıkmıştım. Varlık sebebimi yazmak olarak görüyordum ama yazmanın da bir sorumluluğu olduğunu sonra sonra fark ettim. Türkiye’nin çetin koşulları etrafında atılacak her adımda olduğu gibi yazılacak her cümlenin de düşünülerek yazılması gerektiğine inanıyorum. Bütün yazarlık yaşamımı da bilincinde olmaksızın bunun üzerine kurmuşum. “ZOR BİR SINAVDI” E.A.: Zorlayan bir röportajcı varmış karşınızda Selim Bey anladığım kadarıyla. Eserleri didik didik etmiş, tüm akrabalıklarını ortaya çıkarmış, çıkaramadıklarının üzerindeki perdeyi kaldırmak için didinen... Dahası yazarını da tanıyor. Nasıldı sizin için? S.İ.: Bu süreçte aramızda münakaşalar olmadı değil ama onlarda hep kendimi yanlış gördüm. Bir insanın başına bir iş sarıyorsunuz, kendinizden bahsetmek istiyorsunuz, kendinizden ne kadar bahsedeceğinizi de aşağı yukarı hesaplamışsınız. Somut olarak böyle bir he >>saplama yok belki ancak insanın bilinçdışında taşıdığı gerçekler 14 5 Ocak 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle