30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> bunlar. Vaktiyle bu soy bir söyleşiyi Attilâ İlhan’la yapmıştım; bir seferinde teybi açmayı unutmuşum. Ertesi hafta kendisine böyle bir şeyin başımıza geldiğini söylediğimde, üzülme bir daha yaparız dedi ve yaptı da... Saatler boyunca konuştuklarımızı aynı geometrik yapı içinde tekrarladı. Bu benim çok ilgimi çekmişti. Kendimde böyle bir şeyin olmadığını sanıyordum ama fark ettim ki ben de neyin konuşulup neyin konuşulmayacağını tartıyorum. Yaşadığımız toplumun algılama sistemine saygıdan bunlar kafamda dönüyor. Ayşe tabii ki bu konuştuklarımızın yanında daha pek çok şey konuşmak istiyor. Bazen bu anlamda çatıştık diyebilirim. Kitabın sonunda da dediğim gibi; Ahmed Midhat Efendi’yi vaktiyle küçümsemiştim ama şimdi öyle düşünmüyorum. Ahmed Midhat bildiğinin onda birini yazmış biri, oysa ben bildiğimin binde birini söyleyebilmiş değilim. Kuşkusuz başka şeyler de konuşulabilirdi bu kitap dahilinde ama yaşadığınız koşullar, ortam sizi belli bir geometrinin içine hapsediyor. O hapis karşısında Ayşe’nin cesareti, belki de kıskandığım için zaman zaman sinirlendirdi beni. Yine de her şeye rağmen ortaya beni aşacak denli içtenlikli bir yapının çıktığını düşünüyorum. E.A.: Bu kitabın Ayşe Sarısayın dışında herhangi biriyle yapılması mümkün değildi o halde? S.İ.: Kesinlikle. Başta da bu çalışmayı Ayşe’den rica ederken böyle bir kitabı ancak kendisiyle yapılabileceğimi söylemiştin. A.S.: Ben de pek cesur sayılmam, ancak birbirimizi iyi tanımanın ve bu tanışıklığı farklı bir kulvara taşımanın heyecanıyla, belki Selim de bu soruları bekliyordur refleksiyle hareket ettiğim anlar oldu. Selim’i bulma, yakalama çabamda onun cesaretlendirmesi ve yönlendirmesi de vardı kuşkusuz. Kitaba yansıyan bir rahatlık ve bazı konularda bir adım daha ileri gidebilme cesareti olduysa eğer, dostluğumuzun getirisidir. E.A.: Hissedebiliyoruz bu dostluğu sayfalarda ama yine de iyi bir dostla hazırlanmışsa da kitap, Selim İleri açısından durumun zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü elimizdeki bir yandan da anılar kitabı. Bu anıların arasına tekrar dalmak nasıldı? S.İ.: Başlarken bana iç yaralar açacağını tahmin etmediğim bir çalışmaydı bu. Herhangi bir zamanda geçmişten bahsedersin, geçer gider ancak Ayşe’nin o titiz sorgusundan geçerken elli yıl, birdenbire avcumun içinde gözükmeye başladı. Zamanın nasıl geçip gittiğinin çok ağır bir vurgusu vardı üzerimde. Sonuçta bir elli yıl daha yok önünüzde, bunu fark ediyorsunuz; bu anlamıyla zor bir sınavdı. “İNSANIN GEÇMİŞİNİ FAZLA EŞELEMEMESİ GEREKTİĞİNİ ÖĞRENDİM” E.A.: Bir samimiyet eşiğinden de bahsetmek mümkün öyleyse. Ne dersiniz? Onu nasıl oturttunuz kitapta? S.İ.: Özel bir çaba değil de kendiliğinden doğan bir durumdu. Başlangıçtaki dağılmalarımın toparlanmasından sonra hiçbir şekilde düşünmedik, okurla bağ nasıl kurulur ya da kurulması gerekir mi diye. Gözüpek bir Ayşe’nin getirisi bu, ben de Ayşe’nin gözüpekli ğine kapılıp içtenlikle ilerledim. Kata kulli yapmadık anlayacağın... A.S.: Selim İleri’nin bütün kitapla rında ya da edebiyat yolculuğundaki meselelerden biriyle de bağlantılı bir konu bu. Belli bir dönemden sonra, okur beklentisiyle hareket eden biri olmamış hiçbir zaman. Yazarlığındaki duruşuyla buradaki duruşu aynı. Okur açısından o da düşünülerek ya da uzun uzun üstünde durularak gerçek leşmedi kimseyi kırmamaya, dışlama maya özen gösterdik sadece. S.İ.: Toplumumuzun son kırk yılına baktığınız vakit, yok saymayı ve öteki leştirmeyi görürüz. Asla doğru bir şey değil bu. Böyle bir çalışmada kesinlikle yeri yoktu bunun. E. A.: Selim Bey’in özellikle Altın Kitaplar döneminden yola çıkarak söylersek; her sene bir kitap beklentisi ve maddî zorlukları da işin için katıp “Varlık sebebimi yazmak olarak görüyordum ama yazmanın da bir sorumluluğu olduğunu sonra sonra fark ettim.” böyle bir çıkarımda bulunulabilir... Konuşulması zor meseleler bunlar ama oldu. Selim’in söz verdiği bir şeyi çok samimi cevaplar alıyoruz yine. yapmadığına hiç tanık olmadım bunca Samimiyet eşiğinin bu bağlamda üst yıldır. noktalara taşındığını görüyoruz. S.İ.: Gayet anlaşılır bir durum bu S. İ.: Söylenmesi gereken şeylerdi on çünkü ben de dünyaya ve edebiyata lar. Bu kitabın, bir yandan da elli yıllık başka bir gözle bakmayı tümüyle yazarlık çabasının dökümü olması ge Behçet Necatigil’den, yani Ayşe’nin rekiyordu. Ben bile isteye, bir satış ya babasından öğrenmiştim. Bu noktada zarı olma noktasındayken yolumu de Lütfi Akad’ın payını da yadsıyamam ğiştirdim. Eğer elli yıl konuşulacaksa ki kitapta da Necatigil ve Akad’ın ismi bu elli yılın pahası da konuşulabilmeli. her yerde öne çıkıyor. O nedenle de gerçeği olduğu gibi an E.A.: Peki, size ne öğretti bu kitap latmaya çalıştım. Bu kadar çok yazmış Selim Bey? olmamın altında ekonomik sebepler S.İ.: İnsanın geçmişini fazla eşeleme mutlaka vardı. mesi gerektiğini... E.A.: Selim İleri ile çalışmak pek çok şey de öğretmiş olsa gerek Ayşe Hanım “YANIK DERİYLE GÜNEŞİN gerçi bu ikinci çalışmanız haksız mı ALTINDA DURAMAZSINIZ” yım? Çünkü aynı şeyi biz kitabı okur E.A.: Kitapta yer alan derinlikli de ken yaşıyoruz; öğreniyoruz... A.S.: Birlikte hazırladığımız ilk ki ğerlendirmeleri ve Selim İleri metinlerinin yol haritalarını düşündüğümüzde tapta (İlkgençlik Çağına Öyküler III), kitabın bir kılavuz niteliği taşıdığını hem Selim İleri’nin edebiyata bakışına da görüyoruz. Bilge Karasu yazarken hem de genel anlamda ortak çalışmaya hangi kitapları okuduğunu not alırmış dair çok şey öğrendim. Biliyorsunuz, ya belki araştırılır da araştırmacıya çok farklı bir alandan geliyorum; iyi ışık olur diye; bu kitap da tıpkı onunki bir okur olma çabası dışında edebiyat gibi geldi bana. Ama biraz gecikmiş la, daha doğrusu yazıyla ilişkim hayli olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa geç başladı. Bu açıdan Selim İleri’yle artık bir gelenek halini almış on yıl ha bire bir çalışmak, edebiyata dair farklı tırlamaları kapsamında çıkmasından bakış açıları yakalayabilmekte önemli daha doğal bir şey yok mu? katkılar sağladı bana. Çalışma disipli S.