Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yazınla ışıyan yol, yolculuk deneyimi Yolyolculuk, yazında, sanatta olduğu denli bilimde de geniş yer buluyor kendisine… Ancak doğa bilimleriyle matematiksel tabanlı bilimlerde bu; formül, eşdeğerlik, problem vb. biçiminde çıkarken karşımıza, yazın sanatlarında sonsuz açılımla farklı biçemlerle, biçimlerle geliyor. Bu nedenle her anlatı, birbirinden ayrılan, birbirine benzemez yollara götürüp yolculuklara çıkarabiliyor bizi. Y azınsal verimler kadar öteki sanat alanlarıyla türlerinin de doğumdüğünölüm üçgeninde gezinerek zengin bir birikime yaslandığını biliyoruz. Söz konusu üçgen kendisini çeşitli yolculuklar aracılığıyla ortaya koyup somutluyor. Gılgamış da Homeros’un İlyada’sı ile Odysseia’sı da kabaca düşünüldüğünde bu üçgene özgülenmiş bir yolculuk hikâyesi sonunda. De Cameron Hikâyeleri, Don Quijote farklı mı sanki? Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe’ye (Can, 2015) giren Faruk Duman da, “…hikâyenin en doğurgan mekânı yoldur, Binbir Gece Masalları’ndan, Gılgamış’tan bu yana…” diyor (26). Dilimizdeki yazınsal verimler için de geçerli bu. Dede Korkut öykülerinden ömürlerini yollarda tüketmiş halk edebiyatımızın ozanlarına dek hep bir yol öyküsüyle karşı karşıyayız aslında. Yola, yolculuğa özgülenmiş öykü seçkileri de eklenebilir bunlara. Bu tür yazınsal yolculuklar, farklı yazarların farklı yaklaşımı, ele alışıyla zenginleşerek sürüyor günümüzde. Sözgelimi Antonio Tabucchi, Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar (Çev.: Semin Sayıt, Can, 2016) adlı deneme yapıtında bize yol, yolculuk rehberliği yapıyor değil yalnız. Uğur Kökden, Yüzler, Gizler, İzler’de (YKY, 2016), Çiğdem Ülker, Zamanın Kapıları’nda (Hece, 2015) başka ülkelerde, kentlerde, kültürlerde ya da kendi coğrafyamızda dolaşıp bizleri farklı sanatçılar, düşünceciler ya da kültür yoğurucularıyla buluştururken harita üzerinde mi geziniyoruz yalnız, yoksa ekinsel üretimin dolantılarında yazınsal, bilimsel, düşünsel bir kazıya mı girişiyoruz? DENEME YAZINIYLA UFUK AÇICI AYDINLANMA… Antonio Tabucchi, yapıtında, yer yer kılavuzluk yapıyormuş görüntüsü verirken okuru, değişik bakış açılarıyla da buluşturuyor. Nitekim girişte daha, “Yazmak, zamanın ve mekânın dışına bir yolculuktur,” saptamasını getiriyor (19). Böylelikle kendine özgü köpürtülü anlatımıyla “gezi/yolculuk” olgusuna tepetakla bakıp “şeytanın gör dediği”ni algılatmaya çalışarak bizi farklı anlayış temelinde yolculuklara çıkarıyor. Görünenin ötesine geçerek görülemeyene yönelmemizi sağlıyor. Örneğin Girit için kaleme aldığı, zeytine de rol verilen birkaç yazıyla bizim yüreğimize de değiyor içtenlikle. Ama “paket” turlarla giden “Robinson’lar kendi ülkelerine dön(erek örneğin) Meksika’yı gezdiklerini anlata(bilir)”, bu ayrı (99). Oysa sonraları Picasso’nun da yerleştiği Mougins Köyünün anı eşyası olarak “en güzel ‘ürünü’ bedava olan sessizliğidir” ya da bir başka yerde, üzerinde “bardakların izlerini taşı(yan)” “Örtüsüz tahta masalar”dır…” (49, 53). İnsanın, “bir anlamda yaşam boyu ‘kusurlu bir kütüphaneci’ sayılabil(eceğini)” (15) düşünen Uğur Kökden, klasik biçemle yapılandırdığı alabildiğine yoğun örgülü, sıkı metinleriyle heyecanlı bir okuma serüveni getiriyor. Yüzyılların yanında bin yılları da harmanlayıp kültürler, sanatlar bu arada yazarlarla yapıtları arasında gezindiriyor bizi, yazınsal haz üretirken gizemli kışkırtısıyla da yaşanan uzamdan, zamandan uçuruyor alabildiğine. Analitik biçimde yollara serpelediği ipuçlarını derlerken bizi hep şaşıracağımız vargılarla buluşturan Kökden’in denemeleri; bulmacaların dolambaçlı yolları sonrasında ulaşılan ödüllere benzer incelikli, yakıcı güzellikler sunuyor okura… İlle yol gelmemeli tabii akla. İnsan her dem yolculuğa çıkabilir, öyle ya. Yolculuk da çeşit çeşit: “Henüz o aydınlık ve çağdaş yıllarda, Türkiye limanları arasında vapurlarla yolcu taşımacılığı yapılabiliyordu. Ben de, bu nedenle, (İstanbul’dan) İzmir’e gitmek için vapuru yeğ tutmuştum” (41). msaslankara@hotmail.com.tr Klasikleşmiş deneme tadıyla anlatısını oluşturan bir yazar da Çiğdem Ülker… Belleği tutuşturup harlandıran bu denemelerde pek çok ülke kentlerini ya da ülkemiz yerleşimlerini dolaşırken ulaşılan eşikler birer düşün, tartışma, kuşku kapısı aralıyor okuma eylemi boyunca. Hemen her yolculukta yazar, şair, öteki sanatların bildik bir adıyla, yapıtlarıyla sarsıldığımız oluyor. Çiğdem Ülker farklı yazarların kitaplarıyla çıkıyor yolculuklarına sürekli. Yazarlar kadar karakterlerin eşlik ettiği de oluyor bu yolculuklara. O, bunun bilincinde zaten: “Edebiyat; insan ruhunun çığlığı, ölüme karşı tek haykırışı; zamanı aşabilen tek gücümüz”(45). Sonra dil, diller… Ufkumuz genişlemiyor yalnız, merak ögesi eşlik ediyor bu yolculuğa… Yapıtın ad çağrışımıyla “zamanın kapıları”nda buluşuyoruz bir yandan da. Onca ülkeden, kentten sonra Anadolu ise bütün zamanlara kapılarını açan yurt olarak karşılıyor bizi… KİŞİNİN KENDİ İÇ DENİZLERİNE YOLCULUĞU… Faruk Duman, Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe’sinde diyor ki: “… [Y] azarın yeri ‘denizsiz bir ada’dır sonunda. (…) Ama bu, takdir edersiniz ki, denizin yalnızca kendi sınırları içinde var olduğu anlamına gelmez” (61). Nilüfer Kuyaş, özgün bir bütünsellikle verimlediği Karasevda Kitabı (Can, 2015) adlı dikkat çekici deneme yapıtında, “Aklınızdaki bütün sorular, bu kitapta,” diyerek giriyor anlatısına. Sorular yanıt ister elbet, sorgulama da yanıta ulaşmanın yolunu gözler. Yoldur onu diri tutan. Bu bağlamda “melankolik özne”ye özgülenmiş bir başucu denemeleri toplamı çıkarmaya girişiyor denebilir âdeta yazar. “Biz Türkçede ‘karasevda’ dediğimiz zaman Doğu’ya özgü bazı anlam ve imge katmanlarını da içeren bir duygulanma yaşıyoruz, ‘melankoli’ dediğimizde ise Batı’ya özgü bir duygulanma içindeyiz; aklımıza gelen resimler, şiirler böyle etkiliyor bizi.” “O zaman aynı soruya geliyoruz: Hangi melankoliyi seçeceğiz? Seçim bize mi ait, yoksa tamamen kültürle mi belirleniyor?” (58, 59). Sabiha Sertel’in Roman Gibi (Can, 2015) adlı anı kitabını yıllar önce Ant tarafından yayımlandığında okumuş, delikanlı dünyamda alabildiğine sarsılmıştım. Bu yeni okuma daha farklı kurmalar, tatlar eşliğinde gelişti bende, ama Gezi gençliğinin bu kitaba göz atma fırsatı bulup bulamadığı takıldı usuma. Biz kitapta, filiz gibi gencecik Sabiha’nın çocukluğundan kalkarak onca kahırlı yıllar ardından yaşamını ülkenin yazgısıyla bütünleyişini okurken Sabiha Sertel’in kendi iç denizlerine çıktığı yolculuğun çetelesiyle de yüzleşiyoruz. Cadı kazanlarının kaynatıldığı dönemlerde ülke yöneticilerinin korktuğu Sabiha SertelZekeriya Sertel yanında bir başkası da Pertev Naili Boratav’dı. Bir anı kitabı da torunu David Boratav’dan geliyor: Aile (Çev.: Seçkin Selvi, Can, 2016). “Türk dedemin sadece bir masalcı değil, onun çok daha ötesinde biri olduğunu cenazesinde anladım,” diyerek anılarına giren David’in bu içli, âdeta insanın yüreğini ezen anlatısı da Gezicilerce okunabilse keşke… TOPLUMSALSİYASAL OLAYLAR KARŞISINDA SANATSAL DİKLENİŞ… Erendiz Atasü, Saldırganı Hoş Tutmak (Can, 2015) adlı denemeler toplamında, “[i]nsan denen varlığın yaratıcılığının ve yıkıcılığının bir aynası olan edebiyat, alınacak sayısız dersle doludur,” deyip haykırıyor: “Cumhuriyet değerlerinin açıksözlülük ve içtenlikle, yüksek sesle, yüreklilik ve kararlılıkla savunulacağı gün, bugün değilse hangi gündür?” (19, 22). B. Sadık Albayrak da Erendiz Atasü gibi kaygan zeminli ortamlarda yazarlar kadar pek çok alandan insanın sergilediği eğilip bükülmeler, kıvırmalar üzerinde yoğunlaşırken yazınımızda devrimci geleneğe yönelik kıyıma, geçmiş kuşaklarla günümüz kuşakları arasındaki kopukluğa yer açıyor. Her bir yapıtı âdeta birer manifesto Albayrak’ın… Doğu Kitabevi yayını dört kitap: Okuma Yazmanın Izdırapları (2015), Cinayet Olan Edebiyat (2015), Düşkıranlar / Tekelci Burjuva Kültürü Üzerine İncelemeler (2015), Fırtına İkliminde (2014). İlk ikisini yazıncılar mutlaka okumalı. B. Sadık Albayrak, farklı alanlara uzanarak derlediği verileri, yüksek enerji paydalı bir üretim temelinde kendi yazın dağarına katışıyla dikkati çekiyor. Coşkulu dikleniş içeren yazınsal tutumu, yazdıklarını okurken de belirgin biçimde duyuruyor kendisini. Okuma Yazmanın Izdırapları’nda, okuma yazma ıstırabı çekilse de alınması gereken yolu imleyip göstermeye çalışıyor Atasü’ye benzer biçimde: “Köyü de bilen ilk işçi sınıfı kuşağının bir üyesinin, amcamın son sözü, vasiyeti bu oldu: ‘Bunlardan kurtulun!’/ Kurtulacağız. Umuyor ve diliyorum pek yakında./ Okuma yazmanın ızdıraplarını bunlardan kurtulmak için çekmiyorsak, neye yarar…” (21). İşte size, zaman zaman heyecanla, yer yer hop oturup hop kalkarak ama tatlarla kuşanarak okuyacağınız bir kucak deneme kitabı… Bunlar da okunmak için birer yaşam soluğu bekliyor okurdan… n 14 4 Ağustos 2016 KItap