Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SEZGİN KAYMAZ’DAN “FARFARA” Anasının kızı ya da yarım kalan şarkı “Farfara”, Sezgin Kaymaz romanlarından bir roman ve aslında bildiğimiz Kaymaz şehrinin tanınan, daha önce uğranılıp çayı içilen, sokaklarında gezinilip güzel mekanlarında fotoğraf çektirilen, komşularına selam verilmiş bir mahallesi. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr H er şeyden önce Sezgin Kaymaz sıkı bir anlatıcı. Kaleminden okuduğumuz her kitabında, üzerinde imzası olmasa dahi yazanın kendisi olduğunu hissettirecek denli özgün bir dille yapıyor bunu üstelik. Kaymaz’ın bu kendine has dili yazdıklarının en güçlü yanlarından biri ve bu dil, yazarına, sıkı bir anlatıcı olmasının kapılarını kendiliğinden aralıyor âdeta. Yartılmış bir dil değil bu. Aynı zamanda Sezgin Kaymaz’ın yarattığı bir dil de değil. Ancak üstlenicisi Sezgin Kaymaz bu dilin ve bunu, kendi karnaval dünyasının merkezine ustaca yerleştiriyor. Kaymaz’ın gözlemlerinden süzülerek, işittiklerinden türeterek ve yaşadıklarından üreterek harman olmuş, ortaya da melez yapısıyla kendini koymuş bir dil bu. Ve evet, çok güzel... O dille anlatılan her hikâye bir şekilde okunmaya mecbur hissettiriyor kendini. Hâliyle yazar anlatsın da anlatısın istiyorsunuz. Bitmesin. Bir sonraki sayfa daha çabuk gelsin. Ya da en heyecanlı yerinde bırakayım da yarın daha bir hevesle açayım kitabın sayfalarını. Yok yok, dayanamaycağım, biraz daha okuyacağım.Yarına yetişecek işler mi var? Hayır, Sezgin Kaymaz’ın yeni romanı var; onu okuyorum. Bugüne kadar Kaymaz’ın herhangi bir romanıyla karşılaşmamış okurlar, hemen yukarıda dile getirilenlerin abartılı ifadeler olabileceğini düşünebilir fakat bu düşüncelerin bir Sezgin Kaymaz romanıyla derhal değişeceğini de belirtmek isterim. Meddah kıvraklığı ile olayları eğip büken, standup gösterilerinde sahnedeki o adamın atikliği ile hem hiçbir şeyi kaçırmadan hem de kendi insicamını bozmadan anlatan, kahvede başından geçenleri ya da bir arkadaşının başına gelenleri en muzır hâliyle fıkır fıkır kaynatan insan Sezgin Kaymaz. Komşuya çaya gidiyorum bahanesiyle aslında dedikoduya giden ve her şeyi allayıp pullayan, birken beş, beşken on yapan, cemi cümlenin arkasından atsa da ağzından bal damlarmış gibi herkesin kendisini dinlemesini sağlayan kadın var ya; işte o da Sezgin Kaymaz. Aynı zamanda babasının “Yanaşlama oğlum arkadaşını,” dediği çocuk o. Dahası; arkadaşlarına darılıp da bir köşede kendi kendine mırmırlanan velet Sezgin Kaymaz. Sezgin Kaymaz’ın anlatımı, yukarıda birkaç kelimeyle anlatmaya çalıştığım ama pek de yetişemediğim zenginlikte. Hâliyle bu anlatım zenginliği, yanına aynı oranda duygu zenginliğini de katarak geliyor. Yazılanların içinde gezerken; gülüyorsunuz, eğleniyorusunuz, heyecanlanıyorsunuz, üzülüyorsunuz, kızıyorsunuz... Sözün özü bir dünya vaat ediyor her seferinde Sezgin Kaymaz okuruna. Okurun da bu anlamda bir Sezgin Kaymaz metnine yaklaşırken “vakit kaybı” gibi bir korkusu olmuyor. Az önce de dile getirdim; hiçbir şey olmasa, yazarının, okurunu okumaya iten dili var. Sezgin Kaymaz’ın çok güçlü bir “hikâye” damarı var... YARIDA KALAN... Yazarın yeni romanı Farfara’dan bahsedecekken, Kaymaz’ın dili ve bu dilin yoğurduğu anlatımı üzerine epey dil döktüm farkındayım ama tüm bunları düşündüren de Farfara’dan başkası değil. Çünkü Farfara da Kaymaz romanlarından bir roman ve aslında bildiğimiz Kaymaz şehrinin tanınan, daha önce uğranılıp çayı içilen, sokaklarında gezinilip güzel mekanlarında fotoğraf çektirilen, komşularına selam verilmiş bir mahallesi. Tam da bu nedenle Farfara’nın macerasını anlatmak için biraz gerilere gitmek gerek; Lucky’ye. İlk baskısını 2000’de yaptı Lucky. Luck’yi, o zamana kadar yayımlanmış Kaymaz romanlarından farklı bir yere koyan ise yazarın gerçekliğe en çok yaklaşan kitabı olmasıydı. Bu demek değil ki Kaymaz’ın diğer romanları gerçeklikten uzak; hayır. Sadece farklı bir gerçeklik algıları var ve Lucky, Kaymaz’ın bu gerçeklik algısının da dışına çıkabildiğini gösterdiği ilk romanıydı. Buna vesile olan ise “kayış gibi” simsiyah bir dobermandı. Sezgin Kaymaz’ın roman dünyası için çokça yapılmıştır “büyülügerçekçi” tanımı. İşte Lucky hem roman olarak hem de romanın kahramanı köpek olarak gerçekçi bir büyüydü. Bir anlamda Sezgin Kaymaz’ın roman evreninin de ne denli zenginleşebileceğini, bir köpeğin tek bir “Bav!” ve yetkin bir yazar marifetiyle neler anlatabileceğini görmüştük. Çok sonra gelen Kün’de bu kez bildiğin konuşuyordu romanın bir başka kahramanı köpek, o başka... Luck’ye dönersek; onu sevenler için “büyüydü” Lucky, “gerçek” ise bu büyünün ta kendisiydi. Lucky öncesi; Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir, Geber Anne ve Kaptanın Teknesi ise fantastiğin gün yüzünde gezdiği romanlarken, Lucky’de bu fantastik biraz daha geriye çekilmiş gibi görünürken aslında gerçekliğin kendisi haline geliyordu anlamadan. Aksu Bora şöyle diyor Lucky için; hem roman hem de köpek olan... “Bu ‘puşt, dalavereci, üçkâğıtçı, yılan ruhlu, ispiyoncu ve yalancı, şerefsiz ve haysiyetsiz’ köpeğin peşinden, Mevlana’dan, Nietzsche’den, Âşık Veysel’den hatta bazen bizzat Lucky’den deyişlerin rehberliğinde Ankara’nın bütün âlemlerini dolaştık, milletvekillerinden ev kadınlarına, taksicilerden orospulara, çeşit çeşit hayata girdik.” Doğru da diyor... Çeşit çeşit hayatın içine sokarken de okurunu kader üzerine düşündürmüştü yazar. Kaderin ne için, neyi ya da kimi vesile kılacığını kim nereden bilebilir ki? İşte tam da bu sorunun yanıtını vermek için değil daha bir derine gömmek için yazılmıştı Lucky. Belki de bu soruyu daha da derinleştirmek içindir, bilinmez; yarım kalan bir hikâyesi varmış meğer Sezgin Kaymaz’ın Lucky ile. Bu kırk kuşaklık bir soyağacına sahip “şıllık” dobermanın yavrularının da hikâyesini anlatacağı günü bekliyormuş epeydir. Böylece çıktı geldi işte Farfara. HİKÂYENİN PEŞİNDE Çok uzun sayılmayacak bir süre önce Sezgin Kaymaz’ın ardı ardına gelen ‘Sevinç Kuşları’ üçlemesinin romanları Deccal’ın Hatırı, Kısas ve Son Şurâ’yı okumuştuk. Üçleme kapsamında birbirinin devamı hikâyelerdi okuduklarımız. Yani biri olmasa ya da okunmasa diğeri tek başına pek bir anlam ifade etmiyordu. Lucky ve Farfara için ise bunu söylemek zor. Bir diğer yanıyla evet; Farfara, Lucky’nin devamı ancak Sezgin Kaymaz Farfara’yı kendi başına da ayakta durabilecek bir omurganın üzerine kurmuş. Bu omurga, Lucky’yi daha önce okuyanları bir nebze tekrara sürüklüyor. Tam bu noktada ise yazının girişinde genel çizgileriyle anlatmaya çabaladığım Sezgin Kaymaz’ın o şenlikli dili devreye giriyor. Bu dil okurunu bildiği hikâyelerin üzerinden tekrar geçmekten bile rahatsız etmezken Farfara’yı yekpare bir roman haline getriyor. Hikâyenin geçmişi de var Farfara’da, muhtemeldir ki geleceğe doğru yol alacak çizgisi de... Başrolde ise bu kez Lucky’nin yavrusu yer alıyor. Anasının kızı o da; “puşt, dalavereci, üçkâğıtçı, yılan ruhlu, ispiyoncu ve yalancı, şerefsiz ve haysiyetsiz...” Sadece kuyruğu anasından ayrı, geri kalan her yeri ve huyu suyu aynı. Kimi ona da Lucky diyor, kiminin dili dönmüyor Luki diyor, kimi kayış gibi simsiyah köpeğe kuyruğundan ötürü Beyaz diyor, kimi Madonna diye tutturmuş peşinden dolanıyor, kimi de Matahari adını takmış sahip olmaya çalışıyor. Bu ismi lazım değil köpek de tıpkı anası gibi bin türlü insanı bir araya getirmeyi başarıyor. Romanın karnavalı da tam olarak bundan doğuyor. Bir köpek yavrusunun peşindeki türlü türlü insan aslında bir hikâyenin peşinde olduklarının farkında dahi olmadan romanın sayfaları içinde dolanıyor. Geri kalan kadroda ise önemli bir değişiklik yok. Sadece Lucky’nin fikir temelinin kurulmasını sağlayan Tahsin Baydur sahneden çekilmiş, onun yerini “İstambol” Türkçesi ile gönüllere düşen Mücella Baydur almış. Bu kez de Mücella Baydur meydana getiriyor romanın fikir temelini. Peki nedir o? Bir kader ve vesileleri romanıydı Lucky. Farfara ise bu kader ve vesilelerden sonra gelen süreçte, roman ve kahramanlarının artık idrak ettikleri bu kadere tutunup bırakmama çabasının romanı. n Farfara / Sezgin Kaymaz / APRIL Yayıncılık / 410 s. 4 26 Ocak 2017 KItap