İ.: Böyle bir kitabın bir yazar için nimizin uyumu da bize epey yardımcı çok büyük bir şans ol duğunu düşünüyorum. Nice yazar var ve nice eserler vermiş, onlar unutulmuşken benimki şans değil de ne! Zaman mı onları eledi, ilgi sizlik mi, yoksa onlar hâlâ bir değer olarak duruyor mu? Bu açıdan bakıldığında böyle bir kitabın benim için ya pılması mutlu ediyor. Behçet Necatigil’in Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü’ne bakıyor sunuz; kimler, neler unutulmuş... Oysa ben biliyorum, onları oku “Selim İleri’yi ben de tüm okurları gibi önce kitaplarıyla dum ve tek başlarına bir tanıdım. Tekrar bir araya geldiğimizde, edebiyatıyla değer olarak yaşamaya tanıdığım bir yazarı bu kez odağında yine edebiyatın da devam ediyorlar. olduğu bir arkadaşlık ilişkisinde yaşamaya başladım.” Bu açıdan da şanslı bir insan olarak gördüm kendimi hep, çünkü yazdıklarıma hem edebiyat çevrelerinin hem de okurların ilgisi oldu. Daha ne istenir! A.S.: Bu çalışmalar, hatırlamalar için on yıllar, kırk yıllar, elli yıllar beklemeye ihtiyaç olmasa keşke! Neyse ki şimdilerde bu durumun da yavaş yavaş değiştiğini görüyoruz. Eskiden bir yazar için bir etkinlik, kapsamlı bir çalışma yapılması gerekliliği ölümünden sonra hatırlanıyordu. Selim İleri burada kendini şanslı görüyor ama onun alçakgönüllüğüyle ilgili bir durum bu. Gerek Selim İleri gerek başka değerli yazarlarımız için bu türden çalışmaların çoktan yapılmış olması gerekirdi. E.A.: Diğer yandan da alternatif Türk Edebiyatı tarihi olmuş âdeta çalışmanız. Selim İleri söz konusu olunca basit sofralar bile bir edebiyat okuluna dönüşüyor değil mi Ayşe Hanım? A.S.: Az önce de değindiğim gibi edebiyat bizim dostluğumuzun merkezindeydi, dolayısıyla sofralarımızın baş konuğu da edebiyattı. Bu çalışma boyunca bir an olsun baş başa kalamadık; sofralarımıza da çalışmalarımıza da onlarca kişi konuk oldu. En çok da ‘sevdiğimiz ölüler’ böyle tanımlıyoruz onları. Bu açıdan çok farklı olmadı, hep böyleydik çünkü... S.İ.: Belki şu yapılabilirdi: Bu kitapta hiç Selim İleri olmasaydı da sofralarımıza konuk olan o sevdiğimiz ölüleri kapsayan elli yıllık bir bakış açısı olsaydı. Şimdi aklıma geldi bu. Bütün kitap böyle sürüp gitseydi belki çok daha anlamlı olurdu. E. A.: Bu, kitapta yaptığınızdan azade bir şey değil ki. A.S.: Haklısınız, bence de öyle. Selim İleri edebiyatına odaklanmak üzere yola çıkmışken Türk ve dünya edebiyatında bir yolculuk da yapmışız farkında olmadan. E.A: Bir de gerçeklik meselesine gelelim derim. Selim İleri’nin kendi gerçekliği ve edebiyat gerçekliği bir araya gelerek farklı bir gerçeklik boyutu olarak karşımıza geliyor kitapta. Hayatını edebiyat ve yazmak üzerine kurmuş, metinlerin doğurduğu bir insandan bahsediyoruz sonuçta. Bunun sizde neler uyandırdığını merak ediyorum Ayşe Hanım. A.S.: Bu sorunuz, kitabın hazırlanma sürecinde hissedip adını koyamadıklarımın somutlaşmasına yardımcı olacak sanırım. Ö. Lütfi Akad’ın uzun yıllar önce söylediği bir söz var, “Yanık deriyle güneşin altında duramazsınız Selim Bey oğlum” diyor. Selim’le kişisel tanışıklığımızdan sonra, kitaplarını okurken sıklıkla hatırladığım bu sözü çok düşündüm; Selim İleri yaşarken mi güneşin altında yanık deriyle duruyor, yoksa yazarken mi diye. Bu kitap böyle bir ayrımın olmadığı kanısını yarattı bende, yaşarken de yazarken de aynı Selim İleri. Böyle olduğunun az çok farkındaydım ama bu denli somutlaşmamıştı henüz. E.A.: Peki, geri dönüp baktığınızda bu elli yıl sizde hangi duyguyu uyandırıyor Selim Bey? S.İ.: Şefkat... n O Aşk Dinmedi Selim İleri Edebiyatıyla Elli Yıl / Hazırlayan: Ayşe Sarısayın / Everest Yayınları / 472 s. KItap 155 Ocak 2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle