03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KÂMİL ERDEM’DEN “ŞU YAĞMUR BİR YAĞSA” Sıradan insanın öyküsü Kâmil Erdem’in “Şu Yağmur Bir Yağsa”daki öyküleri, kısa kısa anlatılan meramlardan, hızlıca geçiştirilen hallerin ardından şifa gibi geliyor okurun ruhuna. serap çakır S iz de öykünün çarpıcılığına vurulanlardan mısınız? Iskalı Karnaval ve Arzuda Bir Sapma’dan sonra beni en çok çarpan öykü toplamı oldu Şu Yağmur Bir Yağsa. Kâmil Erdem, üslup olarak zoru seçmiş, öyküler, cümlenin içindeki cümle, anlatımın içindeki anlatım olarak kurgulanmış. Kısa kısa anlatılan meramlardan sonra, ne de iyi geliyor ruha bir bilseniz. Satırları dolduran, neredeyse paragrafa varan koca koca cümleler... Kitapta on bir öykü var. “Ne anlatıyorlar?” sorusundan başka “Neyi anlatmıyorlar?” diye sormalı. Savaş yok mesela içinde, büyük hayaller yok, zenginler, kötüler, acımasız kalpler yok. Mutluluk var da yok, para var da yok, aşk var da yok. Hayatın en yalın hâliyle dile geldiği öyküler. Seni, beni, kıyıda köşede kalmış insanları, parasızlığı, çaresizliği, aşkı, yağmuru ve sıradan bir durumu betimleyen öyküler bunlar. Nereden başlasam? ‘Komşu’ var mesela. Siyasi eleştiriyi ve yaşamın kısırlığını göze sokmadan, tatlı tatlı bir ev hanımının ağzından anlatıyor. Hemen herkesin çevresinde olan çöreği ve pastasıyla ünlü, antidepresanını midesinden eksik etmeyen bir hanımefendi. Kurabiyelere kendini adayarak şekil veriyor, kocasıyla öyle ahım şahım sohbetleri yok. Hayatı bir yerinden kaçırmış ve şimdi çok geç kaldığının farkında. Erkeğin hükmüne girdiğinin, aslında bunun bunalımını yaşadığının idrakinde. Bir erkeğe yeni isteklerle gittikçe erkeklerin yeni çözüm yolları bularak daha güçlü bir hâkimiyet peşinde olduğunu çoktan çözmüş: “Erkeklerle başa çıkmak için birkaç yol biliyorduk ama bu yollar sadece almak ve vermek üstüneydi. Bir giysi, bir sehpa takımı, bir yeni model televizyon alınmazsa surat asılırdı, uzun sürerse dayak yenirdi, sonunda Kâmil Erdem’in kitabında hayatın en yalın hâliyle dile geldiği on bir öykü var... huzuru geri getirmek için o nesne alınırdı.” ANLATIMDAKİ UMUT Yarı kaçık bir esnafın dile geldiği ‘Bakkal’ öyküsünde, sadece bakkalın biriktirdiği anılar tutulmamış zihinde, bir mahallenin yirmi iki yıllık arşivi de saklanmış. Kendi dünyasında müzik ve edebiyatla yaşayan, ilk zamanlar mahalleliyi ürküten bu bakkal, zamanla o mahallenin, parkı, kasabı, çocukları, dulları, geçimsiz kocaları, bir türlü tamamlanamayan yolu, kaderci gelinleri gibi bir parçası oluvermiş. Yıllar sonra herkes büyüyüp yerine yenileri gelmişken bu mahallenin koca tarihini kime bırakacağını bilemiyor hâliyle. Doğrudur, bakkallar o mahallenin tarihini de tutar çünkü alacaklı defterlerinde... Yalın ama doygun anlatımında bir umut beliriyor diğer hemen her öyküsünde yaptığı gibi Kâmil Erdem’in. Parfümünde yasemin kokulu bir kadın alışverişe geliyor. “Bunca yıl sonra”, diyor Bakkal, “birini bekler olmak taze elma şekeri ya da portakal çiçeği kokuları gibi geliyor.” Peki, aşk umudu ne yapar insana? Şöyle bir karar aldırıyor mesela: “Demek ki yıllardan beri devlet büyüklerimiz tarafından gerek iç kaynaklardan temin edilmiş, gerek ithal edilen ve toptancıların stoklarında daima bulundurulması neredeyse zorunlu tutulan, uluslararası kalite belgesine sahip, jelatine sarılı, etkin maddesi itaatkârlık ve boşvermiş lik olan, her sabah üçer beşer tükettiğim bonbon iptilasından kurtulacağım, ısmarlayıp biriktirdiğim, kendi iç raflarıma istemeye istemeye yerleştirdiğim, arada çıkarıp kullandığım boşluk taşlarının ağırlığından kendimi azat etmem gerekecek.” ÖYKÜLERDEKİ SİSTEM ELEŞTİRİSİ Hayatın kayda alınmayan yanlarıyla uğraştığı belli Kâmil Erdem’in. Bir ev kadınını anlatırken yapıp ettiğini, bir devrimciyi anlatırken de sergiliyor, bir işsizi tasvir ederken de. Saptamaları, durup düşünüp hızlıca unuttuğumuz anları kapsıyor. Dolayısıyla içimiz sızlayarak okuduğumuz o daraltıcı anda bir gülümseme beliriyor dudağımızın kenarında. İş başvurusu için gittiği kurumda beklerken geçmişi ve o ânı anlatan adamın yanındayız ‘Kurum’ öyküsünde. Sabit geliri kesilince kaybettiklerini anlatıyor o adam. Ezine’den lor peynire, sevgiliden yavanlığa ve simide giden zorlu bir yol bu. O yolun son durağı kurumda, başka başka işsizleri gözlüyoruz, amirine öfkelenen, sevgilisine sitem eden, hayatın yüklerine göğüs geren kadın ve erkekler... Öykünün kahramanından bir tespit geliyor aniden: “İşten atıldığımız gün, öğleden sonra saat beşte, midemizde keskin bir bıçak hissi ile yokuş yukarı otobüs durağına doğru yürüyorduk bulanık eski bir göğün altında. Aklımıza o bıçağı çıkarıp yalaka müdüre, sarhoş enişteye, şişko mali müşavire saplamak gelmemiştir de nereye yetişeceksek, geciken otobüsün şoförünü dövmek arzusuyla yetinmişizdir. Gece bir yerlerde cam kırılmıştır.” ‘Kiracı’da, çok sevdiği karısıyla sakin bir hayat süren, etliye sütlüye karışmayan bir editör çıkıyor karşımıza. Ev sahibi, günün koşullarına göre zam yapmak isteyince çok bağlandıkları, parkesini geçen sene değiştirdikleri, makul bir ücrete oturdukları evden ayrılmak zorunda kalacaklarını anlıyorlar. Ama işte umudu ırmağın asıl kolundan kopup alakasız bir mekân ve zamanda ince bir sızıntı gibi ortaya çıkaran yazar, burada da yapıyor yapacağını. Âdeta çıkmayan candan umut kesilmez dercesine “Benim düşüm yoksa, neye yararım?” diye soruyor. ‘Yağmur’, yine mütevazı yaşamının içinde soluk alıp veren bir adamın öyküsü. Bir iç daraltısını anlatıyor bize. Hani yağmur öncesi, ağır, basık bir hava vardır da insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmez. Tez elden yağmur yağsa da şu içteki daraltı gidiverse diye düşünürüz. Öyle bir hâl işte bu. Ancak 1945 doğumlu yazarın, kendine özgü, kim bilir ne zaman olgunlaşmış üslubuyla soğuk havalarda içimizi ısıtıp höpürdeterek içtiğimiz sıcacık bir çorbaya benziyor öyküsü. Siyasetten mustarip bir adamı lodosu da önüne katarak tasvir ediyor. Umutsuz yollara değil, sevdiği kadın Filiz’e eğilimli bir adamın hikâyesi bu. Sistem eleştirisi de bol bol var öykülerinde Kâmil Erdem’in. Yağmur’daki şu uzun, insanı cezbeden cümle gibi: “Belki bir itiraf bulurum, kırmızı mürekkepli bir dolmakalem bulurum, tüm iktidar heveslilerinin altını çizerim, sendikaya girmek istediği için işten atılmış işçilerden sağlam tanıklar edinirim, Boşnak mahallesindeki kahve tezgâhları zabıtalarca toplanmış, her cümleye küfürle başlayıp ve sözlerinin ucunu küfürle bitiren kırmızı yüzlü işportacılarla pişpirik oynarım, masaya inen yumruklar eşliğinde üst üste pişti yaparım, şu yağmur bir yağsa.” Gerçekteyim! Bu kitabı okurken notlar tutuyorum: Şu kar bir yağsa. Hayırsız bir savaşın yok ettiği masum ölülerimizin üzerini bir rahmetle örtse. Kana bulanmış toprağımıza bembeyaz bir yorgan gibi serilse. İçimizin harını, darını alıp götürse. Kırgınlıklarımıza, öfkelerimize soğuk nefesinden üflese. İnsandan umudunu çoktan kesmiş, köknarın, çınarın, çamın, kestanenin, söğüdün, kavağın, kış çiçeklerinin, yılgın toprağın, kayanın, dağın, inadına yeşeren çimenin üzerini bir kaplasa. Ah bir kaplasa. Öfkeden gözü dönmüş, insan sevmez, ağaç sevmez, iti, kediyi, kuşu, börtü böceği sevmezlere doğru bir serpiştirse taneciklerini. Ah bir yağsa... Kar yağdı. Hiçbir şey beklenildiği kadar değişmedi, her şey beklenmediği kadar aynı kaldı. n Şu Yağmur Bir Yağsa / Kâmil Erdem / Sel Yayıncılık / 144 s. 8 26 Ocak 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle